SORU: Muallâk nezirde tâcil/acele edip önceden yerine getirmek caiz midir? Bir kimse “yolcum gelirse” veya “hastam düzelirse” diyerek nezirde bulunursa yolcu gelmeden veya hasta iyileşmeden adağını yerine getirebilir mi? Bir kimse “zina edersem Allah için falan işi yapmak boynuma borç olsun” derse zina etmeden adağını yerine getirebilir mi, zina ettiği takdirde bu kişinin üzerine ne gerekir? Bir hasta, “Allah için bir ay oruç boynuma borç olsun” der de iyileşmeden ölürse veya bir gün bile olsun iyileşir de o gün de oruç tutmazsa hükmü ne olur? Bir hasta, “Allah için bir ay oruç boynuma borç olsun” der de bir gün bile olsun iyileşir de o gün de oruç tutarsa hükmü ne olur? Bir kimse “Allah için bir ay oruç boynuma borç olsun” der de o gece de ölürse hükmü ne olur? Bir kimse Recep ayını oruçla geçireceğini nezreder, sonra bir gün veya daha fazla yaşar da bu günlerde de oruç tutmadan ölürse hükmü ne olur? Bir kimse Recep ayını oruçla geçireceğini nezreder, sonra bir gün veya daha fazla yaşar da yetiştiği bu günlerde oruç tutarsa yahut nezirde bulunmasının akabinde ölürse hükmü ne olur? Bir kimse Recep ayını oruçla geçireceğini nezreder, Recep ayı girdiğinde bu kimse hasta olur, Recep ayından sonra meselâ bir gün iyileşir, o gün de oruç tutmaz ve sonra da ölürse hükmü ne olur? Sıhhatli bir kimse bir ay oruç tutmayı nezreder, o ay oruç tutmaz ve ay bitmeden de ölürse hükmü ne olur?
CEVAP:
Muallâk olan (yani olmasını istediği veya olmamasını istediği bir şarta bağlanan) nezir (muallâk olmayan nezrin) hilâfınadır (yani şart bulunmadan önce nezri yerine getirmek caiz değildir). Yani ister “yolcum gelirse” veya “hastam düzelirse” gibi olmasını dilediği bir şarta bağlamış olsun, isterse “zina edersem Allah için falan işi yapmak boynuma borç olsun” gibi dilemediği bir şarta tâlik etsin/bağlasın eşittir (şart bulunmadan nezri yerine getirmek caiz değildir).
Lâkin birinci surette (yani “yolcum gelirse” veya “hastam düzelirse” dediği durumlarda) şart bulunursa, nezrini îfâ etmesi (yerine getirmesi) lazım gelir. İkinci surette (yani “zina edersem Allah için falan işi yapmak boynuma borç olsun” dediği durumda) mezhebe göre nezrini îfâ (yerine getirme) ile yemin keffareti (verme) arasında muhayyer kalır. Çünkü (bu söz) zâhirine bakılırsa nezirdir, manasına bakılırsa yemindir.
Zira (muallâk nezri, nezir için koşulan) şart bulunmadan/yerine gelmeden, önden/peşin yapmak caiz değildir. Çünkü şarta bağlı olan bir şey (örneğin şarta bağlı olan nezir, hemen o anda) yapmaya sebep olamaz, bilakis usûlü fıkıhta sabit olduğu üzere şartı bulunduğu vakit sebep olur. Eğer (tâcil) önden yapılması caiz olsa idi, sebebi bulunmadan önce yapılmış olacaktı ki, bu da sahih değildir. Bundan anlaşılır ki, tâcil/önden yapılması bakımından bakıp ele aldığımızda muallâk nezirde zaman tayin olunur, (yukarıda 172’inci soruda zikredildiği gibi muallâk olmayanda ise zaman tayin olunmaz.) (Aynı şekilde, muallâk nezirde şart bulunduktan sonra nezrin) geciktirilmesi sahihtir, çünkü (nezrin) sebebi, nezir (yerine getirilmeden) önce mevcuttur. Keza yine bundan anlaşılır ki, muallâk (nezirde) mekân, dirhem ve fakir taayyün etmez (bunların belirlenmiş olması hükümsüz kalır). Zira tâlik (nezri şarta bağlama) sadece sebebiyetin (nezre sebep olan şartın meydana gelmesinin) gecikmesinde tesir etmiş olduğundan, dolayısıyla (nezri şarttan önce) önden yapmak mümkün olmamaktadır. (Nezirde belirtilen) mekân, dirhem ve fakir ise, asıl olan tayinsizlik (tayin edilip belirlenmesinin bir hükmü olmaması) üzere kalırlar. Zira tâlikin (nezri şarta bağlamanın) bunlardan (mekân, dirhem ve fakirin) hiçbirine tesiri yoktur. Onun için Şârih muallâk (nezrin, muallâk) olmayan (nezirden) ayrıştığı noktayı açıklarken başkalarının yaptığı gibi “zira onu şart bulunmadan peşin yapmak caiz değildir” demekle yetinmiştir. Böylece (muallâk nezirde şart yerine geldikten sonra nezri) geciktirmenin sahih olduğunu, (aynı şekilde) -muallâk olmayan nezirde olduğu gibi- (muallâk nezirde de tayin edilip belirlenen) mekân, dirhem ve fakiri değiştirmenin (de sahih olduğunu) ifade etmiştir. Galiba anlattığımız (bu durum zaten) zuhur ettiği (ortaya çıktığı) için Ulema bunu nâssan (kitaplarında) bildirmemişlerdir. Bu, anlatılana vâkıf olan bir kimse için, şüphe götürmeyen şeylerdendir. Anla!
