Eğer şahitler, “filan şehrin kâdısının huzurunda hilal falan gece görüldü diyerek iki şahit şahitlik etti ve kâdı da onların şahitlikleriyle hüküm verdi” diyerek şahitlik ederlerse hükmü ne olur? Eğer şahitler başkalarının hilali gördüklerine dair şahitlik ederlerse hükmü ne olur? Eğer şahitler, “filan şehrin kâdısının huzurunda hilal falan gece görüldü diyerek iki şahit şahitlik etti ve kâdı da insanlara oruç tutmalarını emretti” diyerek şahitlik ederlerse hükmü ne olur? Eğer hilalin görüldüğü haberi başka şehirlerde yayılmış ise diğer şehirlerdeki insanlar nasıl davranırlar? Haberin yayılmasından maksat nedir?

SORU: Eğer şahitler, “filan şehrin kâdısının huzurunda hilal falan gece görüldü diyerek iki şahit şahitlik etti ve kâdı da onların şahitlikleriyle hüküm verdi” diyerek şahitlik ederlerse hükmü ne olur? Eğer şahitler başkalarının hilali gördüklerine dair şahitlik ederlerse hükmü ne olur? Eğer şahitler, “filan şehrin kâdısının huzurunda hilal falan gece görüldü diyerek iki şahit şahitlik etti ve kâdı da insanlara oruç tutmalarını emretti” diyerek şahitlik ederlerse hükmü ne olur? Eğer hilalin görüldüğü haberi başka şehirlerde yayılmış ise diğer şehirlerdeki insanlar nasıl davranırlar? Haberin yayılmasından maksat nedir?

CEVAP:

İki kişi veya daha fazla şahit, filan şehrin kâdısı huzurunda iki şahidin falan gece hilal görüldüğüne dair şahitlik ettiklerine ve kâdının da bununla hüküm verdiğine dair şahitlik ederlerse ve dava[1] için gerekli olan şartlar da bulunursa, kâdının bu iki kişinin şahitlikleri ile hüküm vermesi sahih olur. Çünkü kâdının hükmü bir huccettir ve şahitler de işte bu hükmün verildiğine dair şahitlik etmişlerdir. (Burada sadece iki şahidin dinlenmesinin sahih olması), ya hava bulutlu olduğundan veya kâdı böyle münasip görüp de bu hükmüyle ihtilaf ortadan kalktığından yahut (113’üncü soruda) el-Bahır sahibinin benimsediği rivayette olduğu üzere (iki şahit dinlenmesinin sahih olmasına binaendir). (Kâdının bu hükmü sahihtir demek, böyle hüküm vermesinin) vacip (olduğu) manasına ters düşmez.

Şahitler, başkalarının hilali gördüğüne şahitlik ederlerse, (kâdının bununla hükmetmesi) caiz olmaz. Çünkü bu sadece hikâye etmektir yani şahitler hilali gördüklerine dair şahitlik etmemişler, keza hilal hususunda başkalarının şahitlik ettiklerine de şahitlik etmemişler, sadece başkalarının hilali gördüğünü hikâye etmişler/anlatmışlardır.

Ben (İbn-i Âbidîn) derim ki: Eğer şahitler, (bir şehirde) başkalarının hilali gördüğüne ve o şehrin kâdısının da halka Ramazan orucunu tutma emri verdiğine dair şahitlik etseler de hüküm yine aynıdır yani kâdının bununla hüküm vermesi caiz değildir. Çünkü bu da kâdının fiilini hikâye etmekten ibarettir ve huccet olmaz. Kâdının bununla hüküm vermesi durumunda ise böyle değildir. Onun için musannıf “davanın şartları bulunursa” diye kayıtlamıştır, (yani kâdının şahitlerin hilali gördüklerine dair şahitliklerine binaen insanlara oruç tutmalarını emrettiğini hikâye etmek/anlatmak ile kâdının bununla hüküm verdiğini söylemek ayrı şeylerdir. Birinci durumda kâdının bununla hükmetmesi caiz değildir. İkinci durumda ise kâdının bununla hükmetmesi sahihtir).

