SORU: Bir ilmi, tahsile başlamak isteyen kimsenin, o ilme ait 10 ilke ve temeli bilmesi gerektiğini biliyoruz… Fıkıh ilminin 10 ilke ve temeli nelerdir?
CEVAP:
Bu ilmin ismi; fıkıhtır…
Kurucusu; Ebû Hanife (rh.a)’dir…
Şâri’in ondaki hükmü; mükellefin, kendisine lazım olan hükümleri öğrenmesinin vacip oluşudur…
Meseleleri; mükellefin fiilinden bahseden her cümledir…
Mahmulü; beş hükümden (yani farz, vacip, sünnet, haram ve mekruhtan) birisidir. (Meselâ, “bu fiil vaciptir” cümlesi böyledir…)
Fazileti; kelâm, tefsir, hadis ve usûl-ü fıkıh‘tan sonra bütün ilimlerin en şereflisi olmasıdır…
Nisbeti; zâhirin (dışa yansıyan hallerin) ıslahı içindir, tıpkı akaid ve tasavvufun bâtının ıslahına nisbet edildiği gibi…
Mevzusu; isbat (vacip ve haram gibi fiiller) ve nefiy (mendup ve mübah gibi fiiller) cihetinden mükellefin fiilidir…[1]
İstimdadı; yani kaynağı Kitap, sünnet, icmâ-i ümmet ve kıyas’tır…[2]
Gayesi; iki cihanda saadete ermektir…[3]
Fazileti; Fıkhın fazileti çoktur ve meşhurdur…
(Fıkhın fazileti hakkında Selef-i Salih kısaca şunları zikretmektedir):
1- Birçok eserde beyan edildiği vecihle, muallimden işitmeden (yani hocayla okumadan sadece kendi başına) Fukahâmızın kitaplarına bakmak gece namazından daha makbuldür…
2- Bir kitabı muallimden dinlemeden kendi kendine mütâlaa etmek, ona bakmak, muallimden dinleyerek okumaktan daha aşağı olduğu halde bu bile gece namazından efdal olursa, muallimden dinleyerek okuduğu zaman ne olacağını sen hesap et!
3- Fıkhın gece namazından efdal olması, ihtiyaçtan fazlasını okumak farz-ı kifaye olduğu içindir. İhtiyaç miktarı fıkıh okuyup öğrenmek ise farz-ı ayın’dır…[4]
4- Fıkhı okumak, Kur’an’ın ihtiyaçtan fazlasını öğrenmekten efdaldir. Bir kimse Kur’an’ın bir kısmını öğrense de geri kalanını da öğrenmek için vakit bulsa, efdal olan fıkıhla iştigal etmesidir. Çünkü Kur’an’ı ezberlemek farz-ı kifaye, fıkhın lâzım olan miktarını öğrenmek ise farz-ı ayındır…
Toplumun, ibadet ve muamelatında fıkha ihtiyacı çok olduğundan ve hafızlara nisbetle Fukahânın daha az oluşundan dolayı, fıkhın ihtiyaçtan fazla miktarını öğrenmek, namaz için yetecek miktardan farzla Kur’an ezberlemekten daha faziletlidir…
5- “Bütün fıkhı öğrenmek mutlaka lâzımdır”[5] denildiği gibi, İmam Muhammed bin Hasan, helâl ve haram hakkında iki yüz bin mesele meydana getirmiştir ki bunları, bütün Müslümanların bellemesi mutlaka lazımdır” demiştir…
6- İmam Muhammed;“bir kimsenin şiir ve nahiv ile şöhret bulması icabetmez/layık gelmez, çünkü şiirin sonu dilenmeye, nahvin sonu da çocuk okutmaya varır.[6] Hesapla şöhret bulması da gerekmez, zira sonu yer ölçümüne varır. Tefsir ile şöhret bulması da gerekmez, çünkü sonu vaizlik ve kıssacılığa/hikâyeciliğe varır. Bilâkis kişinin şöhret bulup bilindiği ilmi, helâl ve harama ve bilinmesi zarurî olan ahkâma dair olmalıdır” demiştir…
