SORU: Başımıza illa bela ve musibet gelecek mi, gelmese olmaz mı?
CEVAP:
İnsanoğlunun anlamaya çalıştığı, cevabı hususunda sürekli bir arayış içerisinde olduğu konulardan biri de; başına gelen musibetlerin sebeb-i vukuudur. Musibetler öyledir ki, kimimizi âlây-ı illiyyîne, kimimizi de esfel-i sâfilîne götürür. Aslında bizi bu noktalara taşıyan başımıza gelen dertler ve sıkıntılar değil, o andaki davranış tarzımız ve hâlimizdir…
Dinimiz her konuda olduğu gibi bu konuda da bizi öylesine aydınlatmıştır ki, sorulacak hiçbir sual bırakmamıştır. Bu konuyla ilgili malumatları araştırdığımızda bir kez daha dinimizin en mükemmel din olduğunu anlamaktayız. Bu mânâda şu âyet-i kerîme dimağlarımızda yankılanmaktadır: “Bugün sizin için dininizi kemâle erdirerek üzerinize olan nimetimi tamamladım…” (Mâide 5/3)
Peki, bela ve musibetsiz hayat olmaz mı?
Bırakalım, bu soruya Kur’an ve Sünnet cevap versin. “İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece ‘Îman ettik’ demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar? Andolsun ki, biz onlardan öncekileri de imtihandan geçirmişizdir. Elbette Allah, sadıkları ortaya çıkaracak, sadık olmayan yalancıları da ortaya koyacaktır…” (Ankebût 29/2-3) Bu âyet-i kerîmeden anlıyoruz ki;
a) İman edip de imtihana tabi tutulmayacak insanoğlu yoktur…
b) Bu hal ve durum, Rabbimizin, bizden öncekiler hakkında geçerli olduğu gibi bizim için de geçerli olan sünnetidir…
c) İbtilânın (bela ve musibetlere duçar olmanın) esbâbı; sâdıkların sâdık olmayanlardan ayırt edilmesi, sâlih amel işleyenlerle işlemeyenlerin, dünyayı âhirete tercih edenlerle etmeyenlerin marifetidir…
Diğer bir âyet-i kerîmede ise şöyle buyrulmaktadır: “Andolsun ki sizi biraz korku; açlık; mallardan, ürünlerden, azalmayla (fakirlikle); canlarınızla (hastalık, stres vb. ile) imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele…” (Bakara 2/155)
Bu âyet-i kerîmeden de anladığımız üzere, muhakkak herkes malında ve canında imtihan olunacaktır. İmtihanın hangi yönde ağır basacağı ise kişinin mecaline bağlıdır. “Herkes aynı konularda aynı ağırlıkta imtihana tâbi tutulacak” diye bir kaide yoktur…
Bu meyanda her gün okuduğumuz Bakara sûresinin son iki âyeti olan “Âmene’r-Rasûlü”’de Rabbimizin bize öğrettiği şekilde Rabbimize: “Ey Rabbimiz! Bize götüremeyeceğimiz yükü yükleme!” (Bakara 2/286) diye tazarruda bulunmaktayız. Bu konuda birçok âyet-i kerîme bulunmakla beraber yukarıda zikrettiklerimizle iktifa edeceğiz…
Bu konuda bir hadîs-i şerîfi zikrederek bu sorunun cevabını sonlandıralım inşallah. Rasûlullah (s.a.v): “Âdemoğlunun misali, yanı başında doksan dokuz tane (öldürücü) belanın bulunmasına benzer. Bu belalardan kurtulmuş olsa bile, sonunda ölünceye kadar çekeceği düşkünlük hâli yakalayacaktır…” buyurmuşlardır… (Tirmizî, Kader)
Gördüğümüz gibi ilmin şehri Efendimiz (s.a.v), bize saadet ve huzur düsturlarından birini daha buyurmuşlardır. Aklımıza, fikrimize dahi gelmeyen doksan dokuz ayrı yerden dertler, sıkıntılar başımıza üşüşecek, imtihan olunacağız ve tam “Bu dertlerden kurtulduk, artık rahatız!” derken yaşlılığa bürüneceğiz, ihtiyarlığın meşakkati başlayacak…
Yine bu meyanda Rasûlullah (s.a.v): “Dünyada rahat yoktur…” hadîs-i şerîfini zikretmek burada mânidar olacaktır…
Yukarıdaki hadîs-i nebevîden anladığımız ince bir husus vardır ki nazarları celbetmektedir, bu da; “Çileden çileye geçiş vardır; ama çilenin bitmesi diye bir şey söz konusu değildir…” kaidesidir…