Ölü bir kimseden hayatta olan bir kimseye organ nakli yapmak caiz midir?

SORU: Ölü bir kimseden hayatta olan bir kimseye organ nakli yapmak caiz midir?

CEVAP:

 

1- Ölü bir kimseden hayatta olan bir kimseye organ nakli yapmak…

Ölü bir kimseden hayatta olan bir kimseye organ naklinin hükmü hususunda iki görüş vardır. Ancak, ölüden hayatta olan kimseye organ naklinin caizliği hususundaki ihtilaf, hayatta olan kimseden diğer hayatta olan kimseye organ nakli hususundaki ihtilaf kadar büyük ve derin değildir. Hayatta olandan hayatta olan diğer bir kimseye organ nakli hususunda cevaz vermeyen birçok âlim, ölüden hayatta olan kimseye organ nakli hususunda cevaz vermişlerdir…

 

a) Birinci görüş:
İnsanın ne canlı iken, ne de vefatından sonra vücudunun bir uzvunu bağışlaması caiz değildir, haramdır. Çünkü insan ne hayatta iken, ne de vefatından sonra bedeni üzerinde herhangi bir tasarrufa sahip değildir…

Bu görüşün delilleri:

1- Ölü bir kimsenin uzuvlarını almak ölünün hürmetini çiğnemek ve aşağılamaktır…

2- İnsanoğlu ne bedeninin, ne de uzuvlarının maliki değildir. Maliki olmadığı bir şeyi vasiyet etmesi de caiz değildir. Bir kimsenin kendi vücudu ve organları hakkında vasiyet etmesi caiz değil ise, akrabalarının da ölünün bedeni hakkında tasarrufta bulunmaları caiz değildir…

3- Rasûlullah (s.a.v): “Onu kırma! Onu bu şekilde ölü iken kırman, aynen diri iken kırman gibidir” buyurmuştur. Ölünün kemiğini kırmak hayatta iken kemiğini kırmak gibi olması, ölünün cesedine dokunmanın haram olduğunu gösterir. O halde ölünün organını almak için cesedine dokunmak da haram olur…

 

b) İkinci görüş:
Ölünün bir uzvunu, hayatta olan kimseye nakletmek, şartları yerine geldiği takdirde caizdir…

Bu görüşün delilleri:

1- Ölülerden hayatta olan kimselere organ nakli, ilaçla tedavi kabilinden olup şer’an caizdir…

2- İslâm, insanoğlunun bedenini ölümünden sonra da şerefli kılmış, kabir soygunculuğunu, cesetlere zulüm ve tecavüzü haram kılmıştır. Ölülere dokunmayı, zarar vermeyi hayatta olan kimselere dokunmak ve zarar vermek gibi saymıştır. Ancak zaruret, ölünün bir uzvunu hayatta olan kimseye nakletmeyi gerektirmektedir. Çünkü yaşayan kimsenin hayatı kurtulacaktır. Burada iki ayrı zararla karşı karşıya kalınmıştır. Zararlardan birincisi yaşayan kimsenin hayatını kaybetmesi, ikincisi ise ölü kimsenin cesedinin hürmetine tecavüzdür. İki zarardan en hafifini tercih etmek gerekmektedir. Ölü kimsenin cesedinin hürmetinin çiğnenmesi daha hafiftir. Canlı olan kimsenin hürmetinin çiğnenmesi ise daha ağırdır. Bu sebeple canlı olan kimsenin hürmeti tercih edilir ve böylelikle ölünün cesedinden uzuv alınıp hayatta olana nakledilmesi caiz olur…

3- Hanefî (Reddu’l-Muhtâr), Şâfiî (el-Mecmûu’n-Nevevî), Mâlikî (Hâşiyetu’d-Dusûkî alâ Şerhi’l- Kebîr) ve Hanbelî fakihleri (el-Muğnî İbn-i Kudâme Mea’ş-Şerhi’l-Kebîr), başkasının malını yutmuş bir kimsenin öldükten sonra karnının yarılıp yutmuş olduğu malın çıkartılmasına cevaz vermiştir. Başkasının malı için cesedin hürmetinin çiğnenmesi caiz olunca, başkasının hayatını kurtarmak için cesedin hürmetinin çiğnenmesi daha önceliklidir…

Fakihler, başkasının malını yutan kişinin öldükten sonra karnının yarılıp malın çıkarılması hususunu şöyle illetlendirmişlerdir: Ölünün karnını yarmada, başkasının malını korumak vardır. Başkasının malını zayi etmemek ve sahibinin elinden almamak için ölünün karnı yarılır. Başkasının malını zayi etmemek için ölünün karnının yarılması cesedin hürmetini çiğnemek olmuyor ise, başkasının hayatını kurtarmak için ölen kişinin veya ölü sahiplerinin izniyle ölünün bir uzvunu almanın cesedin hürmetini çiğnemek olmayacağı açıktır…

4- Hanefîler, Şâfiîler ve bazı Hanbelîler, “hamile bir kadın öldüğünde eğer karnındaki çocuk altı aylığı geçmiş ve çocuğun yaşayacağı zannı galipse o zaman kadının karnı yarılır ve çocuk çıkartılır” demişlerdir. Çocuğun hayatı söz konusu olunca, ölen annenin karnını yarmak caiz ise, aynı şekilde ölünün karnını yararak ondan bir uzvu alıp, hayatı söz konusu olan başka bir kişiye nakletmek de caiz olur. Çünkü burada şu iki kaideyle amel edilir:

a) “Zaruretler, mahzurlu şeyleri mübah kılar…” b) “Büyük olan zarar, kendisinden daha hafif bir zararla giderilir…”