Nitekim şair de; “bir ilim sahibi, ilim sayesinde aziz olursa, kıymet kazanmak/aziz olmak için fıkıh ilmi daha lâyıktır. Etrafa nice güzel kokular yayılmaktadır, ama hiçbiri misk gibi değildir. Havada nice kuşlar uçmaktadır, ama hiçbiri şahin gibi değildir” demiştir…
7- Allah Teâlâ, fıkha, “hayır” adını vererek methetmiş ve “her kime hikmet verildi ise ona pek çok hayır verilmiş demektir” buyurmuştur. (Bakara, 2/269) Tefsir erbabı birçok ulema, “hikmeti”, “furû ilmi olan fıkıhla” tefsir etmişlerdir. Bundan dolayıdır ki, “ilimlerin en hayırlısı fıkıh ilmidir, çünkü bütün ilimlere vesiledir. Takva[7] sahibi bir fakih, bin zahitten[8] daha faziletli ve üstündür” denilmiştir. Bu sözler, İmam Muhammed’in söylediği yahut ona hocalarının söylediği bir şiirden alınmıştır…
İmam Muhammed’e; “fakih ol! Zira fıkıh ilmi hayır ve takvaya götüren en faziletli önder, en kısa yoldur. Her gün fıkıhtan bilgini artırmakla faydalan! Faydalar deryasında yüz! Çünkü takva sahibi bir fakih[9], şeytana bin abidden daha şiddetli gelir[10]” denilmiştir…
8- Hazreti Ali (r.a); “fazîlet, ancak ehl-i ilme[11] mahsustur. Çünkü onlar hem doğru yoldadırlar/hidayet üzeredirler, hem de hidayet arayana yol gösterirler. Herkesin kadir ve kıymeti yaptığı işe göredir. Cahiller ehl-i ilme düşmandırlar. Şimdi sen ilim elde etmeye bak, ilmin ebediyyen cahili olma! İnsanlar ölüdürler, ehl-i ilim ise diridirler” demiştir.
Hazreti Ali (r.a)’ın sözündeki cahillerden murad, şer’î ilimleri bilmeyenlerdir. Şer’î ilimden başka bir şeyle amel edenler ise, din ulemasına avamdan daha fazla düşmanlık ederler. Cahilin düşmanlığına sebep, âlim onun aleyhinde fetva verdiğinde Hakk’ı bilmemesi yahut âlimin onun görüşüne muhalif fetva vermesi ve insanların âlime olan teveccühünü görmesidir. İnsanların ölü olmasından murad, hükmen ölü olmalarıdır. Zira hiçbir faydaları yoktur ve bitki yetiştirmeyen çorak toprağa benzerler. Allah Teâlâ; “ölü iken dirilttiğimiz ve kendisine, insanlar arasında yürüyeceği bir nur verdiğimiz kimsenin durumu, hiç, karanlıklar içinde kalmış, bir türlü ondan çıkamamış kimsenin durumu gibi olur mu?” buyurmuştur. ( En’âm, 6/122) Bu ayet-i kerimedeki ölüden murad “cahil”, diriltmekten murad ise “ilim verilmesi ve böylece insanlar arasında o ilimle yürümesidir.” “Karanlıklar içinde yüzen” kimseden murad ise,“cehaletin karanlıklarında boğulmuş veya kalbi ölü kimsedir.” Yani cahil iken öğretilerek nurlandırılan bir kimsenin, cehaletin karanlıkları içinde bocalayan cahillerle bir olamayacağı beyan buyrulmaktadır…[12]
9- “İlim her fazilete vesiledir”,“ilim köleyi padişahların meclislerine yükseltir”,“ulema olmasaydı ümera helâk olurdu” denilmiştir. Şair de; “ilim, erbabı için öyle bir saltanattır ki, o saltanattan azledilemez. Gerçek emir odur ki, azledildiği zaman dahi emir kalır (yani azledilince sıradan birisi olmaz). (İlimle muttasıf bir) sultanın, emirliği(velâyeti/saltanatı) elinden gitse de, fazilet ve ilim saltanatıyla muttasıf kalır” demiştir…
