SORU: Ev alma hususunda nefsimize ne nasihat etmeliyiz? Asr-ı Saadet’ten örnekler verir misiniz?
CEVAP:
Selef-i Salih’e benzeme gayreti içerisinde olanlara hitaben…
a) Rasûlullah (s.a.v)’den sonra ilk ortaya çıkan şey “tûl-i emel”, “tedriz” ve “teşdid”’dir… “Tedriz” elbiseleri güzel bir şekilde dikmektir. Elbiseler Rasûlullah (s.a.v)’in zamanında, birbirlerine tutuşturulan parçalar halindeydi… “Teşdid” ise kireç ve tuğladan yapılan binalardır. Oysa Asr-ı Saadet’te hurma dalları ve ağaçlarıyla bina yapılırdı… Haberde şöyle varit olmuştur: “Halk üzerine bir zaman gelecektir ki Yemen mamulü kürklerin nakışlandığı gibi, halk, elbiselerini nakışlayacaktır…”
b) Rasûlullah (s.a.v), amcası Abbas’a yüksek yaptığı bir evi/çardağı yıkmasını emretmiştir…
c) Rasûlullah (s.a.v), yüksek bir kubbenin yanından geçerken “Bu kimindir?” diye sordu. “Filân adamındır” dediler. Ev sahibi Rasûlullah (s.a.v)’e geldiğinde ondan yüzünü çevirdi. Eskiden olduğu gibi ona yönelmez oldu. Bunun üzerine kişi, Ashaba, Rasûlullah (s.a.v)’in neden değiştiğini sordu. Durum kendisine anlatılınca gidip o kubbeyi yıktı. Bir müddet sonra Rasûlullah (s.a.v) yine oradan geçerken kubbeyi göremeyince ona ne olduğunu sordu, Ashab da Rasûlullah (s.a.v)’e hâdiseyi anlattı. Rasûlullah (s.a.v) de o kimseye hayır duada bulundu…
d) Hasan-ı Basrî (rh.a) şöyle demiştir: “Rasûlullah (s.a.v) kerpici kerpiç üzerine, kamışı kamış üzerine koymadan dünyadan göç edip gitti…”
e) Ebû Dâvûd’un zikrettiği üzere Âişe (r.anha)’dan rivayetle Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Allah, bir kula şer murad ettiğinde onun malını su ve çamurda (yani ev ve bina yapımında) helâk eder…”
f) Abdullah b. Ömer (r.a) şöyle demiştir: “Biz, bir gün kamıştan bir ev yapıyor (tamiri ile uğraşıyorduk). Rasûlullah (s.a.v) yanımızdan geçerken “Bu nedir?” diye sordu. Biz de “Bizim çürümeye yüz tutan kamıştan evimizdir, tamir ediyoruz…” dedik. Rasûlullah (s.a.v) de: “Ben ahiret işini bundan daha acele görüyorum (ahiretin bu evden daha önemli işiniz olduğunu sanıyorum)…” buyurdu…
g) Nuh (a.s) kamıştan bir ev yapıyordu, kendisine “Keşke çamurdan iyi bir ev yapsaydın” denildiğinde, (ömrünün uzunluğuna rağmen) şöyle demiştir: “Ölecek bir insan için bu da çoktur…”
h) Hasan-ı Basrî (rh.a) şöyle anlatmıştır: Safvan b. Muhayrız yıkılmaya yüz tutan kamıştan yapılan bir evde otururken yanına girdim. Kendisine “Keşke bunu tamir etseydin” deyince, şöyle dedi: “Nice kişiler öldü de bu hâlâ bu haliyle ayakta duruyor (ev böyle yıkılır durumda iken nice sağlam adamlar öldü gitti, o ise hala ayakta duruyor)…”
I) Taberânî’nin zikrettiği üzere İbn-i Mesûd (r.a)’dan rivayetle Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Kim ihtiyacından fazla bina yaparsa kıyamet gününde o binayı sırtlamakla mükellef kılınır (sırtlaması istenir)…”
j) İbn-i Mâce’nin zikrettiği üzere Habbâb (r.a)’dan rivayetle Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Kulun (harcadığı) bütün nafakalarından dolayı kendisine ecir yazılır. Ancak su ve çamura (yani ev ve bina yapımına) harcadığı hariç (ona ecir yoktur)…”
k) Rasûlullah (s.a.v) kendisine evinin darlığından şikâyet eden bir kişiye; “Göktekini (cennettekini) genişlet…” buyurmuştur…
l) Ömer (r.a) Şam yolunda, kireç ve kerpiçten/tuğladan yapılmış oldukça yüksek bir bina gördü. Allah-u Ekber/Subhanallah diyerek şöyle dedi: “Bu ümmette, Hâmân’ın Firavuna yapmış olduğu binayı yapanların bulunacağını zannetmiyordum…” Ömer (r.a) bu sözüyle Firavunun şu sözünü kastetmişti: “Ey Hâmân! Benim için bir ateş yakıp tuğla pişir de bana bir kule yap…” (Kasas/28, 38)
Denilmiştir ki: Kendisi için kireç ve kerpiçten ilk bina yapan Firavundur. Bunu ilk kullanan da Hâman’dır…
m) Seleften öyleleri vardı ki evlerini gayet basit yaptıkları için, ömürleri boyunca evlerini bir kaç defa yıkıp yapmak zorunda kalmışlardı…
Onlardan öyleleri vardı ki hacca gittiğinde veya gazaya çıktığında evini elden çıkarır (yıkar) veya komşularına hibe ederdi. Döndüğü zaman (evini tekrar yapar veya hibe ettiği kişiler tarafından) kendisine geri verilirdi…
Selefin evleri ot ve deriden idi. Tavan yüksekliği ayakta durup ellerini kaldırdığında değecek kadardı…
Hasan-ı Basrî (rh.a) şöyle demiştir: “Rasûlullah (s.a.v)’in odalarına/evine girdiğimde elim tavana değerdi…”
n) Amr b. Dinar şöyle demiştir: “İnsanoğlu altı zirâ’dan daha yüksek ev yaptığında, bir melek ona şöyle haykırır: ‘Ey fâsıkların en fâsığı (daha) nereye (gidiyorsun)?’
