SORU: Bir kimse günlerce itikâfa girmeyi nezrederse, o günlerin gecelerinde de itikâfta olması gerekir mi, geceyi gündüzden ayırabilir mi? Bir kimse geceleri itikâfta olmayı nezrederse, o gecelerin gündüzleri de itikâfta olması gerekir mi, gündüzü geceden ayırabilir mi? Bir kimse kalbinden itikâfa girmeyi nezrederse itikâf vacip olur mu, yoksa itikâfın vacip olması için nezirde bulunurken diliyle söylemesi gerekli midir? Muayyen olmayan (hangi ay olduğunu belirtmeden) bir ay itikâfa girmeyi nezrederse, gündüzleri gecelerden ayırabilir mi? Bir kimse itikâfa gireceği günleri nezrederken yalnız gündüzleri itikâfta olmayı niyet ederek nezirde bulunursa, hükmü ne olur ve itikâfa ne zaman girip ne zaman çıkar? Bir kimse itikâf için nezirde bulunduğunda “günler” kelimesini söylerken sadece gündüzleri veya geceleri niyet ederse hükmü ne olur? İtikâf yapmaya niyet ederken “gece” veya “gün” kelimelerini cemi, tesniye ve müfred olarak kullanma arasında hüküm açısından ne fark vardır? Nezrederken “ay” kelimesini zikrederek, bir ay itikâfa girmeyi nezreder de, sadece gündüzleri veya sadece geceleri girmeyi niyet ederse yahut gündüzleri veya geceleri istisna ederse hükmü ne olur? Şeriatta günün gecesi veya gecenin gündüzü ne zamandır? Nezirde bulunduğu kelimeyi tesniye veya cemi olarak söylemişse itikâfa ne zaman girer ve ne zaman çıkar? “Hac/menasik günlerinde gece, geçen güne tâbidir” sözünü açıklayınız?
CEVAP:
(Bir kimse) dili ile söyleyerek günlerce itikâfa girmeyi nezrederse, gece ve gündüzleri peş peşe itikâf yapması lazım gelir (yani nezirde bulunduğu günlerin itikâfının tamamını, gecesiyle gündüzüyle gece-gündüz arasında bir kopukluk olmadan muttasıl olarak yapması gerekir)…
(Günlerce itikâfa girmeyi nezrettiği bu durumda itikâfın) peş peşe olmasını şart koşmuş olmasa (bile hüküm yine aynıdır, nezrettiği o günler ve geceleri muttasıl/bir biriyle bitişik olarak peş peşe itikâfla geçirmesi gerekir)…
Aksi de böyledir yani geceleri itikâfa girmeyi nezrederse, o gecelerin gündüzlerini de (gece ve gündüzleri peş peşe) itikâfla geçirmesi gerekir. (Bu hüküm, sadece geceleri itikâfa girmeyi nezrettiğinde “gece” kelimesini cemi veya tesniye olarak söylediğinde geçerlidir)…
(Şarih yukarıda “dili ile nezrederse” dedi), binaenaleyh (itikâfın vacip olması için) yalnız kalbi ile niyet kâfi değildir (dili ile de niyet etmesi gerekir)… Bu daha önce geçmişti…
(Gündüz ve gecenin peş peşe olması hususunda) asıl (kaide) şudur: Ne zaman gündüz ve gece, (kişinin nezrettiği) itikâfa dâhil olursa, (gündüz ve geceyi) peşi peşine (bitiştirmesi) lazım gelir. (Gündüz ve geceyi birbirinden) ayırması caiz değildir…
Keza muayyen olmayan (hangi ay olduğunu belirtmeden) bir ay itikâfa (girmeyi) nezrederse, (itikâfa girdiği) hangi ay olursa olsun aralıksız geceli gündüzlü (gece ve gündüzleri peş peşe birbirinden ayırmadan) bir ay itikâfa girmesi gerekir. (Ancak, muayyen olmayan) bir ay oruç nezreder, “aralıksız” demez ve (aralıksız olmasına) niyet de etmezse, bu durum (itikâftaki durumun) hilâfına olup, bu kimse (bu bir ay orucu) isterse aralıklı, isterse aralıksız tutar. Çünkü itikâf daimi (sürekli/devamlı) bir ibadettir. (İtikâfın) bina edildiği husus aralıksız olmasıdır, zira (itikâf) durmak ve ikamet etmek/kalmak (demektir). Gecelerde de bu (mananın vukû bulması) mümkündür. Oruç ise bunun hilâfınadır…
