SORU: Ziyafet/yemek daveti nafile orucu bozma hususunda bir özür müdür? Ziyafet/yemek daveti, daveti veren kişi için nafile orucu bozma hususunda bir özür müdür? Ziyafet/yemek daveti, misafir için nafile orucu bozma hususunda bir özür müdür? Bir adam oruçlu biri üzerine yemin ederek “eğer orucunu bozmazsa karım boş olsun” veya “boşamak üzerime şart olsun ki orucunu bozacaksın” yahut “vallahi mutlaka orucunu bozacaksın” derse, oruçlu kişinin nasıl davranması gerekir? Orucu gün içerisinde herhangi bir vakitte bozabilir mi, yoksa orucu bozabilme günün bir vaktiyle mi sınırlıdır? Ramazanın kazası veya keffaret yahut adak orucu tutan bir kimse yemeğe davet edilirse bu oruçları bozması caiz olur mu?
CEVAP:
(Nafile oruca başlayan bir kimse özrü olmadan orucunu bozmaz. Ziyafet/yemek daveti de bu özürlerden birisidir.)
Eğer ziyafeti veren kişi mücerret/sadece orada/davetin verildiği yerde bulunmaya razı olacak kimselerden değil de (misafirin) orucu bozmamasından dolayı üzülecekse, ziyafet, hem ziyafeti veren kişi için, hem de kendisine ziyafet verilen kişi için (nafile orucu bozma hususunda) bir özürdür. Keza misafir, ancak davet verenin kendisiyle birlikte yemesiyle razı olacaksa ve yemeğin yalnız başına sadece kendisine sunulmasından sıkıntı duyacak/üzülecekse (daveti veren kişi de nafile) orucunu bozar (çünkü bu onun hakkında bir özürdür).
(Ziyafeti veren ve ziyafet verilen kişiler) böyle kimselerden değilse (orucu bozmak için ziyafet bir) özür değildir. Mezhebin sahih kavli budur. Bazıları, “(yemek daveti) zevalden önce ise (nafile orucu bozma hususunda bir) özürdür, zevalden sonra ise özür değildir” demişlerdir. Bazıları da, “(bozduğu orucu) kaza etme hususunda kendine güvenirse, din kardeşinden üzüntüyü gidermek için (yemek davetinin orucu bozma hususunda) bir özür olduğunu, güvenemezse (yemek davetinin orucu bozma hususunda) bir özür olmadığını” söylemişlerdir. Şemsüleimme Hulvânî, “bu kavil bu bâbta söylenenlerin en güzelidir. Yemin meselesinde de cevabın bu tafsilata göre verilmesi icabeder” demiştir.
Ben (İbn-i Âbidîn) derim ki: Sahih kavli, bu son söylenenle kayıtlamak (sınırlandırmak) taayyün eder. Zira şüphesiz, kaza edebileceği hususunda kendine güvenemezse, arkadaşını düşünmektense önce kendini günaha girmekten menetmesi evlâdır (önceliklidir). Şârih, aşağıdaki “zevalden önce ise ilh…” sözü ile sahih olan kavlin diğer (ilk) kaville kayıtlanacağını (yani orucu bozabilme durumunun gün boyu bozabileceği şeklinde mutlak olmadığını, bunun zevalden önce olmasıyla sınırlandırıldığını) ifade etmiştir. İşte böylece üç kavlin arası da bulunmuş olur.
“Ziyafet/yemek daveti, hem (ziyafeti) veren hem (ziyafet) verilen için özürdür” kavli el-Vikâye şerhinden naklen el-Bahır’da zikredilmiştir. Bunu el-Kuhistânî’de nakletmiş, sonra “lâkin “ziyafet veren” rivayeti/lafzı bulunamamıştır” demiştir.
