SORU: Oruçlu kimse kan aldırmak, sürme çekmek, kadına dokunmak veya meniyi getirmemek şartı ile hayvana cima etmek yahut dübüre parmak sokmak gibi bir şey yapar da orucum bozuldu zannederek kasten bir şey yerse ne gerekir? Oruçlu kimse hayvana cima eder de menisi gelmez ve bundan sonra da orucum bozuldu zannederek kasten bir şey yerse keffaret gerektiğini öğrendik. Şayet hayvana cima eder de menisini getirir ve bundan sonra kasten yemek yerse hükmü ne olur? Oruçlu kimse makadına parmak sokar sonra da orucum bozuldu zannederek kasten bir şey yerse keffaret gerektiğini söylediniz. Bu parmak kuru veya yaş olursa hükmü aynı mıdır, açıklayınız? Kaza ve keffareti yerine getirmek, mühletle mi (ale’t-terâhî) yoksa derhal mi (ale’l-fevr) vaciptir? Üzerine kaza ve keffaret gereken kimsenin nafile oruç tutması caiz midir? Kaza ve keffaret orucunu tutarken hangisini ilkönce tutması gerekir? Kaza oruçlarını tutarken bunları aralıksız birbiri ardınca tutmak mı gerekir? Oruçlu kimse kadını şehvetle öper, şehvetle sarılır veya kadınla yatar yahut çırıl çıplak aşırı bir şekilde mübaşeret eder de menisi gelmezse ve sonra da orucum bozuldu zannederek kasten bir şey yerse ne gerekir? Oruçlu kimse vücudunu veya bıyıklarını yağlar da sonra da orucum bozuldu zannederek kasten bir şey yerse ne gerekir? Oruçlu kimse gıybet eder de sonra da orucum bozuldu zannederek kasten bir şey yerse ne gerekir?
CEVAP: Oruçlu kimse kan aldırmak, sürme çekmek, (kadına) dokunmak veya meniyi getirmemek şartı ile hayvana cima etmek yahut dübüre parmak sokmak gibi kendisiyle orucun bozulduğu zannedilmeyen bir şey yapar da orucum bozuldu zannederek kasten yerse, bütün bu suretlerde hem kaza hem keffaret yapar.
(Yukarıdaki) “kendisiyle orucun bozulduğu zannedilmeyen” kaydı ile bozar zannedilen fiillerden ihtiraz etmiştir/sakınmış/kaçınmıştır. Şöyle ki unutarak yer veya unutarak cima eder yahut ihtilam olur veya bakmakla menisi gelir yahut kusacağı kalkar da bu durumlarda orucum bozuldu zannederek kasten yerse, keffaret lâzım gelmez (sadece kaza eder). Çünkü şüphe vardır. Şüphe, hepsinde (keffaret lazım gelmemesinin) illetidir.
(Yukarıdaki) “meniyi getirmemek şartı ile” (kavlinden murad, yani oruçlu kişi, havana cima eder de) meniyi getirir ve bundan sonra da kasten yemek yerse, keffaret lazım gelmez (sadece kaza gerekir). Çünkü (yemeği) orucu bozulduktan sonra yemiştir.
(Yukarıdaki) “parmak sokmak”’tan murad, daha önce geçtiği vecihle kuru parmak (yani parmak kuru olursa orucu bozulmaz). Parmağını yaş olarak (dübürüne) sokar (da ondan sonra kasten yemek yerse) yine keffaret yoktur, (orucu bozulup sadece kaza gerekir). Çünkü ıslaklıkla orucun bozulduğu tahakkuk ettikten sonra yemiştir (yani yaş parmağı soktuğunda orucu bozulmuş olup bundan sonra yemek yediği takdirde oruç bozulduktan sonra yemiş olduğundan keffaret gerekmez).
(Musannıfın) kaza ve keffareti (yerine getirmenin) ne zaman vacip olacağını açıklamaması, bunların hemen (ale’l-fevr) değil, mühletle (ale’t-terâhî) vacip olacağını bildirmek içindir. İmam Muhammed’in kavli budur. Ebû Yusuf derhal (ale’l-fevr) vacip olduğunu söylemiştir. Timurtâşî’nin zikrettiği üzere Ebû Hanife’den bu hususta iki rivayet vardır. Bazıları (kaza ve keffareti yerine getirmenin) iki Ramazan arasında vacip olacağını söylemişlerdir. Kerhî: “Birinci kavil sahihtir” demiştir. Keza, (üzerine kaza ve keffaret gereken) bu kimsenin nafile oruç tutması da mekruh değildir, (nafile oruç tutabilir). Kazayı evvel zikretmesi, kaza (orucunu) keffaretten önce tutmak gerektiğini bildirmek içindir. (Kaza orucu) günlerini aralıksız birbiri ardınca tutmak müstehaptır.
