SORU: Bir kimse Recep ayını oruçlu geçirmeyi nezreder de, bu kimse hasta iken Recep ayı girerse hükmü ne olur? Bir kimse ebediyen oruç tutmayı nezreder de, geçim derdi ile meşgul olduğundan dolayı zayıf düşerse hükmü ne olur? Bir kimse, “filan kimsenin geldiği gün oruç tutacağım” diye nezreder de, o filan kimse de, nezirde bulunan kişi o gün bir şey yedikten veya zevalden sonra yahut nezirde bulunan kadın hayız gördükten sonra gelirse nezreden kişinin nasıl davranması gerekir? Bir kimse “filan kimsenin geldiği gün oruç tutacağım” diye nezreder de, o filan kimse de Ramazanda gelirse, nezreden kişinin nasıl davranması gerekir? Kişi, “filan kimsenin geldiği gün oruç tutacağım” sözüyle yemin etmeyi kasteder, o filan kimse de Ramazanda gelirse, yemin eden kişinin nasıl davranması gerekir? Bir kimse nekire olarak/hangi ay olduğunu belirtmeden “ayın orucu” diyerek nezirde bulunursa ne kadar oruç tutması gerekir, bu orucu hilale göre mi yoksa sayıya göre mi tutar? Bir kimse marife olarak “ayın orucu” diyerek nezirde bulunursa ne kadar oruç tutması gerekir? Bir kimse nezrederken “bir Cumanın orucu” diyerek nezirde bulunursa kaç gün oruç tutması lazım gelir, haftanın ilk ve son günü hangisidir?
CEVAP:
Bir kimse (Vallahi esûmu) “Vallahi oruç tutarım” diye yemin ederse, oruç tutması lazım gelmez. Bilâkis tutarsa yemini bozulur. Çünkü (Arapçada) müsbet fiil-i muzâri ancak “nûn-u te’kit” ile (müekket yani “esûmen” veya “esûmenne” olarak gelirse) yeminin cevabı olur. Te’kit (nûn’u) bulunmadığı vakit, nefyi (zikredilen işin zıddını) takdir (etmek) vacip olur (yani sadece “esûmu” olarak gelirse savm’ın zıddı olan oruç tutmamayı takdir ederiz). Lâkin Şârih yeminler bahsinde Allâme Makdisî’den naklen, (zikredilen) bu hususun dil değişmezden önce olduğunu söyleyecektir. Şimdi ise avam takımı, isbat ile nefyin arasını ancak “lâ” (yok manasına gelen bu olumsuzluk) edatının kullanılıp kullanılmaması ile ayırırlar. Yeminlerde bu durum, Farsça ve diğer bir (lügate ait) ıstılahı kullanmak gibidir.
Bir kimse Recep ayını oruçlu geçirmeyi nezreder de, bu kimse hasta iken Recep ayı girerse, oruç tutmaz ve onu Ramazan orucu gibi kaza eder yani isterse aralıksız, isterse aralıklı tutar.
Bir kimse ebediyen oruç tutmayı nezreder de, geçim derdi ile meşgul olduğundan dolayı zayıf düşerse, oruç tutmayıp keffaret yani fidye verir. Nitekim pîr-i fâni meselesinde “fidye olarak fitre (miktarı) kadar yiyecek verir” diye geçmişti. (156’ıncı soruya da müracaat ediniz.)
Bir kimse “filan kimsenin geldiği gün (oruç tutacağım)” diye nezreder de, o filan kimse de, (nezirde bulunan kişi o gün bir şey) yedikten veya zevalden (günün yarısından sonra) yahut (nezirde bulunan) kadın hayız (gördükten) sonra gelirse, İmam Ebû Yusuf’a göre (nezirde bulunan kişi o günü) kaza eder. İmam Muhammed buna muhaliftir.
Ben (İbn-i Âbidîn) derim ki: el-Fetih’te de (İmam Ebû Yusuf’a göre kaza eder) denilmiştir. Lâkin es-Sirâc’da şu ifade vardır: “Filânın geldiği gün Allah için oruç tutmak ebediyen boynuma borç olsun” der de, o falanca kimse (nezirde bulunan) bu (kişinin oruç tutmayıp) yemek yemiş bulunduğu bir günde gelirse, (nezreden kişiye) o günün orucu lazım gelmeyip, gelecekteki her günün orucu lazım gelir. Çünkü (bu halde) nezir sahibi, şart bulunduğunda cevabı (meşrûtu) söylemiş gibi olur. Binaenaleyh (nezirde bulunan kişi), içinde bulunduğu gün bir şey yiyip de “Allah için bu günün orucu boynuma borç olsun” deyip, (o günün) kazası (kendisine) lazım gelmeyen (kişi) gibi olmuş olur. İmam Züfer (o günün) “kazası lazımdır” demiştir. es-Sirâc’ın “ona gelecekteki her günün orucu lazımdır” ifadesi, “ebediyen boynuma borç olsun” cümlesine aittir.
en-Nehir sahibi şöyle demiştir: “Zevalden sonra gelirse, İmam Muhammed “ona bir şey lazım gelmez” demiştir. Diğerlerinden bu hususta bir rivayet yoktur. Serahsî, en münasibi ikisinin bir tutulması olduğunu söylemiştir.” Yani “(o gün bir şey) yedikten sonra gelmesiyle, zevalden sonra gelmesinin bir tutulması gerekir” demek istemiştir. Demek oluyor ki, Şârih ikinci fer’î meselede, bu münasip görmeye göre hareket etmiştir.
(Bir kimse “filan kimsenin geldiği gün oruç tutacağım” diye nezreder de, o filan kimse de) Ramazanda gelirse, ittifakla (nezirde bulunan kişiye o günü) kaza etmesi lazım gelmez. Çünkü nezrinin Ramazan üzerine vaki olduğu anlaşılmış olup, Ramazanı nezreden kimseye de bir şey lazım gelmez. Yani Ramazana eriştiği (ulaştığı) vakit bir şey lazım gelmez.
