Orucun keffareti nasıl yerine getirilir? Keffaret orucu peş peşe mi tutulmalıdır? Keffaret orucunu tutan kimse hayız veya başka bir özürden dolayı orucu yarıda keserse hükmü ne olur? Keffaretin vacip olması hususunda insanlar arasında herhangi bir ayırım var mıdır? Oruç keffaretinin delili nedir? Oruç keffaretini inkâr edenin hükmü nedir? Zıhâr kefaretindeki orucun peş peşe olmasının bozulması ile oruç kefaretinin peş peşe olmasının bozulması arasındaki fark nerede ortaya çıkar? Kişi Ramazan eda orucuna geceden değil de gündüz kaba kuşluk vaktinden önce niyetlenir de sonra da orucunu kasten bozarsa, orucu zorla bozdurulursa, kendi eliyle meydana getirdiği hastalığı sebebiyle iftar etmek zorunda kalırsa, zorla sefere götürülüp de bundan dolayı iftar ederse, orucu bozduktan sonra isteyerek yolculuğa çıkarsa veya yolculuğa çıktıktan sonra orucunu bozarsa keffaret vacip olur mu? Mutad olarak her zaman belli vakitlerde sıtmaya tutulan veya hayız gören kimseler bu mutad vakitleri geldiğinde ve düşmanla savaşacağını yüzde yüz bilen kimseler oruçlarını bozarlar da bekledikleri bu özürler meydana gelmezse, keffaret gerekir mi?

SORU: Orucun keffareti nasıl yerine getirilir? Keffareti oruç tutma olarak yerine getirecek olan kişi bu oruçları peş peşe mi tutmalıdır? Keffaret orucunu tutan kimse hayız veya başka bir özürden dolayı orucu yarıda keserse hükmü ne olur? Peş peşe tutulması gereken keffaret oruçları hangileridir, nasıl ayırt edilirler? Keffaretin vacip olması hususunda insanlar arasında herhangi bir ayırım var mıdır? Oruç keffaretinin delili nedir? Oruç keffaretini inkâr edenin hükmü nedir? Zıhâr kefaretindeki orucun peş peşe olmasının bozulması ile oruç kefaretinin peş peşe olmasının bozulması arasındaki fark nerede ortaya çıkar? Kişi Ramazan eda orucuna geceden değil de gündüz kaba kuşluk vaktinden önce niyetlenir de sonra da orucunu kasten bozarsa yahut orucunu zorla/mukrah olarak bozarsa keffaret gerekir mi? Kişi kendi eliyle meydana getirdiği hastalığı sebebiyle iftar etmek zorunda kalırsa veya zorla/mukrah olarak sefere götürülüp de bundan dolayı iftar ederse bu kimselere keffaret gerekir mi? Oruçlu kimse orucu bozduktan sonra isteyerek yolculuğa çıkarsa keffaret gerekir mi? Oruçlu kimse yolculuğa çıktıktan sonra orucunu bozarsa keffaret vacip olur mu? Mutad olarak her zaman belli vakitlerde sıtmaya tutulan veya hayız gören kimseler bu mutad vakitleri geldiğinde ve düşmanla savaşacağını yüzde yüz bilen kimseler oruçlarını bozarlar da bekledikleri bu özürler meydana gelmezse, keffaret gerekir mi?

CEVAP:

(Oruç bozulupta keffaret gereken yerlerde) orucun keffareti, Kitapla sabit olan zıhâr kefareti gibidir. Yani orucun keffareti tertipte zıhâr keffareti gibi olup; 1- İlkönce köle âzâd eder. 2- Köle bulamazsa iki ay peş peşe oruç tutar. 3- Buna da gücü yetmezse 60 fakiri doyurur. Bunun delili, Kütübü’s-Sitte (altı hadis kitabındaki) meşhur A’râbî hadisidir.

Keffaret orucu (peş peşe tutulmalıdır, eğer) tutan kimse (keffaret) orucunu bırakırsa (yarıda keserse) -bir özürden dolayı bile bıraksa- yeniden başlar. Bundan yalnız hayız özrü müstesnadır. (Onda yeniden başlamak yoktur, hayız bittikten sonra kaldığı yerden devam eder.)

Katl/adam öldürme keffaretinde de (oruçta) peş peşe devam şarttır. Köle âzâdı meşru olan (köle âzâdı hükmü konulmuş olan) her keffaretin hükmü böyledir (oruçların peş peşe olması şartı vardır).