Bir hasta, “Allah için bir ay oruç boynuma borç olsun” der de iyileşmeden ölürse, bir şey lazım gelmez. Ama bir gün bile olsun iyileşir de, o gün de oruç tutmazsa, sahih kavle göre bütün ayın (fidyesinin verilmesini) vasiyet etmesi lazım gelir.
(Sahih kavilden maksat) Şeyhayn’ın (kavlidir). İmam Muhammed’e göre ise, Ramazanın kazasında olduğu gibi, geçirdiği günler sayısınca (fidye verilmesini) vasiyet etmesi lazımdır. es-Sirâc sahibi bunu izah ederek şöyle demiştir: “Bir kimse belirlemeden (herhangi) bir ay oruç (tutmayı) nezreder, nezrettikten sonra da oruca gücü yeter bir durumda bir gün veya daha çok durur da oruç tutmazsa, Şeyhayn’a göre bütün ay için yiyecek (fidye) verilmesini vasiyet etmesi lazım gelir.
Bunun vechi, Hâkim’in metoduna göre şudur: O kimsenin ulaşıp yetiştiği (gün veya günler), nezir günlerinden her bir günün orucunu (tutmaya) elverişlidir. (O gün veya günlerde) oruç tutmayınca, (nezredilen orucun) hepsine gücü yeter gibi sayılır ve vasiyette bulunması vacip olur. Tıpkı bir ay sıhhatli kalmış da oruç tutmamış gibi olur.
(Bunun vechi), Fetevâ’nın metoduna göre ise şudur: Nezir o saatte (o anda) zimmette borçtur. Eda imkânı şart değildir.
İhtilafın semeresi, (böyle bir nezirde bulunan kişinin) yetiştiği günün orucunu tuttuğu vakit meydana çıkar. Birinciye (Hâkim’in metoduna) göre, (yetiştiği günün orucunu tuttuktan sonra geriye) kalan (günlerin orucu için fidye verilmesini) vasiyet etmesi vacip değildir. İkinciye (Fetevâ’nın metoduna) göre ise vaciptir.
Keza (ihtilafın semeresi şu meselede ortaya çıkar ki), bir kimse geceleyin (bir ay oruç tutmayı) nezreder ve o gece de ölürse, birinciye (Hâkim’in metoduna) göre (orucu tutabileceği) başka günlere erişmediği için (fidye verilmesini vasiyet etmesi) vacip değildir. İkinciye (Fetevâ’nın metoduna) göre ise (bütün ayın) hepsinin (fidyesinin verilmesini) vasiyet etmesi vacip olur.” el-Bedâyi sahibi ve başkaları Hâkim’in metodunu söylemekle yetinmişlerdir.
Sonra bilmelisin ki, (yukarıda) bütün bu söylediklerimiz mutlak (yani belirli olmayan) nezir hakkındadır.
