ALTMIŞ BEŞİNCİ MENKIBE
(Hz. Pîr’in Kendisinin Velî Olduğunu On Yaşında İken Öğrendiği, Gaipten Duyduğu Bazı Hitaplar, Hz. Pîr’in Kendisini Anlattığı Sözleri, Sene, Ay, Hafta ve Gün’ün Hz. Pîr’e Gelmeleri)
Şeyhü’l-İslam Muhyiddin Abdulkadir’in oğlu Şeyh Abdurrezzak’tan rivayetle, -Allah ikisinden de razı olsun- dedi ki:
– Şeyh Abdulkadir’e:
– Allah Teâlâ’ya dost (velî) olduğunu ne zaman öğrendin? denildi. (O):
– Bunu (öğrenmem) memleketimizde ben on yaşında bir çocukken oldu. Evimizden çıkıp mektebe giderdim ve melekleri etrafımda yürür görürdüm. Mektebe ulaştığımda meleklerin çocuklara: “Allah’ın velisine yer açın ki otursun” dediklerini işittim. O gün tanımadığım bir adam bize uğradı ve meleklerin böyle dediklerini duydu. Bunun üzerine onlardan (meleklerden) birine:
– Bu çocuk kimdir (durumu nedir)? dedi. (Onlar):
– Bunun şanı yüce olacak. Bu (çocuk) verilir fakat menedilmez. Gücü yeter kılınır (yetki, izin verilir) fakat perdelenmez (engel olunmaz). Yakın kılınır fakat reddedilmez (geri alınmaz), dediler. Kırk sene sonra anladım ki o adam o zamanın ”ebdâllerinden” (biri) imiş…
(Şeyh devamla) dedi ki:
– Ehlimin memleketinde küçükken ne zaman çocuklarla oynamak istesem: “Bana gel Ey Mübarek!” (diye) söyleyen (bir ses) işitirdim, bunun üzerine korkarak hemen kaçar, kendimi annemin kucağına atardım. Muhakkak ben şimdi bunu “halvetimde” iken işitiyorum…
(Şeyh devamla) dedi ki:
– Mücahede zamanımda bana uyku bastırdığında: “Ey Abdulkadir! Uyku için yaratılmadın. Biz seni, sen hiçbir şey değilken sevdik. Sen bir şey iken de Bizden gafil olma,” (diye) söyleyen (bir ses) işitirdim…
—————————
İki Celil Şeyh, Şeyh Ebu Suud Ahmet b. Ebu Bekir Huzeymî Attâr ve Şeyh Ebu Abdullah Muhammed b. Âbid’den rivayetle, o ikisi dediler ki:
– Şeyh Sadaka Bağdâdî (r.a) bir yolla nehyedildiği bir konuşma yaptı. Bu (konuşma ve durum) Halifeye bildirildi. (O da) hemen onun getirilmesini ve tâzir (cezası ile) cezalandırılmasını emretti. Onu getirdiklerinde ve (ceza için) başı açıldığında hizmetçisi: “Vay Şeyhimin başına gelene” (diye feryat etti) ve ona (tâzir cezasını) vuranların elleri o anda felç oldu. (Böylece) Allah onun heybetini mütevelli’nin (o işi yapmayı üstlenenin) kalbine koydu. (Sonra) Vezir bu durumu Halifeye arz etti. Böylece Allah -azze ve celle- Halifenin de kalbine (onun) heybetini (korkusunu) koydu. Bunun üzerine (Halife) onun salıverilmesini emretti.
(Sonra Şeyh Sadaka) Şeyh Abdulkadir (r.a)’ın tekkesine (gelip) girdi. Şeyhleri ve insanları orada oturmuş, Şeyh’in onlara çıkıp konuşmasını bekler halde buldu. Böylece (o da) geldi ve Şeyhlerin arasına oturdu. (Sonra) Şeyh (Abdulkadir gelip) kürsüye çıktığında hiç konuşmadı. Okuyucuya okumasını da emretmedi. Böylece insanlara büyük bir vecd dâhil oldu. Onlarda azametli bir hâl vuku buldu.
(Bunu görünce) Şeyh Sadaka içinden şöyle der: “Şeyh konuşmadığı, okuyucu da okumadığı halde bu vecd de nerden?” (Şeyh Sadaka devamla der ki): Bunun üzerine Şeyh Abdulkadir benim cihetime bakarak:
– Ey sen! Beyt-i Makdis’den buraya bir müridim bir adımda geldi ve huzurumda tevbe etti. Bugün burada hazır bulunanlar onun misafirliğindedirler, dedi. (Bunu duyunca) Şeyh Sadaka içinden (yine) şöyle der: “Kimin bir adımı (hem) Beyt-i Makdis’den Bağdat’a kadar olur ve (hem de) tevbe edenlerden olur? (Hem böyle birinin) Şeyh’e ihtiyacı var mıdır ki?” (Şeyh Sadaka devamla der ki): Bunun üzerine Şeyh benim cihetime baktı ve;
– Ey sen! (O), havada adım atmaktan tevbe etti ve bir daha da ona dönmeyecek. (Bir de) “Muhabbetullah” yolunu ona öğretmeme ihtiyacı var, dedi.
Sonra (Şeyh Abdulkadir):
– Benim kılıcım kınından çıkmıştır, yayımın kirişi takılıdır, dağlarım kuşatılmıştır, oklarım hedefe isabetlidir, mızrağım dikilidir, atım eyerlenmiştir. Ben Allah’ın tutuşturulmuş ateşiyim, Ben hâlleri çekip alanım, Ben kıyısı olmayan bir denizim, Ben korunmuş olanım, Ben mülahaza olunanım, Ben (nezaret) idare edenim. Ey dağ ahalisi dağınız yıkıldı, ey manastır ahalisi manastırınız yıkıldı, Allah’tan olan emrime yönelin, Ben tarikatın binasıyım. Ey erler, ey yiğitler, ey “ebdâller”, ey çocuklar beri gelin de kıyısı olmayan denizden alın. (Bana) denildi ki: “Ey Abdulkadir konuş senden dinleyeyim, ey Abdulkadir senin üzerinde olan hakkım için ye, senin üzerinde olan hakkım için iç, senin üzerinde olan hakkım için konuş! Seni helak olmaktan emin kıldım…”
—————————–
Şeyhimiz Şeyh Muhyiddin Abdulkadir (r.a) havada yürüyor ve başların üzerindeyken:
– Güneş Bana selam vermeden doğmaz, “sene” Bana gelir selam verir ve içinde cereyan eden (hadiseleri) Bana haber verir, “ay” Bana gelir selam verir ve içinde cereyan eden (hadiseleri) Bana haber verir, “hafta” Bana gelir selam verir ve içinde cereyan eden (hadiseleri) Bana haber verir, “gün” Bana gelir selam verir ve içinde cereyan eden (hadiseleri) Bana haber verir… Rabbimin izzetine andolsun ki muhakkak “saîd’ler (cennetlikler) ve “şakî’ler” (cehennemlikler) “levh-i mahfuz’da” gözüme gösterilirler… Ben Allah’ın ilmine ve müşahedesine dalmış (haldeyim). Ben sizin hepinizin üzerine Allah’ın huccetiyim. Ben Rasûlullah (s.a.v)’in yeryüzündeki naibi ve varisiyim…
(Hulâsatu’l-Mefâhir fî Menâkıbı’ş-Şeyh Abdulkâdir)