99. Menkıbe… Hz. Pîr’in Kutbun vasıflarını zikretmesi, Ayağım Her Allah Dostunun Boynundadır Sözü

DOKSAN DOKUZUNCU MENKIBE

(Hz. Pîr’in Kutbun Vasıflarını Zikretmesi, Ayağım Her Allah Dostunun Boynundadır Sözü)

“Abd” diye bilinen Ebû Rıda Muhammed b. Ahmet Bağdâdî’den -Allah Teâlâ ona rahmet etsin- rivayetle, dedi ki:

– Çok kez ona Kutbun sıfatlarından bir şeyler sormayı ümit ederdim. (Bir gün) ben ve Şeyh Ebû Halil Ahmet b. Said b. Vehb Mukrî Bağdâdî, “Rasâfe” Camiine girdik. Orada Şeyh Ebû Said Kaylevî ve Şeyh Ali b. Hîtî’yi -Allah ikisinden de razı olsun- bulduk. Şeyh Ebû Said’e bu hususu sordum. (O):

– Onun zamanında bu işin liderliği Kutub’da biter. Onun asrında kâinatın ve ahalisinin işi ona tevdi edilir, dedi.

(Ben):

– Böyle (olan) o kişi kim? dedim.

– O, Şeyh Abdulkadir’dir, dedi.

Bunun üzerine Şeyh Abdulkadir (r.a)’ın meclisinde bulunmak için kendimi tutamayıp sıçrayıp (kalktım) ve onlar da sıçrayıp (kalktılar). Bizden ne bir kişi önde gitti ne de bir kişi arkada kaldı ve ne de dağılıp (bölündük). Bizden her bir kimse ondan bu hususta bir şey dinlemeyi arzu edip (diliyordu). Ona (mecliste) konuşurken kavuştuk. Meclise oturup yerleştiğimizde konuşmasını kesti ve (onlara dönüp):

– Vasfeden kişi nereden Kutbun vasfını keşfedecek (bilecek). (Kutup ki): Hakikat (denizine giden) hiçbir yol yok ki mutlaka onun için orada emniyetli bir memba (mecra) olmasın… Velîlikte hiçbir derece yok ki mutlaka onun için orada sabit bir mahal olmasın… Nihayette (sonda) hiçbir makam yok ki mutlaka onun için orda kökleşmiş (yerinden oynamaz) bir ayak (adım) olmasın… Müşahede de hiçbir merhale (rütbe) yok ki mutlaka onun için orda lezzetli bir içecek olmasın… Huzurun yüce mertebelerine hiç bir mirac (yükseliş) yok ki mutlaka onun için orda yüce bir geçit yeri olmasın… Mülk ve Melekût âlemlerinde hiçbir durum yok ki mutlaka onun için orda olağanüstü bir keşif olmasın… Görünen ve görünmeyen (gayb) âleminde hiçbir durum yok ki mutlaka onun için oraya vukufiyeti olmasın… Mevcudatta zuhur eden (yeni meydana gelen) hiçbir şey yok ki mutlaka onun için orda müşareket (müdahil olma) olmasın… Hiçbir nur yok ki mutlaka onun için (onda) bir parça olmasın… Hiçbir marifet yok ki mutlaka onun için onunla bir nefes (soluk) olmasın… (Hayırda) yarışan kimsenin hiçbir mihrabı (hedefi) yok ki mutlaka onun gayesini o tutar (gayeyi belirler ve ulaştırır)… Vuslat ehline (verilen) hidayetin mutlaka nihayetine (sonuna) malik olur (elinde bulundurur)… İkram (ihsan) olunan hiçbir şey yok ki mutlaka o (kutup), o (ihsana) istenmiştir… Hiçbir mertebe yok ki mutlaka o (kutup) o (mertebeye) cezp olunmuştur (çekilmiştir)… Hiçbir nefis (sahibi) yok ki o (kutup) mutlaka o (nefis sahibinde) sevgilidir (sevilir)… O, izzet sancağının taşıyıcısıdır… Kudret kılıcının nihayeti (en sonudur)… Hâkimin ordusunun sultanıdır… Atama ve azletme veliahdı (Padişahtan sonraki yetkilisidir)… Onunla oturup kalkan şaki olmaz… Ondan müşahedesi kaybolmaz… Ondan hâli perdelenmez (örtülmez)… Onun basamağının (mertebesinin) üstünde evliyaların bir basamağı (mertebesi) yoktur… Onun manasının (maneviyatının) üstünde bir mana (maneviyat) yoktur… Onun vücudiyetinden (varlık ve yaşamından) daha kâmil bir vücudiyet yoktur… Onun müşahedesinden daha açık (aşikâr ve kesin) bir müşahede yoktur… Onun şeriata tabi olmasında daha şiddetli bir tabi olma yoktur… O, mutlak mevcuttur açıktır… Muttasıl (birleşik-bağlı) ve munfasıldır (ayrık-bağımsızdır)… Arzî (yeryüzüne aittir) ve semavîdir (göğe aittir)… Kudsîdir ve gaybîdir… Gidişatı mutedil ve sadedir… Oraya ulaşıp varan, orada vasıflanan bir kimse için devamlılık kalmadı… Ona yükümlülük yoktur ancak o, ayrışımın özünde ünsiyet ve heybet arasında ezel nazarlarının mevkiinde cem hâlinde onunla birleştiğinde gizlendi… Tefrik halinde müşahedelerin kısımlarında onunla hemen birleşti ki hâlin vasfının zevali ve makamın vasfının devamlılığıyla birlikte, celal vasıfları ile cemal (vasıflarına) dalma arasında ki sıfatları ayırmak içindir. Böylece sırlara vukufiyette tek olması geldi (ve) zuhurunun en gözdesi olarak işaretlerle hükmünün hâl ile birleşmesinin gizliliğinde nida etti. Yoksa kabz (hâlinin) şiddetinin yorgunluğundan bast (hâli olarak) onun zuhuruna geçmeye güç yetiremez… Mülk ve hikmet âlemi olmasaydı, hicabın yüzeyi ve zamanların işareti dışında kudret ve gayb âleminden hiçbir şey onda zuhur etmezdi. Hükmün bir şeye has kılınmasının kaldırılması ki, kâinatta ki ahalinin bu hususta acayip (şeyleri) müşahede edebilmesi içindir. Eğer onun özü ve ayrıntısı, başı ve sonu Mustafa (s.a.v)’in temkininin hudutları içinde olmasaydı, onun gözetiminin esintileri sıfatının karışımıyla birlikte (olmasaydı), onun emrinin kabzasından ileri geri, toplu ayrışık kurtarması (olmasaydı), kudret oku hükmün duvarını delerdi. İşaret edilen bu emir ile tecelli ettiğinde taaccüp ederek görmeleri ve işitmeleri hoş oldu.