(Yukarıda zikredilen bu durumlarda kaza ve keffaret gerekir) çünkü (anlatılan durumlarda orucum bozuldu zannı), yerinde bir zan değildir (zann fî ğayri mahallihî’dir). (Eğer, zann fî mahallihî olursa keffaret gerekmez şöyle ki); kendisine, (anlatılan bu durumlarda orucun bozulduğuna dair) sözüne güvenilir bir müftü fetva verir yahut (bu durumlarda orucun bozulduğunu zikreden) bir hadis işitir, tevilini bilemez (de ondan sonra orucum bozuldu zannederek kasten yemek yerse) keffaret lazım gelmez, zira (bu iki durumdan dolayı bir) şüphe vardır (ve şüpheden dolayı da keffaret düşer). (Bu durumlarda) müftü (verdiği fetvada) hata etmiş veya (böyle bir) hadis sabit olmamış olsa bile (yine de keffaret gerekmez).
“Sözüne güvenilir müftü”’ye misal; kan aldırmanın orucu bozduğuna kail olan Hambelî bir (müftüdür. Bu müftü kan aldıran oruçluya kan aldırmanın orucu bozduğuna dair fetva verir ve bunun üzerine oruçlu da orucum bozuldu zannı ile kasten yemek yer ki işte bu durumda zann fî mahallihî olduğundan keffaret sâkıt olur). el-Bahır sahibi şöyle demiştir: “Çünkü avamdan birinin, fetvasına güvendiği bir âlimi taklit etmesi vaciptir.” Bundan sonra sözüne devamla; “bundan anlaşılır ki avamdan birinin mezhebi, müftüsünün/kendisine fetva veren kişinin mezhebidir” demiş ve (bu müftünün mezhebini) hiçbir mezheple kayıtlamamıştır. Onun için el-Fetih sahibi, “avamdan biri hakkında hüküm, müftüsünün hükmüdür” demiştir. en-Nihâye’de, “müftünün, kendisinden fıkıh (dersi) alınacak kimselerden olması, o beldede fetvasına güvenilir olması şarttır. İşte o zaman (bu durumda) fetvası bir şüphe olur (yani müftünün fetvasından mütevellid olan bir şüphe hâsıl olmuş olur ki şüphelerle de keffaretler sâkıt olur). Başkasının fetvası muteber değildir” denilmiştir. Bundan anlaşılır ki “güvenilir/mutemed olunur” kelimesi -burada olduğu gibi- binası meçhul’dur ki, binaenaleyh (müftüye) sadece fetva soranın güvenmesi/itimad etmesi yeterli değildir. Anla!
“Yahut bir hadis işitir” meselâ, (Ahmed’in Müsned’inde, Şafii’nin Müsned’inde, Abdurrezzak’ın Musannaf’ında, Ebû Dâvûd, İbn-i Mâce ve Dâremî gibi eserlerde zikredilen أَفْطَرَ الْحَاجِمُ وَالْمَحْجُومُ ) “kan alanın da, aldıranın da orucu bozulmuştur” hadisini işitmiş olur da kan aldırdıktan sonra kasten yerse, yalnız kaza lazım gelir. Ama bu İmam Muhammed’e göredir. Çünkü Peygamber (s.a.v.)’in sözü, müftünün sözünden daha kuvvetlidir. Binaenaleyh (Peygamber (s.a.v.)’in sözünün) bir şüphe meydana getirmesi evleviyette kalır. İmam Ebû Yusuf’tan bunun hilâfı rivayet olunmuştur. Zira avamdan olan bir kimseye, Fukahâya uymak düşer. Onun hakkında hadisleri bilmeye ihtidâ yoktur (yani bu kimsenin hadisleri anlayıp doğruyu bulma hali yoktur).
“İşittiği hadisin tevilini bilmezse, keffaret icabetmez” fakat bilir de yine de yerse keffaret vacip olur.
(Bu durumlarda) müftü (verdiği fetvada) hata etmiş veya (böyle bir) hadis sabit olmamış olsa bile (yine de keffaret gerekmez). el-Fetih’te beyan edildiğine göre, burada “sabit olmamış olsa…” diye kastedilen hadis, az önce geçen kan aldırma hadisinden başkasıdır, çünkü o sahih ve sabittir. Gıybetçinin orucunun bozulacağını bildiren bütün hadisler ise uydurmadır. Yine el-Fetih’te, el-Bedâyi’den naklen şöyle denilmektedir: “Bir kadına (oruçlu kişi) şehvetle dokunur, şehvetle öperse veya (çırıl çıplak aşırı bir şekilde mübaşeret ederse yani erkek ve kadın tenasül yerlerini birbirine temas ettirirse) yahut onunla yatar da (bu durumlarda) menisi gelmezse, (sonra da) o kimse orucum bozuldu zannederek kasten (bir şey) yerse, (kaza ve) keffaret vermesi gerekir, (menisi gelir de ondan sonra kasten yerse sadece kaza gerekir). Ancak bir hadisi tevil etmiş veya bir fakihten fetva almış da iftar etmiş (kasten bir şey yemiş) olursa, fakih hata etmiş ve hadis sabit olmamış olsa bile bu takdirde ona keffaret lazım gelmez. Çünkü fetvanın zâhiri ve hadis, bir şüphe addedilir.” (Nitekim daha önce 139’uncu soruda zikretmiştik.)