(Kişi, “filan kimsenin geldiği gün oruç tutacağım”) sözüyle yemin (etmeyi kasteder, o filan kimse de Ramazanda gelirse, yemin eden kişi) sadece keffaret verir. Ancak (yemin eden bu kişi Ramazanda oruca) niyet etmeden önce (o filan kimse) gelir de (yemin eden kişi de yemin ettiği orucu tutma) adına niyet ederse, (bu) niyetle yemininde durmuş olur ve (tuttuğu) oruç da Ramazandan olur.
Ben (İbn-i Âbidîn) derim ki: Bunun makbul bir yönü (vechi) yoktur. Gerçi bunu izah için (vechi hususunda) “çünkü o kimse bu orucu Ramazandan olmak üzere tutmuştur, yemini namına tutmamıştır” denilmişse de, bunun da makbul bir yönü (vechi) yoktur. Çünkü üzerine yemin edilen şey yapılırken (yerine getirilirken) niyet şart değildir, zira Ulema, (yemin eden kişinin yemin edilen o işi) mukrah olarak/zorla yapmasıyla, unutarak yapmasının bir olduğunu söylemişlerdir. (Burada) üzerine yemin edilen şey oruçtur, o da mevcuttur. Sonra anlaşıldı ki, Şârih’in ifadesinde, manayı bozacak derecede kısaltma vardır. O bu hususta en-Nehir sahibine uymuştur. Meselenin aslı el-Fetih ve diğer kitaplarda olup şöyledir: “Bir kimse “Allah Teâlâ’ya şükür olsun diye, filanın geldiği gün Allah için oruç tutacağım” der, bununla yemini kasteder, (o filan kimse de) Ramazanda gelirse, (bu kişinin) yemin keffareti vermesi lazım gelir, (o günü) kaza (etmesi) lazım gelmez. Çünkü yemini yerine getirmiş olmanın şartı olan şükür niyeti ile oruç (tutma) bulunmamıştır. Gelen (o filan) kimse, (yeminde bulunan kişi Ramazanda oruca) niyet etmeden gelir, yemin sahibi de bu (niyetle) Ramazan (orucuna) değil de şükür (orucuna) niyet ederse, niyeti ile yemininde durmuş olur ve tuttuğu oruç da Ramazan namına geçerli olup kaza etmesi gerekmez.” Böylece sözünün kalan kısmı da anlaşılmış olur.
(Nekire olarak/belirtmeden) “ayın orucu” derse tamamını (tutması) lazım gelir. Bu oruca ne zaman isterse, sayı hesabı ile başlar (sayıyla tutar), hilâli görme hesabı ile başlamaz (hilale göre tutmaz). Muayyen (hangi ay olduğu belirlenmiş) olan ay, hilâl hesabı ile tutulur.
(Marife olarak/belirleyerek) “ayın orucu” derse içinde bulunduğu ayın kalan günlerini tutması lazım gelir. Çünkü (“ayın orucu” derken) ayı “marife” olarak zikretmesiyle hazır olan (içinde bulunulan) aya hamlolunmuş olur. Ama (bu sözüyle) belirsiz bir aya niyet ederse, niyet ettiği olur. Zira sözü bu ihtimali de taşır.
(Bir kimse nezrederken) “bir Cumanın orucu” (diyerek nezirde bulunursa), bir hafta (oruç tutması) lazım gelir, ancak (bu sözüyle Cuma) gününü niyet etmiş olursa (bu müstesnadır, o takdirde sadece o günü tutması lazım gelir). Demek istiyor ki; bir hafta oruç lazım gelmesi, haftanın günlerini niyet ettiği yahut hiç niyeti olmadığı zamandır. Çünkü “Cuma” sözünden, hem Cuma günü, hem de haftanın günleri kastedilebilir. Ancak (“Cuma” sözü) “haftanın günleri” manasında daha çok kullanılır. Binaenaleyh (“Cuma” sözü) mutlak söylendiğinde bu manaya alınır.
Halebî şöyle demiştir: “Cuma” sözünü belirli (marife) söylerse (yukarıda geçen) “seneyi” ve “ayı” (marife söylediği sözlerine) kıyasen, haftanın kalan günlerini de tutması gerekir. Çünkü haftanın başı Pazar, sonu Cumartesidir. Bakılsın!”
Ben (İbn-i Âbidîn) derim ki: el-Bahır’da şöyle ifade edilmiştir: “Cumanın günlerinin orucu” derse, yedi gün oruç tutması lazım gelir.
Cumartesi günü sekiz günün orucunu nezrederse, iki Cumartesi oruç tutar. (Cumartesi günü), “yedi gün” derse, yedi Cumartesi (oruç tutması) lazım gelir. Fark şudur: Yedi günün içerisinde Cumartesi tekerrür etmez. Onun için sayıya hamledilir. Birincisi bunun hilâfınadır. Yani birincide (Cumartesi günü sekiz günün orucunu nezrettiği durumda) Cumartesi tekerrür eder ve söylediği sayıda bu tekrarlanan (Cumartesi) kastedilmiştir. Sanki “bu sekiz günün içindeki Cumartesiler” demiş gibi olur ki, bu (Cumartesilerin sayısı da) ikidir. el-Minâh sahibi şöyle demiştir: “Âşikârdır ki (anlatılan) bu (durum), (nezirde bulunan kişinin herhangi bir) niyeti olmadığına göredir, niyeti bulunursa niyetlendiği şeyi (yapması) lazım gelir.” (İbn-i Âbidîn, Oruç Bahsi)