YEDİNCİ MENKIBE
(Hz. Pîr’in Nefsine Muhalefeti)
Şeyh Ebu Hasan Ali b. İbrahim b. İsmail Vâsitî’den muttasıl bir senetle ve yine Şerif Ebu Abbas Ahmet b. Muhammet Ezherî Bağdadi ile (beraber) muttasıl senetleriyle rivayetlerinde dediler ki: Şeyh Muhyiddin Abdulkadir (r.a) kürsünün üzerindeyken şöyle dedi:
– Tecrit üzere (yanımda ne bir kimse, ne de dünyalık bir olmadan ve hiç kimseden de bir şey istemeden) Irak’ın çöllerinde ve harabelerinde yirmi beş yıl dolaşarak bekleyip kaldım…
Kırk yıldır sabah namazını yatsı namazının abdestiyle kılıyorum… On beş yıldır yatsı namazını kıldıktan sonra Kur’ân okumaya başlıyorum ve uyumaktan endişelendiğimden tek ayak üzerinde, elim duvara çakılı bir kazıkta olduğu hâlde (okuyorum). Ta ki seher vaktinde Kur’ân’ı sonuna kadar hatmetmiş oluyorum…
—————————————
Bir gece merdivenden çıkarken nefsim bana:
“Bir saat uyusan” dedi. Bunun üzerine, bunun aklıma geldiği yerde durdum ve tek ayak üzerine dikildim. Bu hâl üzere iken Kur’ân okumaya başladım, ta ki sonuna geldim (hatmettim)…
—————————————
Üç gün ile kırk gün arası kalıyordum da gıdalanacak bir azık bulamıyordum… Uyku, bana bir surete (bürünmüş olarak) geliyordu. Ben de azarlayıp kovuyordum da böylece o gidiyordu… Dünya, dünyanın ziynetleri (süsleri) ve şehvetleri çok güzel ve çok çirkin suretlerde bana geliyordu, bende onu azarlayıp kovuyordum da süratle kaçıp gidiyordu…
—————————————-
“Burcu Acemî” denilen kulede on bir sene ikamet ettim. Sonra ikametim biraz daha uzadı, ta ki bir defa kırk gün hiçbir şey yemeden kaldım. Kırk günden sonra yanında ekmek ve yemek olduğu hâlde bir adam geldi ve onu önüme koydu, beni bırakıp (öylece) çekip gitti. Açlığın şiddetinden nefsim neredeyse yemeğe meyledip (yiyecekti). Bunun üzerine dedim ki:
– Vallahi, Allah Teâlâ’ya verdiğim ahitten çözülmüş değilim. (Böyle deyince) içimden bir yardım (imdat) feryadı duydum, açlığı haykırıyordu. (Yine de) ondan yiyip içmedim.
Şeyh Ebu Sait Mahramî bana uğradı ve yardım dileyenin feryadını (imdadını) duydu. Yanıma girdi ve bana dedi ki:
– Bu hâl nedir Ya Abdullah veya Ya Abdulkadir? Dedi. (Ben);
– Bu nefsin ıstırabı, kederi, lakin ruh, Rabbinde (c.c) sükûn bulmuştur, dedim. Bana:
– Binanın (kulenin) kapısına gel, dedi. Beni olduğum hâl üzere bırakıp çekip gitti. Ben (yine de) kendi nefsimde (içimden), bu yerden çıkmayacağım, dedim. (Bunu içimden geçirirken) Ebu Abbas Hızır (a.s) geldi ve dedi ki:
– Kalk ve Ebu Sait (Mahramî)’e git, dedi. Bunun üzerine ben de ona geldim. Baktım ki evinin kapısında durmuş beni bekliyor. Bana:
– Ya Abdulkadir, benim sana “bana gel” demem yetmedi mi de ta ki Hızır sana benim emrettiğimi emretti (de öyle geldin), dedi. Sonra beni evine girdirdi. (Orada) leziz bir yemek buldum. (Şeyh Ebu Sait) oturdu, ta doyana kadar lokma lokma bana yemeği eliyle yedirdi. Sonra bana kendi eliyle hırka giydirdi ve ben de onunla beraber iştigale devam ettim…
—————————————
Bundan önceki bir seyahatimde iken daha önce görmediğim bir şahıs geldi ve bana:
– Sana yoldaş (arkadaş) olayım mı? Dedi
– Evet, (olur), dedim.
– Yalnız bana muhalefet etmemen şartıyla (arkadaş oluruz), dedi.
– Tamam, dedim.
– “Ben sana gelinceye kadar burada otur” dedi ve bir sene kayboldu (gitti). Sonra tekrar bana döndü geldi ve;
– “Ben sana gelinceye kadar yerinden ayrılma” dedi ve bir sene daha kayboldu (gitti). Sonra (tekrar) geldi ve ben (hâlâ) yerimdeydim. Yanımda bir saat oturdu, sonra kalktı ve;
– Ben sana gelinceye kadar yerinden ayrılma, dedi ve bir sene daha kayboldu (gitti). Sonra (tekrar) döndü geldi. Yanında ekmek ve süt vardı ve bana;
– Ben Hızır’ım, seninle beraber (yemek) yemekle emrolundum, dedi ve beraberce yedik. Sonra bana;
– Kalk hemen Bağdat’a gir, dedi. Bunun üzerine beraberce Bağdat’a girdik…
Şeyh (Abdulkadir)’e:
– Bu üç sene boyunca nereden gıdalanıyordun (ne yiyordun?) Diye soruldu.
– Yemek artıklarından, dedi…
(Hulâsatu’l-Mefâhir fî Menâkıbı’ş-Şeyh Abdulkâdir)