Ben (İbn-i Âbidîn) derim ki: Lâkin bu rivayeti (“ziyafet veren” lafzını) Dürer sahibi de kesin olarak ifade etmiştir. Selmân-ı Fârisî (r.a)’ın kıssası da buna şahittir. (Kıssa şudur: Buhârî’nin Oruç bahsinde zikrettiği bir hadiste şöyle denilmiştir: Rasûlullah (s.a.v) Selman-ı (Fârisî) ile Ebû’d-Derdâ (r.anhuma) arasında kardeşlik tesis etmişti. (Bir gün) Selman (r.a) Ebû’d-Derdâ (r.a)’ı ziyarete gitti (Ebû’d-Derdâ’yı evde bulamadı) ve Ümmü’d-Derdâ’yı perişan (eski elbiseler içinde) bir halde görerek “bu halin nedir?” diye sordu. Ümmü’d-Derdâ; “kardeşin Ebû’d-Derdâ’nın dünyaya ihtiyacı (dünyada bir işi) yok, gece namaz kılar gündüz oruç tutar)” diye (dert yandı). Derken Ebû’d-Derdâ (r.a) geldi ve (Selman için) yemek yaptı (önüne koydu). Sonra (Selman Ebû’d-Derdâ’ya); “sen de ye” dedi, Ebû’d-Derdâ; “ben oruçluyum” dedi. Selman (r.a); “sen yemedikçe ben de yemem” dedi. Bunun üzerine (Ebû’d-Derdâ orucunu bozup) yedi. Hadisin sonunda şöyle denilmiştir: “Sonra (Ebû’d-Derdâ) Nebî (s.a.v)‘e gelerek bunu anlattı, O da; “Selman doğru söylemiştir” buyurdu.”)
Bir kimse oruçlu biri üzerine yemin ederek “eğer orucunu bozmazsa karım boş olsun” derse, üzerine yemin edilen kişi kaza orucu tutuyor olsa bile orucunu bozar, böyle yapması Müslüman kardeşinin üzüntüsünü/sıkıntısını gidermek babından menduptur. Mutemet kavle göre (üzerine yemin edilen kişi bu durumda orucunu bozar, böylece) o kimseye yeminini bozdurmaz. Bezzâziye’nin (buradaki) ibaresi şöyledir: “(Üzerine yemin edilen kimsenin tuttuğu oruç) nafile ise orucunu bozar, kaza ise bozmaz. İtimat edilen kavil, (nafile olsun kaza olsun) her ikisinde de bozup o kimseyi yemininden döndürmemektir.”
Yukarıdaki (“yeminini bozdurmaz”) cümlesinden anlaşılıyor ki (üzerine yemin edilen kişi) orucunu bozmazsa yemin eden kişinin yemini bozulur (yerine gelmemiş olur).
“(Üzerine yemin edilen kişi için, o) orucunu bozdu” denmesiyle yemin eden kişinin yemini yerine gelmiş sayılmaz.
Yemini, ister “boşamak üzerime şart olsun ki orucunu bozacaksın” diyerek (boşamayı orucu bozmaya) bağlayarak yapsın, isterse “vallahi mutlaka orucunu bozacaksın” şeklinde yapsın fark etmez.
(Bu durumdaki yemin nev’inde), Ulemanın açıkladıkları tafsilata ve (yemin eden kişinin yemin edilen şeye) mâlik olduğu durumla mâlik olmadığının arasındaki farka gelince; bu (tafsilat ve fark), “onun şöyle yapmasına müsaade etmem” dediği durumdadır, tıpkı “filanın bu eve girmesine müsaade etmem” diye yemin ettiği durumda olduğu gibi. (Bu durumda) eğer o ev yemin edenin mülkü değilse, (o kişinin eve girmesini) sözle menetmekle yemininde durmuş olur. Eğer (o ev yemin edenin) mülkü olursa, (yani onda tasarruf etme hakkına sahip olursa), (yemininde durmuş olmak için, o kişinin eve girmesini) mutlaka fiilen menetmesi gerekir. Bunların her ikisinde de yemin, bilmek üzere (yani o falan kimsenin eve girip girmemesi durumu, yemin eden kişinin bilgisi dâhilinde) olduğuna göredir, hatta (yemin eden kişi) bilmemiş olsa, mutlak surette yemini bozulmamış olur.
