Başımıza gelen dertlerin ve sıkıntıların büyüklüğü neye göredir? Başımıza neden bela ve musibetler gelir? Acaba bizden dolayı mı, yoksa bize rağmen midir?

SORU: Başımıza gelen dertlerin ve sıkıntıların büyüklüğü neye göredir? Başımıza neden bela ve musibetler gelir? Acaba bizden dolayı mı, yoksa bize rağmen midir?

CEVAP:

Bu soruya dinimizde geniş bir şekilde cevap verilmiştir. Kısa ve öz olarak zikretmeye çalışacağız inşallah. Bu sorunun cevabı bir madalyon iki yüzü gibidir. Madalyonun iki ayrı yüzü bulunmaktadır ve her yüzünde ise ayrı bakış açıları vardır. Her iki açıyı da iyice anlamak icap etmektedir…

Madalyonun bir yüzüne baktığımızda, başımıza gelen musibetlerin sebebi olarak günahlarımız gözükmektedir. Bu konuda şu âyet-i kerîmeyi zikredeceğiz: “Başınıza gelen herhangi bir musibet kendi ellerinizle işlediğiniz (günahlar) yüzündendir. ve Allah birçoğunu da affeder…” (Şûra 42/30) Bu âyet-i kerîmeden anlamamız gereken iki husus vardır:

Birincisi; başımıza gelen sıkıntıların günah ve hatalarımızdan dolayı olduğudur… İkincisi; başımıza gelen sıkıntıların sebebi olan bu günahların birçoğunun bağışlandığıdır… Yani; eğer Rabbimiz, bizlere rahmet eylemeyip işlediğimiz bütün günahları bize musibetler olarak aksettirseydi acaba hâlimiz nice olurdu?

Ârifler, kendilerine isabet eden herhangi bir musibeti veya aksiliği hatalarından bilme hususunda ziyade hassasiyet göstermiş; “Merkebim dahi binerken huysuzluk yapsa günahlarımdan bilir, bundan dolayı oturup tevbe/istiğfar ederim!” demişlerdir…

Madalyonun diğer yüzüne baktığımızda ise, Rabbimizin sonsuz rahmetini seyran eylemekteyiz. “Olur ki, bir şey sizin için hayırlı iken, siz onu hoş görmezsiniz. Yine olur ki, bir şey sizin için kötü iken, siz onu seversiniz. Allah bilir, siz bilmezsiniz…” (Bakara 2/216) Bu âyet-i kerîmeden de anlıyoruz ki, bazen öyle işler olur ki biz onları kesinlikle kötü addederiz; ama sonuçta o bizim için hayırdır. Yine öyle işler vardır ki, kesinlikle hayırlı deriz; ama sonuçta o bizim için şerdir. Evet, bizim ilmimiz nereye kadardır ki! Allah (c.c) her şeyi bilir, biz ise hiçbir şeyi. Musibet ve ibtilalarda da aynen öyledir…

Aslında başımıza gelenler ebedî hayatta rahat etmemiz içindir. Rahîm olan Allah’ın huzuruna tertemiz çıkmamız içindir. Yukarıdaki ayeti kerimenin yanı sıra Tirmizî’nin rivayet ettiği Rasûlullah (s.a.v)’in şu hadîs-i şerîfleri de bu mevzuya ışık tutmaktadır: “Müslüman’a ilişen yorgunluk, hastalık, tasa, keder, gam, hatta vücuduna batan bir diken (gibi kendisine isabet eden bir musibet) yoktur ki Allah, bu sebeplerden biri ile onun hatalarından bazılarını örtmüş olmasın…” (Müslim, Birr) “Allah Teâlâ kuluna hayır dilediği zaman (günahlarına karşılık) dünyada (onun) cezasını çabucak verir. Allah kuluna fenalık murad ettiğinde ise günahı sebebiyle onu ahirette cezalandırmak için dünyada cezalandırmaz…”

Buradan yola çıkarak anlıyoruz ki; başımıza gelen en küçük can sıkıntısı, gam, keder, stres, bunalım, kavga, hatta elimize batan kıymık dahi günahlarımızın affına vesile olmaktadır. ve yine anlıyoruz ki; bu musibetler yarın Allah’ın (c.c) huzuruna tertemiz, günahlardan arınmış bir şekilde varmamız içindir. Bu da bize Rahmân’ın rahmetinin genişliğini bir defa daha ispatlamaktadır…

Bu hususu idrakten sonra, başımıza herhangi bir sıkıntı varit olduğunda, kullara bahane bulmayıp, bu sıkıntının sebebinin işlemiş olduğumuz bir günah olduğunu bilecek ve böylece sosyal hayatımızda insanlarla da barışık yaşamamız mümkün olacaktır. Keza bu sıkıntıdan dolayı Rabbimize yönelerek O’ndan aff-ü mağfiret dileyeceğiz. Böylelikle hem yaratanla, hem de yaratılanlarla aramızı bulmuş olacağız…