(Yukarıda belirtildiği gibi bir kimse günlerce itikâfa girmeyi nezirde bulunursa, gece-gündüz peş peşe itikâf yapması lazım gelir, keza geceleri itikâfa girmeyi nezrederse o gecelerin gündüzlerini de gece-gündüz peş peşe itikâfla geçirmesi gerekir.) Çünkü iki sayıdan (gece ve günden) birini cemi sîgası ile söylemek, diğerine de şamildir (yani sayı zikredilirken gece denilmiş ise o sayıdaki gündüzlerde buna dâhil olur, keza sayı zikredilirken günler denilmiş ise o sayıdaki geceler de buna dâhil olur)… Tesniye de böyledir…
Meselâ “otuz gün veya otuz gece” cemidir. “Üç gün” demek ise cemi hükmündedir. (İki’yi bildiren) tesniye sîgası da cemi hükmündedir. Binaenaleyh “iki gün” dedi ise, iki günle beraber iki gecenin (itikâfı) da lazım gelir. Ama bu, Tarafeyn’e (İmam Âzam’la İmam Muhammed’e) göredir. Ebû Yusuf’a göre ise, ilk gece hesaba dâhil değildir. (Tarafeyn’e göre ise, ilk gece dâhildir)…
İki sayıdan (yani gün veya geceden birisi, cemi veya tesniye olarak söylendiğinde) birinin diğerine de şâmil olması, örf ve âdete göredir. (Şöyle ki), “filanın yanında üç gün kaldık” denildiğinde, bununla üç gün ve üç gece kastedilir. Allah Teâlâ, bir yerde (Meryem suresinde) “üç tam gece (selâse leyâlin seviyyâ)”, başka bir yerde (Âli İmrân suresinde ise) “üç gün sadece işaretle konuşacaksın (selâsete eyyâmin illâ ramzê)” buyurmuştur. Hâlbuki kıssa aynı kıssa (olup bir yerde onu “geceler” diyerek bir yerde de “günler” diyerek tabir etmiştir)…
Eğer (dili ile söyleyerek itikâfa gireceği) günleri nezrederken yalnız gündüzleri (itikâfta olmayı) niyet ederse, niyeti sahih olur. Çünkü (“günler” kelimesini söylerken bu kelimenin) lügavî hakikatini niyet etmiştir…
(Bu durumda) gecesiz olarak günler (sadece gündüzleri itikâf yapması) lazım gelir. Bu günleri birbirinden ayırma hususunda (yani itikâfı peş peşe veya ayrı ayrı günlerde yapmakta) muhayyerdir. Çünkü kurbet (ibadet), günlere taalluk etmiş olup (yani günlerle münasebeti olup peş peşe olmayla münasebeti yoktur), (günler) ise müteferriktir (dağınıktır/ayrı ayrıdır). Binaenaleyh peş peşe olması lazım gelmez, ancak (peş peşe olmasını) şart koşmuş olursa bu müstesnadır (o takdirde itikâfın peş peşe olması lazım gelir). Nitekim oruçta da böyledir. (Sadece gündüzleri itikâf yapması lazım geldiği bu durumda) mescide her gün fecir doğmadan girer, güneş battıktan sonra da çıkar…
(Kişinin itikâfa gireceği “günleri” nezrederken sadece gündüzleri itikâfa girmeye niyet etmesi, “günler” lafzının) lügavî hakikatidir. Örfî hakikati ise, az önce arzettiğimiz gibi (günler denildiğinde) geceleri de kapsamaktadır. Bir lafzın hem lügavî hakikati hem de örfî hakikati olursa, (o lafız) ıtlak edildiği/mutlak olarak söylendiği zaman, örf âlimlerine göre, örfî hakikate yorumlanır (sarfolunur). Nitekim (bunu) nassan/metnen (açıkça) bildirmişlerdir. Onun içindir ki, (söylenilen lafzın) lügavî hakikati murad edilirse, bu, (ona) niyete muhtaçtır. Bununla, “hakikat, karîne