Keffaretin vacip olması hususunda erkekle kadın, hür ile köle ve sultanla başkası arasında fark yoktur. Onun için el-Bezzâziye sahibi şu meselede câriyeye oruç vacip olduğunu açıklamıştır: “Câriye fecrin doğduğunu bildiği halde sahibine “doğmadı” diye haber verir de sahibi de kendisi ile cima’da bulunursa, sahibine (keffaret) vacip olmayıp fakat câriyeye vacip olur.” el-Bezzâziye sahibi şunu da kaydetmiştir: “Sultan, helâl mal bakımından zengin olduğu halde, keffaret vermesi lazım gelir de üzerinde (alacaklı olarak) kimsenin bir hakkı da bulunmazsa, “köle âzad eder” diye fetva verilir. Ebû Nasr Muhammed b. Selâm, “(bu mevzuda sultana) iki ay oruç tutar diye fetva verilir, çünkü keffaretten maksat, (zecr) men etme/sakındırma/vazgeçirmedir. (Eğer köle âzad eder diye fetva verilirse), sultana bir ay oruç tutmayıp bir köle âzad etmek kolay gelir, binaenaleyh (zecr) men etme/vazgeçirme hâsıl olmaz” demiştir.

(Oruç keffareti) sünnetle sabittir. Bundan dolayı (oruç keffaretini zıhâr keffaretine) benzetmişlerdir. Yani zıhâr keffareti Kitapla, oruç keffareti ise sünnetle sabit olduğu için, oruç keffaretini zıhâr keffaretine benzetmişlerdir. (Zıhâr keffaretini oruç keffaretine değil de oruç keffaretini zıhâr keffaretine benzetmişlerdir), çünkü zıhâr keffareti Kitapla sabit olduğundan, daha kuvvetlidir. Bunun muktezası, oruç keffaretini inkâr edenin kâfir olması, zıhâr keffaretini inkâr edenin küfre nisbetinden daha aşağı olmasıdır. Bunu şu da teyit eder: el-Fetih’te beyan edildiğine göre, Saîd b. Cübeyr (r.a) oruç keffaretinin neshedildiğini söylemiştir.

TEMBİH: (Oruç keffaretini zıhâr keffaretine) teşbihte, oruç keffaretinin her yönden zıhâr keffareti gibi olması gerekmediğine işaret vardır. Zira zıhâr keffareti esnasında kadına yaklaşmak, mutlak surette peş peşe olmayı yarıda keser, yani (zıhâr keffaretinde) ister kasten ister unutarak ister gece ister gündüz olsun cimada bulunmak, peşi peşine tutma sırasını bozar, zira (bu mevzuda) ayet vardır. Fakat oruç ve katl/adam öldürme keffaretinde ise böyle değildir. Onlarda (orucun) peş peşe olma hâlini sadece özürlü veya özürsüz yiyip içmek bozar. Düşün! Bu makamda bazı kimselerin ayakları kaymıştır. Remlî böyle söylemiştir. “Özürsüz” sözü ile hayızdan başkalarını murad etmiştir.

Hâsılı; oruç keffaretinde cima peş peşe olma hâlini kesmez. İster geceleyin kasten cima yapsın, ister gündüz unutarak cima yapsın peş peşe olma hâlini bozmaz. Zıhâr keffaretinde ise bozar.

Keffaret ancak, (daha evvel 145’inci soruda da zikredildiği üzere), (kişi Ramazanda oruca) geceden niyetlenmiş olursa, (herhangi bir şeyle orucu bozmaya) mecbur edilmiş/mukrah olmazsa ve (iftarı mübah kılan) hayız ve (kendi eliyle meydana gelmiş olmayan) hastalık gibi sonradan çıkan ârızî bir durum bulunmazsa vacip olur.

(Yukarıdaki) “geceden niyetlenirse” (kavlinden murad), yani (Ramazan eda orucuna geceden) muayyen/belirli bir niyetle başlarsa (sonra da orucunu kasten bozarsa keffaret) vacip olur, (eğer Ramazan eda orucuna fecirden sonra gündüz kaba kuşluk vaktinden önce niyetlenir de sonra da kasten bozarsa sadece kaza gerekip keffaret gerekmez). Zira daha önce geçtiği vecihle bunlarda Şafii’nin muhalefeti vardır. Bu (muhalefet), keffaretin düşmesi için bir şüphedir. (İmam Şafii’ye göre Ramazanda oruca gündüz niyet etmek sahih değildir. Keza ona göre Ramazanda oruç mutlak niyetle de sahih değildir.)