İhyâ’u-Ulûmi’d-Dîn’de (Ebû Nuaym ve İbn-i Abdi’l-Berr’in rivayetine) göre Peygamber (s.a.v); “hikmet, şerefli kişinin şerefini artırır, (keza hikmet), köleyi yükseltir ta ki padişahlar meclisine oturtur” buyurmuştur. Peygamber (s.a.v) bununla ilmin dünyevi semeresine işaret buyurmuştur. Malûmdur ki ahiret daha hayırlı ve bakidir. İmam Gazâlî bundan sonra Sâlim b. Ebî’l-Ca’d (rh.a)’in şu sözünü nakletmiştir: “Sahibim beni üç yüz dirheme satın alarak azat etti.Ben, acaba ne iş tutsam dedim ve ilmi sanat edindim. Bir sene geçer geçmez Medine’nin Emiri ziyaretime geldi. Ama ziyaretine izin vermedim…”
Evet, ilim sahibi azledilmez bir sultandır. Çünkü onun saltanatı ilâhîdir, kulların onu bu saltanattan azle güçleri yetmez. Mutemed kavle göre Allah Teâlâ’nın; “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e itaat edin ve sizden olan ulu’l-emre de (itâat edin)” (Nisâ, 4/59) âyet-i kerimesindeki “ulu’l-emir”’den murad “ulemadır.” İhyâ’u-Ulûmi’d-Dîn’de beyan edildiğine göre Ebû’l-Esved; “ilimden kıymetli/izzetli bir şey yoktur. Sultanlar insanlara hükmederler, ulema ise sultanlara hükmederler” demiştir. (İbn-i Âbidîn, Mukaddime)
[1] Fıkhın mevzusu; mükellefin mükellef olması itibariyle işlediği fiildir. Çünkü fıkıh, mükellefin fiilini, ona arız olan helallik, haramlık, vaciplik ve mendupluk yönünden araştırır. Mükelleften maksat akıl-baliğ olan kimsedir…
[2] Fıkhın istimdadı/kaynağı; Fıkhın aslî kaynağı yukarıda zikredildiği gibi 4 tane olup bunlar, Kur’an, sünnet, icmâ ve kıyas’tır. Tâli derecede birtakım deliller daha varsa da bunlardan, “bizden öncekilerin şeriatı ile amel”, “Kitab’a”; “ashabın sözleri” “sünnete”; “halkın teamülleri” “icmâ’ya”; “teharrî ve “istishâb” ise “kıyasa” tabidirler…
[3] Fıkhın gayesi; Fıkıh, kişinin, cehalet çukurundan kurtulup ilmin zirvesine çıkmasına vesile olarak ve insanların lehinde ve aleyhinde olan şeyleri açıklayarak husumetlere son verme yoluyla dünya da kişinin böylece saadete ermesine, görülmedik nimetlere nail olmasına vesile olma yoluyla da bu kimsenin ahirette saadete ermesine sebep olur…
[4] Şayet gece namaz kılıp, gündüz de ilme bakmaya yani ikisine birden gücü yetiyorsa, bu durumda gece-gündüz ilme bakması daha faziletlidir…
[5] “Bütün fıkhı öğrenmek mutlaka lâzımdır” sözünden bunun farz-ı ayın olduğu anlaşılırsa da, maksat, bütün fıkhın insanların tamamına lazım olmasıdır. Yoksa herkesin ayrı ayrı bütün fıkhı öğrenmesi farz-ı ayın değildir. Bizim her birimize farz olan miktar, muhtaç olduğumuz kadarını öğrenmektir. Zira erkeğin hayız meselelerini, fakir bir kimsenin de zekât ve hac gibi ibadetleri öğrenmesi farz-ı kifaye’dir. Bunları öğrenen bazı kimseler bulundu mu, diğerlerinden (borç) sakıt olur. Namaz için yetecek miktardan farzla Kur’an ezberlemek de böyledir. Evet, “fıkhın ihtiyaçtan fazla miktarını öğrenmek, Kur’an’ın fazlasını öğrenmekten efdaldir”, denilebilir. Çünkü ammenin ibadet ve muamelatında buna yani fıkha ihtiyacı çoktur. Hafızlara nisbetle Fukahâ da azdır.