ve niyete muhtaç değildir” şeklindeki itiraz da defedilmiş olur. el-Bedâyi’de açıklandığına göre, “lügat manasında kullanıldığı vakit, örfî manası yine bâkidir, o halde (örfî manaya) niyet sahih olur”, ki böylece örf müşterek olur. Zahir olan şudur ki, ekseriyetle lügavî mananın hilâfına kullanılmaktadır (yani “gün” kelimesi ekseriyetle lügavî manası olan sadece “gündüz” anlamında değil, örfî manası olan “gündüz ve gece” anlamında kullanılmaktadır). Onun için de (“gün” kelimesi) mutlak söylendiğinde/ıtlak olunduğunda örfî manaya alınır, lügavî manaya (alınması için) ise niyete muhtaç olur…
Bununla yani “günler” (diyerek nezirde bulunduğunda) geceleri (kastedip sadece ona) niyet ederse, (gecelere) niyeti sahih olmaz. Bilakis gecelerle gündüzlerin ikisinin de (itikâfı) lazım gelir. Çünkü sözünün taşıyamayacağı bir manayı niyet etmiştir. (Bu hüküm, sadece geceleri itikâfa girmeyi nezrettiğinde, “gün” kelimesini cemi veya tesniye olarak söylediğinde geçerlidir…)
Hâsılı (sözün özeti); o kimse (nezirde bulunurken) ya müfred, ya tesniye ya da cemi sîgası kullanacaktır. Bu üç (sîgadan) her biri ya “gün” ya da “gece” (kelimesi) olacaktır. Bu altıdan her birinde ya “hakikati”, ya “mecazı” yahut her ikisine niyet eder. Yahut hiç birine niyet etmez. Böylece 24 suret meydana gelmiş olur. Bunlardan, tesniye ile ceminin hükümlerini, kısımları ile (yukarıda) gördün. (Geriye) sadece müfret kaldı: Şayet (“gün” kelimesini müfret olarak kullanıp) sadece bir gün itikâfa girmeyi nezrederse, niyet etsin etmesin yalnız (bir gündüz itikâf) lazım gelir. O (gündüzle) birlikte geceyi de niyet ederse, her ikisi (gece-gündüz itikâfa girmesi) lazım gelir. Şayet (“gece” kelimesini müfret kullanıp sadece) bir gece itikâfa girmeyi nezrederse, (gece demekle) güne niyet etmedi ise (vacip itikâfta oruç şart olup, gece ise oruç için mahal olmadığından dolayı) sahih olmaz (ve üzerine bir şey de lazım gelmez). (Bir gece itikâfa girmeyi nezrederken geceyle birlikte gündüze de niyet ederse keza sahih olmaz…)
Nitekim “ay” kelimesini zikrederek, bir ay itikâfa (girmeyi) nezreder de, yalnız gündüzleri (girmeyi) niyet ederse yahut aksini yapar sadece geceleri (girmeyi) niyet ederse, bu niyeti sahih olmaz. Çünkü “ay” kelimesi, günlerle gecelerden meydana gelen belirli bir sayının ismi olup, bundan başkasına ihtimal yoktur (dolayısıyla ayın tamamının itikâfı lazım gelir). Eğer “otuz gün” diyerek (cemi sîgasında) nezirde bulunursa daha önce yukarıda açıklandığı üzere olur…
Ancak (bir ay itikâfa girmeyi nezrederken açıkça belirtip) geceleri istisna ederse, bu takdirde (nezrettiği itikâf) gündüzlere mahsus kalır…
(Bir ay itikâfa girmeyi nezrederken açıkça belirtip) gündüzleri istisna ederse bu da sahih olur, ancak bu takdirde ona bir şey lazım gelmez. Çünkü gece oruca mahal değildir. Yani gündüzleri istisna ettikten sonra kalan şey sadece gecelerdir. Şu halde nezredilen itikâfı o gecelerde yapmak sahih olmaz, zira (gece, vacip olan itikâfın) şartı olan oruca aykırıdır (yani gece oruç tutulamayacağından dolayı sadece gecelerde vacip itikâfa girmek mümkün olmaz, çünkü vacip itikâfta oruç tutulması şarttır)…