Şayet hilalin görüldüğü haberi başka beldelerde/şehirlerde yayılırsa, mezhebin sahih görüşüne göre hepsine oruç tutmaları lazım gelir/farz olur.

ez-Zahîre’de Şemsülelimme Hulvânî’nin şöyle dediği zikredilmiştir: Ulemamızın sahih kavline göre, (hilalin görüldüğü) haberi başka bir belde/şehir halkı arasında hem yayılıp hem de tahakkuk etti mi (yani gerçek ise), bu beldenin hükmü onlara da (yani haberin yayıldığını işiten belde ahalisine de) lazım gelir.

Ben (İbn-i Âbidîn) derim ki: Hilalin görüldüğü haberinin yayılmasında bir kâdının bu husustaki hükmüne şahitlik etmek veya şahitliğe şahitlik etmek yoktur (yani bu haberle amel etmenin lazım olması, bu durumlardan birisi bulunduğundan dolayı değildir). (Şundan dolayı bu haberle amel etmek lazım gelir ki); haberin yayılması mütevatir haber yerine geçip ve bununla o belde halkının oruç tuttuğu sabit olunca, (bunu işiten belde ahalisine) de onunla amel etmek lazım olur. Çünkü bir belde âdeten/genellikle şer’î bir hâkimden hâlî kalmaz ve o belde halkının oruç tutması da mutlaka şer’î bir hâkimin hükmüne dayanır. Binaenaleyh hilalin görüldüğü haberinin yayılması, hâkimin verdiği bu hükmün nakli/aktarılması demek olur. (Hilalin görüldüğü haberinin yayılması), “bu beldenin halkı hilali gördüler de oruç tuttular” diye şahitlik etmekten daha kuvvetlidir, çünkü bu şahitlik yüzde yüz/kat’îlik ifade etmez. İşte bundandır ki, şahitliğin, itibar edilen bir şahitlik olması için, şahitlik edilen husus kâdının hüküm verdiğine dair veya başkalarının şahitlik ettiklerine dair olmalıdır ki ancak bu durumda şahitlik kabul edilir. Aksi takdirde sırf bir ihbardan/haber vermekten ibaret kalır. Haberin yayılması ise böyle değildir. Yayılmak, yüzde yüz kesinlik/kat’îlik ifade eder.

Yayılmanın manası: Rahmetî şöyle demiştir: O beldeden çeşitli birkaç cemaatin gelip, her birinin “o belde halkının hilali görerek oruç tuttuklarını” haber vermesidir. Yoksa “o haberi yayanın kim olduğu bilinmeksizin sadece mücerret duyulması” demek değildir. Nitekim şehir ahalisi arasında, “âhir zamanda, şeytan cemaatin arasına oturup konuşacak, cemaat de onunla konuşacaklar ve “onun ne dediğini anlayamıyoruz” diyecekler” diye bir haber yayılmıştır. Fakat bunu kimin yaydığı bilinmemektedir. Bunun gibi haberlerle hüküm sabit olması şöyle dursun, onu dinlemek bile doğru değildir.

Ben (İbn-i Âbidîn) derim ki: Bu söz güzeldir. ez-Zahîrenin “haber yayılıp tahakkuk etti mi” sözü de buna işaret etmektedir. Çünkü mücerret şayi olmakla yani haberin sadece yayılmasıyla haber tahakkuk etmiş olmaz. (İbn-i Âbidîn, Oruç Bahsi)

 

[1]Davanın şartları da bulunursa…” cümlesi, galiba daha önce yukarıda el-Hâniyye’den naklettiğimiz “İmam-ı Âzam’ın kavline kıyasen dava şarttır” esasına göre söylenmiştir. Yahut da mahkemenin verdiği hükme şahitlik olsun diyedir ki, buna delil, Şarih’in, “çünkü hâkimin hükmü bir huccettir” sözüdür. Zira hâkimin hükmü ancak şahitliğe binaen hüküm (sayılıp o zaman) geçerli olur. Zâhire bakılırsa “kâdının bununla hüküm vermesi”’nden murad, zımnen hükümdür ki, (Ramazanın ispatı hususunda zımnen hüküm vermenin) yolu yukarıda geçti. Aksi takdirde biliyorsun ki ay, hüküm altına girmez. (İbn-i Âbidîn, Oruç Bahsi)