[6] Evet, şair, insanları metheder. Onlar da def-i bela kabilinden ve onun hicvinden korkarak kendisine para verirler. Nahiv okuyan da eninde sonunda çocuklara nahiv dersi okutur. Zira büyüklerin nahiv okuduğu nadirdir.
[7] Takva; lügatte “ittikâ” yani korunmak manasına gelir. Hakikat ehline göre ise takvâ; Allah’a itaat ederek azabından korunmak olup, bu ise, gerek bazı amelleri işlemek, gerek bazı amelleri terk etmek yoluyla, nefsi, cezayı hak edeceği şeylerden korumaktır.
[8] Züht; Hakikat ehlinin ıstılahına göre züht; onlardan bazısı, “züht, dünyadan yüz çevirip buğzetmektir (ona kıymet vermemektir)” demiş, bazıları, “züht, ahiret rahatını kazanmak için dünya rahatını terk etmektir” demiş, bazıları da, “elinin hâlî kaldığı şeyden kalbinin de hâlî kalmasıdır” demişlerdir.
[9] Fakihi “muttaki” olmakla nitelendirip tahdit etti/sınırlandırdı ki, burada fıkhın semeresi olan takvaya işaret vardır. Zira takvası olmayan bir fakihi, şeytan ele geçirip zaptedeceğinden, böyle bir fakih cahil abidden de daha aşağı olmuş olur…
[10] Bu cümle, Dârekutnî ve Beyhâkî’nin rivayet ettikleri, Nebî (s.a.v.)’in; “Allah Teâlâ’ya, dinde fakih olmaktan daha faziletli bir şeyle ibadet edilmemiştir. Muhakkak ki bir fakih, şeytana bin abidden daha şiddetli gelir. Her şeyin bir direği vardır. Dinin direği de fıkıhtır” hadis-i şerifinden mülhemdir. (Beyhakî’nin rivayetinin metni şöyledir;
(مَا عُبِدَ اللَّهُ بِشَىْءٍ أَفْضَلَ مِنْ فِقْهٍ فِى دِينٍ ، وَلَفَقِيهٌ وَاحِدٌ أَشَدُّ عَلَى الشَّيْطَانِ مِنْ أَلْفِ عَابِدٍ ، وَلِكُلِّ شَىْءٍ عِمَادٌ ، وَعِمَادُ الدِّينِ الْفِقْهُ
[11] İlimden murad; şer’î ilimdir…
[12] İhyâ’u-Ulûmi’d-Dîn’de bu mevzuda şöyle denilmektedir: “Fethu’l-Mevsılî”; “hastaya yiyecek, içecek ve ilaç verilmezse ölmez mi?” demiş. (Yanındakiler); “evet ölür” demişler. (O da); “işte kalp de öyledir. Ona üç gün hikmet ve ilim verilmezse ölür!” demiş. Gerçekten doğru söylemiş! Çünkü vücudun gıdasının yemek olduğu gibi kalbin gıdası da ilim ve hikmettir ve kalbin hayatı bunlarla kaimdir/bağlıdır. Kimde ilim yoksa onun kalbi hastadır, ölmesi kaçınılmazdır…