Muayyen (yani belirli olan) nezre gelince, yine es-Sirâc’da şöyle denilmektedir: “Bir kimse Recep ayını oruçla geçireceğini nezreder, sonra bir gün veya daha fazla durur da oruç tutmadan ölürse; Kerhî’de (bu mesele hakkında) şöyle denilmektedir: Recep (ayından) önce ölürse, bir şey lazım gelmez. Ama bu yalnız İmam Muhammed’in kavlidir. Çünkü muayyen olan bir şey, vaktinden önce sebep olamaz (yani oruç tutmak için belirlenmiş olan Recep ayı bu aydan öncesinde oruç tutulması için bir sebep değildir). Şeyhayn’a göre ise Hâkim’in metodu üzere, oruca gücü yeter olduğu günler sayısınca (fidye verilmesini) vasiyet eder. Çünkü nezir o anda mülzim (lazım/vacip kılan) bir sebeptir. Ancak şu var ki, (bu vacibi yerine getirecek) imkân bulması mutlaka lazımdır. Fetevâ’nın metoduna göre ise, bütün ay (için fidye verilmesini) vasiyet eder. Çünkü nezir şartsız mülzimdir (eda imkânı şartı aranmaksızın nezir, kişiye lazım/vacip olur). Zira lüzum (yani kişinin üzerine lazım gelen nezir), eda olarak ortaya çıkmazsa, onun halefi olan doyurmak (fidye) olarak ortaya çıkar. Ama yetiştiği günlerde oruç tutarsa yahut nezirde bulunmasının akabinde ölürse; birinciye (Hâkim’in metoduna) göre hiçbir şey vasiyet etmesi gerekmez. İkinciye (Fetevâ’nın metoduna) göre ise kalan (günler için fidye verilmesini) vasiyet etmesi gerekir.
Recep ayı girdiğinde bu kimse hasta olur, (Recep ayından) sonra meselâ bir gün iyileşir, o gün de oruç tutmaz ve sonra da ölürse, bütün ayı vasiyet etmesi gerekir. İkinciye (Fetevâ’nın metoduna) göre zâhirdir (hükmün böyle olacağı açıktır). Birinciye (Hâkim’in metoduna) göre de öyledir. Çünkü muayyen olan ayın çıkması ve ondan sonra meselâ bir gün iyileşmesi ile ona mutlak bir ay oruç vacip olur. O (mutlak) ayı tutmazsa, mutlak nezirde olduğu gibi bunda da bütün ay (için fidye verilmesini) vasiyet etmesi vacip olur. Mutlak nezirde bir gün veya daha fazla oruç tutmaya gücü yettiği halde kalır da oruç tutmadığı takdirde, bütün ayı vasiyet etmesi gerekirdi.”
Nasıl ki sıhhatli bir kimse (bir ay oruç tutmayı) nezreder, o ay oruç tutmaz ve ay bitmeden de ölürse, ittifakla bütün ayın (fidyesinin verilmesini) vasiyet etmesi lazım gelir. (İşte, “Allah için bir ay oruç boynuma borç olsun” deyip, bir gün bile olsa iyileşip de, o gün de oruç tutmadığında bütün ayın fidyesinin verilmesini vasiyet etmesi lazım gelmesi de böyledir.) Burada başka kitapların ibareleri şöyledir: “(Sıhhatli bir kimse bir ay oruç tutmayı nezreder), bir gün sonra ölür de, yetişip tuttuğu günler ile kalırsa, acaba kalanı vasiyet etmesi lazım gelir mi gelmez mi? Hasta hakkında zikredilen iki metoda göre (geri kalan günler için fidye verilmesini vasiyet etmesinin lazım) olması gerekir.” el-Bahır’ın bazı nüshalarında “lazımdır” diye açıklanmıştır. Lâkin el-Bahır’ın nüshaları bu sahifelerde pek değişik ve bozuktur.
Kaza bunun gibi değildir. Yani şu meselede kaza böyle değildir: Bir özürden dolayı Ramazan orucunu tutamaz, sonra (kaza edebileceği) başka günlerin bir kısmına erişir ve (o günlerde de kaza) orucunu tutmazsa, (kaza imkânı bulup da) geçirdiği (o) günler miktarınca vasiyette bulunması sahih kavle göre ittifakla lazım gelir. Çünkü (kazanın) sebebi, (iyileşip orucu tutabileceği) başka günlere erişmektir.
“Kaza bunu gibi değildir” cümlesi, İmam Muhammed’in nezri kazaya kıyas etmesine cevaptır. Şöyle ki; nezir yukarıda geçtiği üzere (kişi için) o anda mülzim bir sebeptir (kişinin nezredilen şeyi yapmasını hemen lazım kılan bir nedendir). Kazanın sebebi ise (kaza edebileceği) başka günlere erişmektir ki, bu da bulunmamıştır. Binaenaleyh vasiyet ancak eriştiği günler miktarınca vacip olur. (İbn-i Âbidîn, Oruç Bahsi)