Ölen kişinin kılamadığı namazlar için onun adına velîsi fidye verebilir mi? Namazların fidyesi her bir vakit namaz için mi yoksa bir günlük namaz için mi hesaplanır? Ramazan ayının fitre miktarı ile fidye miktarı aynı mıdır? Ölen kişinin üzerinde vacip bir itikâf bulunursa, velîsinin onun yerine fidye vermesi caiz olur mu? Ölen kişinin üzerinde kalan ibadet bedenî veya mâlî yahut hem bedenî hem mâlî ise velî nasıl davranır, bu durumdaki usûlü özetler misiniz? Çok yaşlı olan kişi oruç tutmayıp iftar edebilir mi? Oruç tutmaması caiz olan ihtiyarlar kimlerdir? Bir kimse ebediyen oruç tutmayı adar da geçimini sağlamak için çalışırken oruç tutmaktan zayıf düşerse nasıl davranır? İhtiyar kişi oruç tutmaktan yazın aciz kalıp kışın gücü yetiyorsa fidye vermesi caiz olur mu? Pîr-i fâni olan kişi Ramazan ayının henüz başındayken fidyesini vermek isterse caiz olur mu? Her günün fidyesini bir fakire mi vermelidir, birkaç günün fidyesini bir fakire verebilir mi, bir günün fidyesini birkaç fakire dağıtabilir mi? Fidye vermesi vacip olan kişi fidye veremeyecek kadar fakir olursa ne yapar? Fidye vermenin pîr-i fâni ve benzeri kimseler için caiz olduğunu öğrendik. O halde hangi oruçlar için fidye verilmesi caizdir, onu açıklayınız? Bir kimsenin yemin veya katil keffaretinden dolayı oruç tutması gerekir ve aciz kalır da tutamazsa onun yerine fidye vermesi caiz olur mu? Bir kimse ihramlı iken bir rahatsızlıktan dolayı başını tıraş eder de kesecek kurban ve altı fakire dağıtacak üç sâ’ buğday bulamaz ve oruç tutamayacak kadar da pîr-i fâni olursa, oruç yerine fakir doyurması caiz olur mu? Oruç tutmaktan âciz kimse yolcu olur da mukim olmadan ölürse, fidye verilmesi için vasiyet etmesi vacip midir? Pîr-i fâni olan kişi fidyesini verdikten sonra oruç tutmaya gücü yeterse ne yapmalıdır? Fidye hangi şartlarda orucun halefi olur? Fidyenin orucun halefi olması ile teyemmümün abdestin halefi olması arasında bir fark var mıdır? Fidyede mübah kılmak yeterli midir? Bir meselede mübah kılmak ile temlik etmek hususlarından hangisinin caiz olduğunu, hangisinin caiz olmadığını kısaca nasıl anlarız?

SORU: Ölen kişinin kılamadığı namazlar için onun adına velîsi fidye verebilir mi? Namazların fidyesi her bir vakit namaz için mi yoksa bir günlük namaz için mi hesaplanır? Ramazan ayının fitre miktarı ile fidye miktarı aynı mıdır? Ölen kişinin üzerinde vacip bir itikâf bulunursa, velîsinin onun yerine fidye vermesi caiz olur mu? Ölen kişinin üzerinde kalan ibadet bedenî veya mâlî yahut hem bedenî hem mâlî ise velî nasıl davranır, bu durumdaki usûlü özetler misiniz? Çok yaşlı olan kişi oruç tutmayıp iftar edebilir mi? Oruç tutmaması caiz olan ihtiyarlar kimlerdir? Bir kimse ebediyen oruç tutmayı adar da geçimini sağlamak için çalışırken oruç tutmaktan zayıf düşerse nasıl davranır? İhtiyar kişi oruç tutmaktan yazın aciz kalıp kışın gücü yetiyorsa fidye vermesi caiz olur mu? Pîr-i fâni olan kişi Ramazan ayının henüz başındayken fidyesini vermek isterse caiz olur mu? Her günün fidyesini bir fakire mi vermelidir, birkaç günün fidyesini bir fakire verebilir mi, bir günün fidyesini birkaç fakire dağıtabilir mi? Fidye vermesi vacip olan kişi fidye veremeyecek kadar fakir olursa ne yapar? Fidye vermenin pîr-i fâni ve benzeri kimseler için caiz olduğunu öğrendik. O halde hangi oruçlar için fidye verilmesi caizdir, onu açıklayınız? Bir kimsenin yemin veya katil keffaretinden dolayı oruç tutması gerekir ve aciz kalır da tutamazsa onun yerine fidye vermesi caiz olur mu? Bir kimse ihramlı iken bir rahatsızlıktan dolayı başını tıraş eder de kesecek kurban ve altı fakire dağıtacak üç sâ’ buğday bulamaz ve oruç tutamayacak kadar da pîr-i fâni olursa, oruç yerine fakir doyurması caiz olur mu? Oruç tutmaktan âciz kimse yolcu olur da mukim olmadan ölürse, fidye verilmesi için vasiyet etmesi vacip midir? Pîr-i fâni olan kişi fidyesini verdikten sonra oruç tutmaya gücü yeterse ne yapmalıdır? Fidye hangi şartlarda orucun halefi olur? Fidyenin orucun halefi olması ile teyemmümün abdestin halefi olması arasında bir fark var mıdır? Fidyede mübah kılmak yeterli midir? Bir meselede mübah kılmak ile temlik etmek hususlarından hangisinin caiz olduğunu, hangisinin caiz olmadığını kısaca nasıl anlarız?