Ama (yemin eden kişi, falanca kimse) “evime girerse” diyerek yemin ederse, (o kimsenin eve girdiğini) bilsin veya bilmesin (yani yemin edenin bilgisi dâhilinde olsun veya olmasın) girmeye hamledilir (girmiş olması yeterlidir), müsaade etmiş olsun olmasın, (girmiş olması yeterlidir, girdiyse yemin bozulmuş olur).
Keza, “karımın haneme girmesine müsaade edersem” yahut “karımın filanın hanesine girmesine müsaade edersem” sözleri ilme (yani yemin edenin bilgisi dâhilinde olup olmamasına) hamledilir. Eğer (yemin eden kimse karısının eve girdiğini) bilir de müsaade ederse yemini bozulur. Aksi takdirde, bozulmaz. “Eğer karım eve girerse” diyerek yemin ederse, girmeye hamledilir (girdiği takdirde yemini bozulmuş olur. Bu durumda yemin edenin bilgisi dâhilinde olup olmaması eşittir).
Zahîre’den naklen Nehir’de ve başka kitaplarda zikredildiğine göre (yukarıdaki hususlarda orucunu bozabilme durumu), zevalden veya günün yarısından/dahvetü’l-kübrâ’dan önce ise böyledir. Zevalden sonra olursa ikindiye kadar yalnız ana babadan biri için orucunu bozar (zira bozmaması durumunda onlara asi olmuş olur), ikindiden sonra ise bozmaz.
“İkindiye kadar bozar, ikindiden sonra bozamaz” kavlindeki bu (sınırı) en-Nehir sahibi es-Sirâc’a nisbet etmiştir ki, “ikindiden sonra bozmaz” sözünün zâhiri, gayenin (yani ikindi vaktinin de bu süreye) dâhil olduğunu göstermektedir, lâkin es-Sirâc sahibi “(ikindiden) sonra bozmaz” dememiştir.
Ben (İbn-i Âbidîn) derim ki: Zahîre sahibi ziyafet/yemek daveti verme ve yemin etme meselelerini ve bunlar hususundaki kavilleri zikretmiş, sonra “bütün bunlar orucu zevalden evvel bozduğuna göredir ilh…” demiştir. Bundan anlaşılır ki, bu, bütün kavillerde (ziyafet, yemin v.b. meselelerde) caridir (geçerlidir) ve buna muhalif bir kavil yoktur. Böylece, (yukarıda da) söylediğimiz gibi “üç kavlin arası bulunmuş olur” iddiası (burada tekrar) teyit edilmiş olur.
el-Eşbâh’ta şöyle denilmektedir: “Bir kimseyi dostlarından biri (yemeğe) çağırırsa, Ramazanın kazasından başka bir oruç tutuyor ise bozması mekruh değildir. Ramazanın kazasını (tutuyor) ise bozması mekruhtur. Çünkü bu oruç için Ramazan hükmü vardır. Şârih’in bunu (yani sadece Ramazanın kazasını) söylemekle yetinmesine bakılırsa, keffaret ve nezir/adak oruçlarını ziyafet/yemek daveti özrü ile bozmak mekruh değildir. Bu, İmam Ebû Yusuf’tan da rivayet edilmiştir. Lâkin (İmam Ebû Yusuf), Ramazanın kazasını istisna etmemiştir. el-Kuhistânî kitabımızın metnindeki “nafile orucu ziyafet özrü ile bozabilir” ifadesini izah ederken, “bu sözde nafile oruçtan başkasını bozamayacağına işaret vardır ki bu el-Muhît’te de zikredilmiştir. Ebû Yusuf’tan bir rivayete göre ise kaza, keffaret ve nezir oruçlarını bozabilir” demiştir. Görüyorsun ki, Ramazanın kazasını istisna etmemiştir. Öyle görünüyor ki, Musannıf Ebû Yusuf’un kavline göre hareket etmiştir dolayısıyla Ramazanın kazası orucunu istisna etmemesi gerekirdi. (İbn-i Âbidîn, Oruç Bahsi)