o) Süfyan-ı Sevrî, sıvalı (güzelce) yapılan bir binaya bakmayı yasaklayarak şöyle demiştir: “Eğer o binalara hayran hayran bakılmasaydı sahipleri onları öyle (süslemezdi) yapmazdı. O binalara bakmak, onları o şekilde yapmaya yardım etmek demektir…”
p) Fudayl b. Iyaz şöyle demiştir: “Ben bina yapıp da terk edene (geriye bırakana) hayret etmiyorum. Fakat bakıp da ibret almayana hayret ediyorum…”
r) İbn-i Mesûd (r.a) şöyle demiştir: “Bir kavim gelecek ve çamuru yükseltecek, dinlerini alçaltacaktır. (Rum) atlarına binecekler, sizin kıblenize durup namaz kılacaklar fakat dininizin gayrısı (başka bir din) üzerine öleceklerdir…”
(İmam Gazâlî, “İhyâ-u Ulûmi’d-Dîn” “Zühd Bahsi”’nden kısaltılarak alınmıştır…)
Netice olarak…
Evet, netice olarak şunu söylemek istiyorum ki, yukarıda da gördüğünüz üzere zaruri olan şey barınmadır, ev almak değildir. Barınma ise kiralık ev vs. ile de giderilmektedir. O halde bir kişi ne olursa olsun ev almalıyım dememelidir. Zira barınmanın tek yolu ev almak değildir…
Ayrıca, ev almak bir kul hakkında mutlaka hayırlı da olmayabilir, çünkü ev almakla yukarıda geçen “Allah bir kula şer murad ettiğinde onun malını su ve çamurda helâk eder” hadisi şerifindeki “hakkında şer” murad edilen kullar içine dâhil olup olmadığımızı bilememekteyiz… O halde “illa ev almam lazım” deyip gayr-i meşru haram yolların kapılarını zorlamamak gerekir…
Eğer kaderimizde bizim için bir ev veya bir araba takdir edilmişse, o bize gelecektir, gelmeme gibi bir şansı yoktur…
Allah (c.c) kimimizin imanını fakirlikle muhafaza eder, kimimizin imanını da zenginlikle muhafaza eder… Önemli olan imanla yaşayıp ölmektir, imanımıza mal olma pahasına dünyalığı elde etmek değildir…
Eğer Cenâb-ı Hak helalinden imkân verirse, ‘evini de al arabanı da al’ ama imkânın yok ise, kirada oturmak ve otobüsle gidip gelmek dünyanın sonu değildir, hakkında hayırlı olan durum budur…
Ne acayiptir ki! Bizler hem dua edip hakkımızda hayırlı olanı isteriz, hem de hakkımızda hayırlı olan başımıza gelince taksimata razı olmayız… Kiracı isek ve dolmuşla/otobüsle gidip geliyorsak buna rıza göstermek gerekir, zira hakkımızda neyin hayırlı olduğunu bilememekteyiz. Zira bir hadisi şerifte “Hayır vâki olan şeydedir” buyrulmuştur, o halde başımızda vâki olan durum ne ise ona razı olmamız gerekir…
Dünya, cennete çevrilmesi gereken bir yer değil, imtihan yeridir… Dünyada olmasını istediğimiz şeyler, göl/deniz/orman manzaralı evler, envai çeşit yiyecekler-içecekler, harikulade binekler, geniş araziler, hizmetliler vs. işte bütün bunları elde etme veya elde etmeye çalışma yeri dünya değildir. Cenâb-ı Hak bunları bir ticaret karşılığı bize Cennette vereceğini zaten vaat ediyor ve bu ticaretin içeriği; “Yetmiş yıllık ömründe Cenâb-ı Hakk’ın muktezasınca yaşayıp cennete girmektir.” Yetmiş yıl dedim, zira hadisi şerifte “Ümmetimin yaşı altmış ile yetmiş arasındadır, yetmişi pek azı geçer” buyrulmuştur. Yetmiş yılın ise tamamı değil, mükellefiyet yani buluğ yaşından sonrası hesaplanmaktadır. Yani elli beş yılını ver, sonra sonsuz yılları satın al. Birisi bize, beş lira ver sana beş trilyon vereyim dese, biz de hayır olmaz desek, bize ne diye bakarlar, nasıl kelimeleri yakıştırırlar bir düşünelim. İşte Cenâb-ı Hak ile yapılan ticarette de elli beş yılını verip nice elli beş trilyon seneleri almayan kimseye de aynı yakıştırma yapılır. Bu, biz Ümmet-i Muhammed’e Rasûlullah (s.a.v) hürmetine yapılan bir ikramdır, az bir ömürle çok kazanç elde etmektir. O halde bize düşen, birazcık dişimizi sıkıp dinin emirleri gereğince yaşayıp selametle cennete girmektir. Bu, Allah’ın kolaylaştırdığına kolaydır. Allah’ım! Bizi, kolaylaştırdıklarından eyle… Âmin…