CEVAP:

(Ölen kişinin kazaya kalan namazı) vitir namazı olsa bile her (bir vakit) namazın fidyesi mezhebe göre bir günün orucu gibidir (yani bir vakit namaz için bir oruç fidyesi kadar fidye verir).

(Bu mevzu geçmiş namazların kazası bahsinde zikredilmiştir. Orada kısaca şöyle denilmiştir: (Ölen kişi namına), kazasını kılamadığı her namaz için buğdaydan yarım sâ’ verilir. Bunu ölenin velîsi yani vasiyet veya veraset sebebiyle (ölenin) malında tasarruf hakkı olan kimse verir. Ölenin vasiyeti varsa (veli, bu fidyeyi ölenin) malının üçte birinden verir. Vasiyeti yoksa (velinin bir şey) vermesi lazım gelmez/vacip olmaz. Çünkü keffaret bir ibadettir. (İbadette) ihtiyar şarttır. Vasiyet etmeyince de (bu) şart yok demektir (yani ölen kişi vasiyet etmeyince, fidye vererek keffaret ödeme ibadetini seçmemiş demektir). Binaenaleyh imkânsızlık sebebiyle dünya hükümleri (ölen) hakkında sâkıt olur. Kul hakları böyle değildir. Zira onlarda vacip olan, hakkın sahibine ulaşmasıdır.

Sonra bilmelisin ki, ölen kimse (kendisinin) oruç fidyesinin (verilmesini) vasiyet ederse kat’î surette caiz olduğuna hükmedilir. Çünkü nâs/menkul’den delil vardır. Vasiyet etmezse, mirasçı kendiliğinden verdiği takdirde ez-Ziyadât isimli eserinde İmam Muhammed “inşaallah kâfi gelir” demiş; kâfi/yeterli gelmeyi Allah’ın dilemesine bağlamıştır. Zira bu hususta nâs/menkul’den bir delil yoktur. Keza (ölen kişi) namaz fidyesi (verilmesini) vasiyet ederse (İmam Muhammed) bu hususu yine Allah’ın dilemesine bağlamıştır. Çünkü Ulemamız namazı ihtiyaten oruca kıyas etmişlerdir (yani ölenin kazaya kalmış namazları için fidye verilmesi hususunu ölenin kazaya kalmış oruçları için fidye verilmesi hususuna kıyas etmişlerdir). Oruç hakkındaki nâs/menkulden delilin acizle ta’lil edilmiş olması ihtimali vardır (yani ölenin kazaya kalmış oruçları için fidye verilebilmesinin cevazlığı, orucu kaza etmekten aciz kalmasıyla illetlendirilmiş olması ihtimali vardır). Böyle olunca (bu acziyet) illeti namaza da şamildir. Acizle ta’lil edilmemişse (yani hakikatte tutulamayan oruçların fidyesinin verilebilmesinin illeti kaza etmekten aciz olmak değilse, o takdirde kazaya kalmış namazlar için) verilen fidye başlı başına bir hayır (sadaka) olur ve günahları gidermeğe yarar.