Bil ki, geceler günlere tâbidir. Yani her gece, kendinden sonra gelen güne tâbidir, (ilkönce gece sonra o gecenin gündüzü gelir). Görmüyor musun, teravih (namazı) Ramazanın ilk gecesinde kılınıyor, Şevvalin ilk gecesinde kılınmıyor…
Bu izaha göre (nezirde bulunduğu kelimeyi) tesniye veya cemi olarak söylemişse, mescide güneş batmadan önce girer, nezrettiği son günün güneşi battıktan sonra çıkar. Nitekim el-Hâniyye’de bu açıklanmış olup, yine orada açıklandığına göre “birkaç gün” dediği vakit, itikâfa gündüzleyin başlar ve mescide fecir doğmadan girer. Bu izaha göre, “günlerin” nezrinde gece dâhil değildir. Ancak itikâf için muayyen bir gün sayısı söylemiş olursa bu müstesnadır, (o takdirde geceler de dâhil olmuş olur)…
Bundan, yalnız Arefe gecesi ve Kurban Bayramı geceleri müstesnadır. İnsanlara kolaylık olması için, (Arefe gecesi ve Kurban Bayramı geceleri) geçen gündüzlere tâbidirler…
el-Muhit’ten naklen el-Bahır’ın ifadesi şöyledir: (Her gece, kendinden sonra gelen güne tâbidir) “yalnız hacda müstesnadır. Çünkü (hacda) gece, geçmiş günler hükmündedir. Binaenaleyh Arefe gecesi Terviye gününe, Bayram gecesi de Arefe gününe tâbidir.” Bundan önce el-Bahır sahibi el-Velvalciyye’nin kurban bahsinden şunu nakletmiştir: “Gece her zaman gelecek güne tâbidir. Yalnız Kurban Bayramı günlerinde müstesnadır. İnsanlara yardım olması için o günlerde (gece), geçen güne (gündüze) tâbidir…”
Ben (İbn-i Âbidîn) derim ki: Keza el-Valvalciyye’nin hac bahsinde bildirildiğine göre, hac/menasik günlerinde gece, geçen (önce gelen) güne (gündüze) tâbidir. Onun için bir kimse Arafat’ta, Bayram gecesi fecir doğmadan durursa (vakfe yapma hususunda kendisine) kâfi gelir…
Hâsılı (sözün özeti): Arefe gecesi, hükümde önceki güne (gündüze) tâbidir. Hatta o gecede vakfe yapmak sahihtir. Keza Bayram gecesiyle, sonraki gece ve ondan sonraki gece de öyledir (hükümde önceki güne tâbidir). Hatta o gecelerde (hacda) kurban kesmek ve şeytan taşlamak caizdir…
Demek oluyor ki, gündüz yapılan kurban kesmek ve Arafat’ta durmak gibi hac menasikine ait işler, o gündüzün (akşamının akabinde) gelen gecede yapılabilir. Bu, insanlara yardım içindir. Bu sebepten dolayı Şârih, mutlak olarak o gecenin önceki güne tâbi olduğunu söylemiştir. Yani hakikatte değil, hükümde önceki güne tâbidir. Aksi takdirde (hacdaki bu durum haricinde) her gece kendinden sonra gelen güne tâbidir ki, onun için Kurban Bayramında (kurban kesildiği günden) önceki geceye “bayram gecesi” denilmiştir. Şayet (kurban kesildiği günden önceki) o gece, kendinden önceki güne ait olsaydı, Arefe gecesine isim olurdu (Arefe gecesi denilirdi). Bu (geceye böyle demek) ise hem lügaten, hem şer’an caiz değildir. Binaenaleyh bundan dolayı, “Kurban günlerinin üçüncüsünün gecesi yoktur, Terviye gününün de iki gecesi vardır” sözü sahih değildir. Ancak (bu sözle, bunun) hüküm itibariyle (olduğu) murad olunursa (o zaman bu söz sahih olur). (Böyle olmasaydı) aksi takdirde, bir kimse Terviye günü ile Arefe günü itikâfı nezrettiğinde, iki gün üç gece itikâfta kalması lâzım gelirdi ki, zâhire bakılırsa bunu kimse söylememiştir… Anla! (İbn-i Âbidîn, Oruç Bahsi)