(Yukarıdaki) “mecbur edilmiş olmazsa” (kavlinden murad), yani velev ki cima’ya mecbur edilmiş/mukrah olsa (bile keffaret sâkıt olup sadece kaza gerekir). Kadın, kocasını cima’ya mecbur etse bile (kocaya) keffaret icabetmez. Fetva buna göredir. Zahîriyye’de böyle bildirilmiştir. İhtiyar’da bunun aksine olarak “(erkeği cimaya) zorlayan kadın olursa her ikisine de keffaret vacip olur” denilmiştir.

(Yukarıdaki) “hastalık ve hayız gibi ârızî bir durum bulunmazsa” (kavlinden murad), yani hem mukim olur hem geceden niyetlenir sonra da orucunu kasten bozarsa, kendi eliyle veya kendi sebebiyle olmaksızın iftarı mübah kılan bir hastalık ve hayız gibi Allah’tan bir mâni ârız olmazsa, keffaret vacip olur.

Kendini yaralamak sureti ile hasta olan (sonra da kendi eliyle meydana getirdiği bu hastalığı sebebiyle iftar etmek zorunda kalan) veya zorla/mukrah olarak sefere götürülüp de (bundan dolayı iftar eden) kimseden (keffaretin düşüp düşmeyeceği) hakkında ihtilâf olunmuştur. Mutemet kavle göre (bu durumlarda bu kimseden) keffaret sâkıt olmaz.

Çünkü bu işler kulun fiilidir. Seferi “zorla/ikrah yoluyla” diye kayıtladı, (zira) orucu bozduktan sonra isteyerek sefer ettiği takdirde bütün rivayetlere göre keffaret sâkıt olmaz. Ama sefere çıktıktan sonra bozarsa keffaret vacip olmaz. Yani fecirden sonra yola çıkarsa, orucu bozması haram olursa da keffaret gerekmez.

Mûtad olarak (her zaman belli vakitlerde) sıtmaya tutulan veya hayız gören kimseler (bu mûtad vakitleri geldiğinde) ve (düşmanla) savaşacağını yüzde yüz bilen kimseler oruçlarını bozarlar da bekledikleri (bu özürler) meydana gelmezse, mutemet kavle göre keffaret sâkıt olur. Câmiu’s-Sağir Şerhinde Kâdıhân, sıtma ve hayız âdeti olan hakkında (keffaretin sâkıt olması hükmünün) sahih olduğunu söylemiş ve bunu, güneş battı zannederek iftar edip de batmadığı anlaşılan hale benzetmiştir.

Fakat bu kavil el-Bahır’da beyan edilene aykırı olup, orada şöyle denilmiştir: “Kadın hayız günüm geldi zannı ile iftar eder de hayız görmezse, en münasibi ona keffaretin vacip olmasıdır. Nitekim bir kimse (her zaman âdeten tutulduğu) hastalık günüdür diye iftar etse (sonra da o gün hastalanmasa) keffaret icab eder (yani hayız sahibini hastalık sahibine benzetmiş ve böylece hastalık sahibi müşebbehün bih, hayız sahibi ise müşebbeh olmuş olur).” Ben (İbn-i Âbidîn) el-Bahır üzerine yaptığım derkenarda/kenara yazılmış açıklama notunda şöyle yazdım: “İkinciyi “müşebbehün bih (kendisine benzetilen)” yapması (ona keffaret gerektiği hususunda) ittifak olduğu içindir. Hayız meselesi böyle değildir. Onun hakkında Ulema ihtilâf etmişlerdir. Sahih olan kavil (hayızda da keffaretin) vacip olmasıdır.” Onun içindir ki Sirâc ve Feyz sahipleri her iki meselede de keffaret lâzım geldiğini kesinlikle söylemişlerdir.

Hâsılı/özet olarak; (mûtad olarak sıtmaya tutulan veya hayız gören kimseler hakkındaki) bu iki meselede sahih olan kavil hakkında ihtilâf edilmiştir. Ama düşmanla çarpışacağını yüzde yüz bilenden keffaretin düşeceği hakkında kimsenin ihtilaf zikrettiğini görmedim. Aralarındaki fark -Câmiu’l-fusûleyn’de beyan edildiğine göre- şudur: Harp (savaşa başlamadan) önce orucu bozmayı gerektirir, ta ki kuvvet kazansın. Hastalık ise öyle değildir (hastalık gelmeden önce iftar etmeyi gerektirmez). (İbn-i Âbidîn, Oruç Bahsi)