Her bir namaz için keffaret, ölenin malının ancak üçte birinden verilir. Yani (keffaret ödenmesi hususundaki) vasiyet, (ölenin) malının üçte birinden fazla tutarsa velinin fazlasını vermesi lazım gelmez/vacip olmaz. Ancak varislerin rızasıyla verilebilir. el-Kınye’de şöyle denilmektedir: “Bir kimse malının üçte birini ömrü boyunca bıraktığı namazların (fidyesi olarak verilmesini) vasiyet etse ve ayrıca borcu bulunsa, alacaklısı (ölen kişinin bu) vasiyetini geçerli saysa bile caiz olmaz. Zira vasiyet borçtan sonra gelir. (Vasiyeti) caiz/geçerli görmekle borç sâkıt olmaz.”)

Vaktiyle Muhammed b. Mukâtil’in, “her günün namazları için o günün orucunda olduğu gibi (yani beş vakit için) yarım sâ’ buğday verir” dediği rivayet olunmuşsa da, sonra bu sözden dönmüş ve “her (bir vakit) farz namaz bir gün oruç gibidir” (her bir vakit namaz için yarım sâ’ buğday verir) demiştir. Sahih olan da budur.

Fitre/fıtır sadakasında da bütün ayın fitresi bir günün orucu gibidir (yani Ramazan ayının komple fitresi bir günün orucunun fidyesi kadardır). Halebî, “fitre de böyledir (bir günün orucunun fidyesi gibidir)” demesi, onu da velî, ölenin vasiyeti üzerine çıkarır/verir manasınadır” demiştir. (160’ıncı soruya da müracaat ediniz.)

(Velî), (ölenin üzerindeki) vacip olan itikâf için, (fidye olarak) ölen namına her (bir) gün (itikâf için) bir fitre (miktarı) yiyecek tasadduk eder. Yani (ölenin) vasiyeti varsa, (ölenin) malının üçte birinden (velisinin) vermesi lazımdır/vaciptir. (Ölenin) vasiyeti yoksa (velisinin) vermesi lazım/vacip değil, caizdir. Ondan sonrakiler hakkında da hüküm budur. el-Kuhistânî’de beyan edildiğine göre, mirasçının ölen namına verdiği zekât, keffaret ve yaptığı hac ihtilafsız geçerlidir” yani vasiyeti olmasa bile kâfidir demek istiyor ki, onun sözünden anlaşılan budur.

Hâsılı/sözün özeti, (ölen kişinin üzerinde kalan) ibadet bedenî ise, vasî, ölen namına her vacip için fitre (miktarı) yiyecek tasadduk eder. (Ölen kişinin üzerinde kalan ibadet) zekât gibi mâlî (bir ibadet) ise, vasî, ölen namına (hayattayken ödemesi) vacip (olan zekâtın) miktarı (ne ise onu) verir. (Ölen kişinin üzerinde kalan ibadet) hac gibi mürekkep (hem bedenî hem mâlî bir) ibadetse, (vasî), ölenin malından onun namına haccedecek bir adam gönderir.

Oruçtan devamlı âciz olan pîr-i fâni, (oruç) tutmayabilir. Pîr-i fâni’den murad, kuvveti kalmayan yahut ölümü yaklaşan (ihtiyardır). Onun için Fukahâ (pîr-i fâni’yi), “ölünceye kadar her gün noksanlaşan” diye tarif etmişlerdir (veya bir diğer deyişle ne Ramazanda ne sonrasında ne de hayatının sonuna kadar kaza etmeye gücü yetmeyecek kimsedir). Bu tarifin benzeri de el-Kirmânî’den naklen el-Kuhistânî’de olup orada, “hastanın iyileşmesinden tamamen ümit kesilirse, hastalığının her günü için fidye vermesi icabeder” denilmiştir. el-Bahır’ın şu sözü de böyledir: “Bir kimse ebediyen oruç tutmayı nezreder/adar da geçimini sağlamak için çalışırken oruç tutmaktan zayıf düşerse, (oruç) tutmayıp (onun yerine) fidye vermesi caizdir. Çünkü (tutamadığı oruçları) kaza edemeyeceğini yakînen/kesinlikle anlamıştır.” Pîr-i fâni olan kişinin oruç tutamamadaki acziyeti devamlı olmalıdır, şöyle ki, eğer oruç tutmaya sıcağın şiddetinden tahammül edemiyorsa, (yazın oruç tutmayı) bırakıp kışın kaza eder (fidye veremez).