Sonra (Şeyh) şu şiiri okuyarak (şöyle dedi):

 

Aşk ateşi içinde hoş kılınmış hiçbir memba yok ki

Mutlaka en lezzetli ve en güzeli onda benimdir.

 

Veya vuslatta özel hiç bir mevki yok ki

(Mutlaka) onun membaına konarım ve de içilen de hoş olur.

 

Sabah yola her hayır (ve güzellik tarafından) istenerek çıktım.

O (hayır ve güzelliğin yolunu) zeki olan bulup da onu isteyemez.

 

Ben kendisiyle oturup kalkanın korkudan emin olduğu erlerdenim,

Zamanın bela (şüphesinden emin olur) ve onu korkutan şeyi görmez.

 

(Öyle bir) topluluk ki her izzet ve şerefte (onlar için) yüce bir rütbe

Ve (onlar için)  her orduda bir muhafız vardır.

 

Ben düğünlerin bülbülüyüm, onun uzun geniş ağaçlarını doldururum

Sevinç ve neşeyle, yücelerde ise (ben) “Bâzu Eşheb’im”

 

Aşkın orduları benim iradem altında oldular,

İsteyerek (itaat ederek) ve ne kadar onu uzaklaştırsa da uzaklaşmaz.

 

Hiçbir dilediğim emel ve temennim olmadan sabahladım,

Ne de bekleyip gözlediğim bir vaat (söz) olmadan.

 

Hâlâ rıza meydanlarında nimet içinde yüzerim,

Hatta bir mevki verildi ki o (kimseye) verilmez.

 

Zaman süslenmiş, parlatılmış yeni bir elbise gibi,

Parlıyor ve bizde onun altınla yaldızlayan nakışçılarıyız.

 

Öncekilerin güneşi battı ve bizim güneşimiz ise

Ebedidir yüce göklerde, batmayacaktır.

 

 

Sonra da dedi ki:

– Bütün kuşlar söylerler fakat yapmazlar, şahin ise yapar fakat söylemez.

Bunun üzerine “Cerâde” diye bilinen vaiz Şeyh Ebû Muzaffer Mansur b. Mübarek (Şeyh Abdulkadir’e) doğru kalktı ve (şu şiiri) söyledi:

 

Aylar ve zamanlar seninle sevindi.

Ey feyziyle yakutların yücelip (kıymetlendiği).

 

Şahinsin sen eğer (bir şeyi) yaparsan övün, bunda taaccüp edecek bir şey yok.

İnsanların geri kalanı ise gözümde ses çıkaran yellerdir.

 

Senin ayaklarından sıdk’ın kokusunu (alıyorum) mücahedeyle,

Çünkü o (ayak),  ayakkabısında izzet ve şeref olan bir ayaktır.

