82. Menkıbe… Hz. Pîr’in Belh’ten birine Allah’ın Arşı altında Rasûlullah’ı, etrafında Peygamberler Sahabeler ve Evliyalar olduğu hâldeki makamı göstermesi

SEKSEN İKİNCİ MENKIBE

(Hz. Pîr’in Belh’ten Birine Allah’ın Arşı Altında Rasûlullah’ı, Etrafında Peygamberler Sahabeler ve Evliyalar Olduğu Hâldeki Makamı Göstermesi)

Arif Celil Şeyh Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmet Belhî’den rivayetle, -Allah Teâla ona rahmet etsin- dedi ki:

– Ben genç iken Şeyh Abdulkadir (r.a)’ı ziyaret etmek için Belh’ten Bağdat’a gittim.  Ona medresesinde ikindi namazını kılarken kavuştum. Bundan önce ne ben onu görmüştüm ne de o beni görmüştü. (Şeyh namazın bitiminde) selam verdiğinde insanlar onu selamlamak için akın ettiler de bende (onlarla birlikte) vardım ve onunla musafahalaştım. Elimi tuttu, bana tebessümle baktı ve;

– Merhaba ey Belh’li ey Muhammed! Muhakkak Allah bana senin mekânını gösterdi ve niyetini bildirdi, dedi.

(Muhammed Belhî devamla) dedi ki: “Onun sözü yaralının devası, hastanın şifasıydı. Haşyetten gözlerim yaş akıttı. Heybetten böğürlerim titredi. Onun muhabbetine (olan) şevkten iç organlarım parçalandı ve nefsimin azığı tükendi. Kalbimde tabir edemeyeceğim bir hâl buldum, sonra (o hâlin) rif’at ve kuvveti arttı ve ben de (bu hâlde) ona galebe çalmaya çalışıyordum.

(Sonra) karanlık bir gece virdimi yapmak için kalktım. O an kalbimden bana iki şahıs belirdi. Birisinin elinde bir kadeh, diğerinin elinde ise bir hırka var idi. Hırkanın sahibi bana:

– Ben Ali b. Ebû Talib’im, bu da mukarreb meleklerden biri. Bu, muhabbet şarabından bir kadeh ve bu da rıza libaslarından bir hırka, dedi. Sonra bana o hırkayı giydirdi. Arkadaşı da kadehi bana verdi de doğu ve batı onun nuruyla aydınlandı. Onu içtiğimde gaybiyatın esrarından, Allah Teâlâ dostlarının makamlarından ve bundan başka acayip şeylerden (bir kısmı) bana keşfolundu. Gördüklerim (içinde) bir makam vardı ki, onun sırrında akılların ayakları kayardı, onun celalinde fikirlerin anlayışı dalalete düşerdi, onun heybetine evliyaların boyunları bükülürdü, onun güzelliğinde (zarafetinde) sırların esrarı şaşırıp kalırdı, onun nurlarının şuasından basiretlerin gözleri dehşete düşerdi. Onun hoş rüzgârı mukarreb, büyük (Cebrail-Azrail-Mikail-İsrafil gibi meleklerden) ve ruhani meleklerden çıkar ki bu makamın kadrini tazim için onun zuhuru rükû edenler heyetinde belirir. (O rüzgâr) Allah Teâlâ’yı birçok çeşit takdis ve tenzih ile tesbih eder ve o makamın ehline selam verir. Bir münadi der ki: “Onun üstünde Rahman’ın -azze ve celle- arşından başkası yoktur.” Oraya bakan kimse (tahkik üzere şunları görür): Her vâsıl olanın makamı, (her) meczûbun hâli, (her) ârifin ilmi, (her) velînin tasarrufu, (her) mukarrebîn temkininin başlangıcı ve elde edeceği -veya nail olacağı dedi-, (şeyin) cümlesi ve tafsili, tamamı veya cüz’ü, başlangıcı veya sonu orda istikrar kılmış, ondan yayılmış, ondan sadır olmuş ve onunla kemale ermiştir.