 (Pîr-i fâni kişi) zengin ise, (Ramazan) ayının başında bile olsa fidyeyi vacip olarak verir. (Pîr-i fâni kişi) bu durumda fidyeyi ayın başında vermekle sonunda vermek arasında muhayyer bırakılır. Çünkü pîr-i fâni kişinin özrü geçici değildir ki (orucu) kazaya kalsın da fidye vacip olsun (yani “bu kişi Ramazanın geçmesini bekler, oruç tutup tutamayacağına bakar da tutamadıktan sonra kazaya kalınca fidye vermesi o zaman vacip olur” denilmez çünkü özrü zaten geçici değildir. Binaenaleyh bu kişi fidyeyi Ramazanın başında verse bile verdiği fidyenin hükmü vaciptir/vacip olarak vermiş olur). Hastalık ve yolculuk gibi şeyler geçici olup, onlarda kaza vaciptir. Ölmekle (fidye vermekten) âciz kalırsa, fidye (verilmesini) vasiyet etmesi vacip olur.

(Fidyeyi birden fazla) müteaddit fakirlere (vermesi) şart değildir. Yani yemin keffareti gibi hususlarda olduğu gibi (fidyeyi birden fazla fakire vermesi şart değildir). Çünkü yemin keffaretinin (aynı kişiye verilmeyip) müteaddit kimselere verileceği nâs/menkul’den delil ile bildirilmiştir.

(Bir günlük orucun fidyesi yarım sâ’ olup), iki günlük (orucun) fidyesi (olarak) bir fakire bir sâ’ verirse caiz olur. Lâkin el-Bahır’da el-Kınye’den naklen bu hususta İmam Ebû Yusuf’tan iki rivayet olduğu, Ebû Hanife’ye göre ise yemin keffaretinde olduğu gibi burada da (bir fakire vermenin) caiz olmadığı bildirilmiştir. Ebû Yusuf’tan bir rivayete göre, bir günün (fidyesi olan) yarım sâ’ buğdayı birkaç fakire vermek caizdir. Hasan, “biz bununla amel ederiz” demiştir.

(Pîr-i fâni kişi fakir) ise Allah’a istiğfar eder. Bu cümleyi el-Fetih ve el-Bahır sahipleri, “bir kimse ebediyen oruç tutmayı nezreder/adar da geçimini sağlamak için çalışırken oruç tutmaktan zayıf düşerse, (oruç) tutmayıp (onun yerine) fidye vermesi caizdir” meselesinin arkasından zikretmişlerdir. Zahire bakılırsa bu o (meseleye) râcîdir/dönmektedir, üst tarafındaki pîr-i fânî meselesine râcî değildir. Çünkü (fakir olan pîr-i fâni kişi orucu tutamayıp da) üzerine fidyenin vacip olması hususunda herhangi bir surette/vecihle kusur etmemiştir (ki ona istiğfar etmek lazım gelsin). (Ebediyen oruç tutmayı) nezreden kişi böyle değildir, geçim derdi ile uğraşması vacip olsa bile, geçim derdiyle uğraşmaktan dolayı oruç tutamamakla bir nevi kusur etmiş olur, çünkü burada kendi çıkarını tercih etmiştir. Teemmül edilsin!

Fidyenin pîr-i fâniye ve benzeri (kimselere) vacip olması; Ramazan orucu, Ramazanın kazası, nezir/adak oruçlarında olduğu gibi orucun bizzat asıl olup edası ile mükellef bulunduğu yerlerdedir. (Nezir hususu yukarıda), “ebediyen oruç tutmayı nezreden kişi” meselesinde zikredilmişti. Keza muayyen/belirli bir oruç nezreder/adar da pîr-i fânî oluncaya kadar tutmazsa, fidye vermesi caiz olur.