(Yukarıda anlatılan müftünün fetva vermesi yahut bir hadis işitmesi durumlarında keffaretin sâkıt olması hussularından) yağlanma (hali) müstesnadır.
el-Bedayi’den şöyle nakledilmiştir: (Oruçlu kimse) yağlanır da sonra (da orucum bozuldu zannederek kasten bir şey) yerse keffaret verir. Çünkü kasten yemiş ve hiçbir şer’î delile dayanmamıştır. Zira burada (orucun bozulduğuna dair fetva vermiş olan) bir fakihin fetvasına veya kendisinin hadisi tevil etmesine bakılmaz. Çünkü (yağlanan kişinin orucunun bozulmayacağı mevzusu), fıkıhtan az çok nasibi olan bir kimsenin şüphe etmeyeceği şeylerdendir.
el-Hâniyye’nin sözü el-Bedayi’den nakledilene aykırı olup orada şöyle denilmektedir: “Sürme çekinen veya kendisini yağlayan yahut bıyıklarını yağlayan ve sonra (orucum bozuldu zannederek) kasten bir şey yiyen kimseye keffaret lazım gelir. Ancak bu kişi cahil olur da kendisine “yiyebilirsin”’ diye fetva verilirse o (vakit keffaret lazım gelmez).” el-İmdâd sahibi bu durumda şöyle demiştir: “Bu izaha göre bizim “ancak kendisine bir fakih fetva vermiş olursa müstesnadır” sözümüz, bıyığı yağlama meselesine şâmil olur/kapsar.” Görüyorsun ki o, istisna yapılmamasını tercih etmiştir.
Ben (İbn-i Âbidîn) derim ki: Lâkin el-Hâniyye ve diğer kitaplardan gıybet hakkında naklettiklerimiz, el-Bedâyi’nin sözünü teyit etmektedir.
Fukahânın çoğunluğuna göre gıybet de (yağlanma) gibi olup keffaret icabeder. Çünkü (gıybet ettikten sonra orucum bozuldu zannederek) orucu bozmak kıyasa aykırıdır. Gerçi, “üç şey oruçluyu iftar ettirir (orucunu bozar)” hadisinde (üç şeyden birisi) gıybet (olarak) zikredilmişse de, bu hadis ittifakla “(orucun) sevabı gider” diye tevil edilmiştir. Kan aldırma hadisi böyle değildir, zira Ulemadan Evzâî ve İmam Ahmed gibi bazı zevât (bu hadisin) zâhiri ile amel etmişlerdir. Gıybet hakkında Zâhiriyye taifesinin muhalefeti itibara alınmamıştır, çünkü bu muhalefet, geçmişte Selef (gıybet hadisini) söylediğimiz şekilde tevil ettikten sonra ortaya çıkmıştır.
el-Hâniyye’de şöyle denilmiştir: “Bazıları, (gıybetle) kan aldırma birdir dediler. Fakat Ulemanın çoğunluğu, her hâlükârda ona (yani gıybetin orucu bozduğunu zannederek kasten bir şey yiyene, kendisine bir müftü fetva vermiş veya bir hadisi işitmiş olsa da) keffaret lazım geldiğini söylemişlerdir. Zira Ulema (“üç şey oruçluyu iftar ettirir” (orucunu bozar)) hadisinin zâhiri ile amelin terkine ittifak etmişlerdir ve “bununla Peygamber (s.a.v.) ahiret sevabını kastetmiştir, bu hususta (yani gıybetin orucu bozduğu hususunda) muteber bir kavil de yoktur. Bu (yani gıybet edenin orucunun bozulması) bir zan olup, bir delile dayanmamaktadır. Binaenaleyh bir şüphe meydana getiremez (şüphe hâsıl olmadığından dolayı da keffaret sâkıt olmaz)” demişlerdir.”
es-Sirâc’da da buna benzer sözler vardır, el-Fetih’te de el-Bedâyi’den naklen böyle denilmiştir, el-Hidâye sahibi ile şârihleri de kesinlikle buna kail olmuşlardır. Rahmetî şöyle demiştir: “Gıybet hakkındaki hadis ve (gıybetin orucu bozduğuna dair müftünün verdiği) fetva şüphe sayılmayınca, bıyık yağlamanın uzak kalacağı evleviyetle sabit olur.”
Ben (İbn-i Âbidîn) derim ki: Onun için el-Fetih sahibi Bedâyi’den naklen ikisini (yağlanmayı ve gıybeti) müsavi/aynı saymıştır. el-Mebsût’tan naklen el-Mi’râc sahibi de öyle yapmıştır. Amel, Fukahânın çoğunluğunun (gıybet ve yağlanmada keffaret gerektiği) kavline göredir. Allah’u Âlem. (İbn-i Âbidîn, Oruç Bahsi)