 

Ben derim ki:

– (Şeyh Ebû Muzaffer) bu beyitle Şeyh Abdulkadir (r.a)’ın (şu) sözüne işaret etti: “Ayağım her Allah dostunun boynundadır.” Muhakkak o bu sözünde sadıktır (doğrudur) ve (bu sözünde) haklıdır. Onu Hakk’ın ilhamından söylemiştir. Bunun için O bu sözü söylediğinde doğudaki ve batıdaki büyük Şeyhler boyunlarını eğmişlerdir. Ancak Asfahan’dan bir kişi hariç ki (o kişi de) boyun eğmediği için azledilmiştir.

(Şeyh Abdulkadir’in) bu sözü söylemekle emrolunduğunu büyük Meşayih zikretmişlerdi. Onlardan bazısı da (Şeyh Abdulkadir’in) bu sözü söyleyeceğini, onun dünyaya gelmesinden yaklaşık yüz sene önce haber verdiler. “Hulle” Meşayihinden bazısı dedi ki:

– Şeyh Abdulkadir’i gördüm. (O), (bu) davayı (güdenlerin) hakkıyla en büyüğü idi. “Neşru Mehasin” adlı kitabımda bu beyitlerdeki anlatılmak istenenlerin bazısı hakkında konuştum.

(Şeyh Abdulkadir’in) “Yücelerde ben  “Bâzu Eşheb’im” (beyaz şahinim)” sözüne (gelince): “Bazı ilim ehli Âlim Ârif Şeyh Ebû Süleyman Davud b. Yusuf Münbecî’den (şöyle) rivayet ettiler: (O) dedi ki:

– Bir gün Şeyh Ukayl (r.a)’ın yanında idim, ona denildi ki:

– Bağdat’ta Abdulkadir isminde şerif bir gencin hâli şöhret buldu. (O):

– Onun gökte isminin anılması, yerde (anılmasından) daha meşhurdur. Muazzam delikanlı, yüce (ve) Melekût’ta “Bâzu Eşheb” diye çağırılan. Zamanında tek olacaktır. Onun asrında iş ona tevdi edilir ve ondan sadır olur,” dedi… Bitti…

(Hulâsatu’l-Mefâhir fî Menâkıbı’ş-Şeyh Abdulkâdir)

 

Ben (kitabın müellifi) derim ki: Ona (Şeyh Abdulkadir’e) yüce sena (methiyelerde) bulunuldu. Ona muasır olan veya olmayan birçok nurların kaynağı ve sırların hazinesi olan Meşayih, onu yüce vasıflarla vasfettiler. O (Meşayihten) bazısı bu kitaba konulan iki yüz (hikâyeden) ilk yüz hikâyede menkıbelerini anlattığım (Meşayihtir). Son (ikinci) yüz (menkıbe) ise Şeyh Abdulkadir (r.a)’ın menkıbeleri hakkındadır. O (Meşayihin) ona olan methiyelerini ise başka bir kitapta zikrettim. Bunlar yaklaşık kırk Şeyh olup (isimleri şöyledir): “Şeyh Ebû Bekir Betâihî, Şeyh Ebû Muhammed Şenbekî, Şeyh Azzêz Betâihî, Şeyh Mansur Betâihî ve Şeyh Ebû Vefa, Allah cümlesinden razı olsun. (Ayrıca) Şeyh Hammâd b. Müslim Debbâs, Şeyh Ebû Ya’zê Mağribî, Şeyh Adiy b. Müsafir Emevî, Şeyh Ali b. Vehb Sencârî, Şeyh Musa b. Mâhîn Zûlî, Şeyh Ebû Nüceyb Abdulkahir Sühreverdî, Şeyh Ebû Hasan Rufai, Şeyh Ali b. Hîtî, Şeyh Abdurrahman Tafsuncî, Şeyh Beka b. Battû, Şeyh Ebû Said Kaylevî, Şeyh Matar Bâzirânî, Şeyh Mâcid Kürdî, Şeyh Câkîr, Şeyh Ebû Muhammed Kayyim Basrî, Şeyh Ebû Amr Osman b. Merzûk, Şeyh Süveyd Sencârî, Şeyh Hayat b. Kays Harrânî, Şeyh Reslân Dimeşkî, Şeyh Ebû Meyden Mağribî, Şeyh Ebû Muhammed Abdurrahim Kınêvî Mağribî, Şeyh Osman b. Murûra, Şeyh Kadîb Bên Mûsılî, Şeyh Mekârim Nehr Hâlisî, Şeyh Halife b. Musa Nehr Melikî, Şeyh Ebû Hasan Cûsekî, Şeyh Ebû Abdullah Kuraşî, Şeyh Ebû Bereket b. Sahr Emevî, Şeyh İshak İbrahim A’zeb, Şeyh Gavs, Allah cümlesinden razı olsun, işte bunlar otuz yedi Şeyhtir…

Başka bir kitapta “Bu ayağım her Allah dostunun boynundadır” sözünü söylediğinde meclisinde otuz küsur Şeyhin hazır bulunduğunu zikrettim…

Menkıbelerin sonunda ise adı geçen Şeyhlerin sözlerinden bazısını zikrettim…