Yemin veya katil keffaretinden dolayı oruç tutması lazım gelir de tutamazsa, hayattayken fidye vermesi caiz olmaz, zira burada oruç başkasının bedelidir, (Ramazanın edası-kazası ve nezir oruçlarında olduğu gibi “bizzat asıl olan” bir oruç değildir). Ama (katl ve yemin keffaretinde fidye verilmesini vasiyet ederse caiz olur. Bu hususta 160’ıncı soruya da müracaat ediniz). Yemin veya katl keffareti diye kayıtlaması/sınırlandırması, zıhâr keffareti ve fakirlikten dolayı köle âzâd edemeyip ihtiyarlıktan dolayı da oruç tutmama durumundan ihtiraz/sakınmak içindir ki, bu kimse bu durumlarda (fidye olarak) altmış fakiri doyurabilir, (bu hususlarda da keza oruç başkasının bedelidir ancak bununla birlikte oruç tutulamadığı zaman fidye verilmesi caizdir), çünkü burada (yiyecek vermek), nâssın/menkulden delilin beyanı (bizzat böyle zikretmesi) ile orucun bedeli olmuştur (nâs oruç tutulamazsa yiyecek verilmesini zikretmiştir). Yemin keffaretinde ise yiyecek vermek orucun bedeli değildir, bilâkis oruç tutmak (yiyecek vermenin) bedelidir.

el-Hâniyye’den naklen el-Bahır’da ve Gâyetü’l-Beyân’da şöyle denilmektedir: “Keza ihramlı iken bir rahatsızlıktan dolayı başını tıraş eder de kesecek kurban ve altı fakire dağıtacak üç sâ’ buğday bulamazsa ve kendisi de oruç tutamayacak kadar pîr-i fânî haldeyse, oruç yerine (fidye olarak) fakir doyurması caiz olmaz, çünkü (burada oruç) bedeldir.”

Oruç tutmaktan âciz kimse yolcu olur da mukim olmadan ölürse, (fidye verilmesi için) vasiyet etmesi vacip değildir.

Pîr-i fânî olduğundan oruç tutamayıp fidye veren kişi ne zaman gücü yeterse/imkân bulursa (bu oruçları) kaza eder, çünkü oruçta fidyenin orucun yerini tutmasının/halef olmasının şartı (oruç tutmaya mani olan) aczin devam etmesidir (yani pîr-i fâni kişi tutamadığı oruçlar için fidye verdikten sonra oruç tutmaya gücü olursa fidyesini vermiş olduğu bu oruçları kaza etmesi gerekir. Fidye vermiş olması yetmez, zira fidyenin orucun yerini tutması orucu kaza etmeye güç yetiremediğine binaen idi, oruca gücü yeter olduğunda halef ortadan kalkar çünkü asıl gelmiştir).

el-Bahır sahibi şöyle demiştir: (“Oruçta aczin devam etmesi fidyenin oruca halef olmasının şartıdır”) kavlinde “oruçta” diye kayıtlamamız/sınırlamamız, teyemmüm etmiş kişiyi çıkarmak içindir. Teyemmümlü kişi (bu teyemmümle namaz kıldıktan sonra) suyu bulduğu vakit teyemmümle kıldığı namaz bâtıl olmaz. Çünkü teyemmümün (abdeste) halef olması için, şart, sadece suyu kullanmaktan âciz kalmaktır, (suyu kullanmaktaki acziyette) devam kaydı/devam etmesi şartı yoktur. Keza, iddet bekleme hususunda ayların, kur’’ların (hayızların) halefi olması için menopoz (hayızdan kesilme ye’s yaşı) ile birlikte kanın kesilmesi şarttır, (kanın kesilme durumunun) devam (etmesi) şart değildir. Hatta hayız bahsinde açıkladığımız üzere, (menopozdan sonra) kanın tekrar gelmesi ile geçmiş (yani ay hesabıyla beklediği iddetten sonra yaptığı) nikâhlar bâtıl olmaz.”

Fidyede mübah kılmanın kâfi/geçerli/yeterli olup olmadığı hususunda iki kavil vardır. Meşhur olana göre, evet, kâfidir/yeterlidir. Çünkü “it’âm” yani “yiyecek verme” lâfzı ile rivayet edilen sözlerde ibâha da temlik de caizdir. “Eda (etmek)” ve “vermek” sözleri ile rivayet edilenler bunun hilâfınadır, bunlarda (sadece) temlik (caizdir). (İbn-i Âbidîn, Oruç Bahsi)