Bu kaidelerin en belirgin örneğini ise, açlıktan ölecek kimsenin leş yemesinin caiz olması hükmünde görmekteyiz. Burada da canlı olan bir insanın hayatını kurtarmak için, ölü kimsenin hürmetinin çiğnenmesi caizdir. Çünkü iki şerle karşı karşıya kalındığında en hafif olanı tercih edilir…

5- Ölünün bir uzvunu, hayatta olan kimseye nakletmek hususunda iki maslahat karşı karşıya gelmiştir. Birincisi, ölünün hürmetinin çiğnenmemesi ve bedeninin bütünlüğünün korunması; ikincisi ise, hasta olan kimsenin hayatta kalmasıdır. Böyle bir durumda ise şu kaideyle amel edilir: “Eğer bir meselede birden fazla maslahat toplanırsa hepsini yerine getirmek lazımdır. Eğer bu maslahatlardan yalnızca bir tanesini yapmak mümkün olursa, en öncelikli, en üstün ve en evlâ olan yerine getirilir. Bu durumda en üstün olan maslahatı yerine getirmek vaciptir.” Hastanın hayatını kurtarmak ve sıhhatini sağlamak hususundaki maslahat, ölünün bedenini ve hürmetini muhafaza etme hususundaki maslahata tercih edilir…

 

 

2- Ölünün bir uzvunu, hayatta olan kimseye nakletmenin cevazına hükmeden Âlimler, mutlak bir cevaz vermemişlerdir. Bu hükmü belirli şartlara bağlamışlardır. Bu şartlar bulunduğu takdirde, ölüden hayatta olan kimseye organ nakli caiz, bu şartlar bulunmadığı takdirde ise caiz değildir…

Ölünün bir uzvunu, hayatta olan kimseye nakletmenin cevazının şartları şunlardır:

1- Kendisine organ nakli yapılacak kimse, zaruri olarak organ nakline muhtaç olmalıdır. Zaruret hali ise; “kişinin ölüm tehlikesi altında olması veya nakil yapılmaz ise çok büyük bir zarara uğrayacak olması” demektir…

2- İhtiyaç olunan organı almak için insan ölüsünden başka bir ölü bulunmaması gerekmektedir. Eğer insan ölüsünden başka bir ölüden ihtiyaç olunan organ alınabilecek ise insan ölüsünün organını almak caiz değildir…

3- Organ naklinin, nakil olunan kimseye faydalı olacağı hususunda güvenilir, mütehassıs ve uzman bir doktor teşhis koymalıdır. Aynı şekilde doktor, organ nakli dışındaki tedavi yollarının tükendiğini ve organ naklinin tek tedavi yolu olduğuna hükmetmelidir…

4- Organını bağışlayan kimsenin bu iş için izni ve rızası olmalıdır. Ölümünden önce organlarını bağışladığını vasiyet etmesi de rızası ve izni yerine geçer. Aynı şekilde ölünün akrabalarının rızası ve izni de organ naklini caiz kılar. Akrabaların öncelik durumu ise, miras paylaşımındaki öncelik sıralarına göredir. Şayet ölü kimsenin bu hususta bir vasiyeti yoksa akrabaları ve yakınları da bulunmuyor veya bilinmiyorsa, o halde Müslümanların emîri veya o düzeydeki kimsenin rızası ve izni gerekir. Yukarıdaki tüm izin verme hallerindeki şart; hiçbir tesir altında kalınmadan, hür bir iradeyle verilmiş olmasıdır…

5- Organını veren kimse bu bağıştan dolayı herhangi bir maddî karşılık almamalıdır. Allah rızasını gözeterek vermelidir. Çünkü insanın bedeni ne canlı iken ne de ölü iken alış-veriş mahalli değildir…

6- Organı alınacak kimsenin vefatının gerçekleşmiş olması gerekmektedir. Kişinin vefat ettiğine; fennî, ilmî, tıbbî, dinî deliller ve hükümlerle birlikte, zahir dış emareler çerçevesinde karar verilir. Ölüm gerçekleşmeden organ almak ise adam öldürme olacağından cezayı gerektirir. ‘Ölüm’ü fakihler şöyle açıklamışlardır: Ölüm, hayatın zeval bulmasıdır. Ölümün alameti ise; gözlerin dikilmesi, nefesin kesilmesi, ayakların gevşemesi, burnun kıvrılması, gözle kulak arasında olan iki damarın çökmesi ve yüzün derisinin uzayıp sarkmasıdır. Ancak zamanımızda tıbbî bilim, kişinin ölümüne hükmetme konusunda henüz net bir şey ortaya koymamışlardır…

Ayrıca organı alacak olan doktor, yalnızca zaruret miktarı gerekli olan uzvu almalıdır. Çünkü organ nakline cevaz, zaruretten dolayı verilmiştir. “Zaruret ise miktarınca takdir edilir.” Keza, işlemi yapan doktor cesede yumuşak davranmalı, açılan yarayı hayattaymış gibi dikmelidir…

 

Tercih ettiğimiz görüş…

Tercih ettiğimiz görüş, “ölen kimsenin veya veresesinin rızası olması ve zikredilen şartların bulunması durumunda ölüden canlı olan kimseye organ nakli caizdir” diyen âlimlerin görüşüdür…