(Devamla) dedi ki: “Böylece o (makama) bakmaya güç yetiremeden bir müddet bekledim. Sonra ona bakmaya kuvvet buldum (baktım). (Sonra) o (makamla) yüz yüze (hizasında olmaya) güç yetiremeden bir müddet bekledim. Sonra onunla yüz yüze (hizasında olmaya) kuvvet buldum. (Sonra) onun içinde kimin olduğunu bilmeye güç yetiremeden bir müddet bekledim. Bir müddet sonra içinde kimin olduğunu bildim de meğer içinde Rasûlullah (s.a.v) var imiş. (Rasûlullah’ın) sağında Âdem (a.s), İbrahim (a.s) ve Cibril (a.s) vardı. Solunda Nuh (a.s), Musa (a.s) ve İsa (a.s) vardı -salavatu’l-lahi aleyhim ecmaîn-. Huzurunda ise Sahabenin ve Evliyanın büyükleri vardı -rıdavânu’l-lahi aleyhim-. (Sonra) onun heybeti üzere hizmetliler kalktı. O’nun (s.a.v) heybetinden (oradakiler) sanki başlarında kuş varmış gibi (duruyorlardı).

(Oradaki) Sahabelerden bildiklerimden: Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali, Hamza ve Abbas vardı -radıya’l-lahu anhum ecmaîn-. Evliyalardan bildiklerimden: Maruf Kerhî, Sırrî Sekatî, Cüneyd, Sehl Tüsterî, Tacu Arifîn Ebû Vefa, Şeyh Abdulkadir, Şeyh Adiy b. Müsafir ve Şeyh Ahmet Rufai vardı -Allah onların cümlesinden razı olsun-.

Sahabeden, Mustafa (s.a.v)’e en yakın olanı Ebû Bekir Sıddîk (r.a) idi. Evliyadan en yakın olanı ise Şeyh Abdulkadir idi. Sonra bir münadinin şöyle dediğini işittim:

– Mukarreb Melekler, Mürsel Peygamberler ve Muhib Evliyalar Efendimiz Muhammed (s.a.v)’e özlem duyup (arzuladıklarında), (Rasûlullah) Rabbi Teâlâ’yı gördüğü yüce makamından bu makama iner. Böylece oradakilerin O’nu (s.a.v) görmekle nurları ziyadeleşiyor, O’nu müşahede etmekle halleri tezkiye oluyor, O’nun bereketiyle mekanetleri ve makamları yükseliyordu da sonra (s.a.v) o yüce makamına geri dönüyordu. (Oradakilerin) hepsinin (şöyle) dediklerini işittim: “İşittik ve itaat ettik. Ey Rabbimiz! Senden bağışlama dileriz. Sonunda dönüş yalnız sanadır.” (Bakara; 285)

(Devamla) dedi ki: “Sonra bana, yüce mukaddes nurdan bir şimşek göründü ve beni bütün görünenlerden gizledi, beni bütün mevcudattan kaçırdı, bütün muhtelifli şeyleri ayırt etme (gücünü) benden düşürdü ve bu hâl üzere üç yıl kaldım. “Semirrâ’da” olduğumdan başka kendim (hakkında hiç) bir şey algılamıyor (bilmiyordum). Şeyh Abdulkadir (r.a) sadrımı kavramış, bir ayağı benim yanımda diğer ayağı ise Bağdat’ta (iken) ayırt etme gücüm bana geri döndü ve işime malik oldum. Bunun üzerine Şeyh bana:

– Ey Belh’li, seni vucudiyetine geri döndürmek, hâline seni malik kılmak ve senden seni kahreden şeyi çekip almakla emrolundum, dedi. Sonra bana hâlimin başından bu zamana kadar olan bütün müşahedelerimi ve hâllerimi haber verdi. Öyle bir haber veriş ki, her nefise muttali olduğuna delalet ediyordu. (Şeyh):

– Muhakkak Rasûlullah (s.a.v)’den yedi defa istekte bulundum da böylece o makama bakmaya güç yetirebildin… (Rasûlullah (s.a.v)’den) yedi defa daha (istekte bulundum da böylece o makamla) yüz yüze (hizasında olmaya) güç yetirebildin… (Rasûlullah (s.a.v)’den) yedi defa daha istekte bulundum da böylece o (makamda) kimin olduğunu bilebildin…  (Rasûlullah (s.a.v)’den) yedi defa daha istekte bulundum da böylece o (makamda) münadiyi işitebildin… Muhakkak Allah Teâlâ’dan senin için yedi defa, yedi defa ve yedi defa istekte bulundum da böylece sana o şimşek parıltısı göründü… Bundan önce de senin için onu yetmiş defa istedim de böylece Allah Teâlâ sana muhabbetinden bir kadeh içirdi ve rızasının hırkasını giydirdi… Ey evlat! Farzlardan kazaya kalanlarının hepsini kaza et. Ey Allah’ım! Bize muhabbetinden bir kadeh içir, Ey Kerim! dedi…

(Hulâsatu’l-Mefâhir fî Menâkıbı’ş-Şeyh Abdulkâdir)