ALTMIŞINCI MENKIBE
(Hz. Pîr’in Allah Dostlarına Saygısı, Genç İken Arkadaşlarıyla Birlikte Başından Geçen Acaip Bir Hadise)
Ebu Sait Abdullah b. Muhammed b. Abdullah Ali b. Amrûn Temîmî Şafiî’den rivayetle, -Allah Teâlâ ona rahmet etsin- dedi ki:
– İlim talep etmek (öğrenmek) için gençken Bağdat’a geldim. İbn-i Sikâ’da o zamanlar Nizamiyedeki çalışmada arkadaşım idi. (Birlikte) ibadet ediyor ve Salihleri ziyaret ediyorduk. O vakit Bağdat da kendisine “Gavs” denilen bir adam vardı. “O bazen ortaya çıkar, bazen de gizlenir”, deniliyordu.
Bunun üzerine ben, İbn-i Sikâ ve o zamanlar (henüz) genç olan Şeyh Abdulkadir, onu ziyaret etmeye niyet ettik. Biz yoldayken İbn-i Sikâ:
– Ona, cevabını bilemeyeceği bir soru soracağım, dedi. Ben:
– Ben de ona bir soru sorup ne diyeceğine bakacağım (muhakeme edip düşüneceğim), dedim. Şeyh Abdulkadir ise:
– Ona bir şey sormaktan Allah’a sığınırım. Ben onun huzurunda onu görmenin bereketini (nimet ve lütfunu) beklerim, dedi.
(Böylece oraya vardık). Onun yanına girdiğimizde onu yerinde göremedik. Bir saat bekledik birden (baktık ki) o, yerinde oturuyor. Birden İbn-i Sikâ’ya gazaplı (bir halde) baktı ve ona:
– Yazıklar olsun sana Ey İbn-i Sikâ! Cevabını bilemeyeceğim bir soru sormak (için mi) geldin? O (soru) şudur ve cevabı da şudur. Şüphesiz ben sende küfür ateşinin alev alev yandığını (parladığını, canlandığını) görüyorum, dedi. Sonra bana baktı ve;
– Ey Abdullah, (soracağın mesele) hakkında diyeceğim şeyi (muhakeme edip, düşünmen) için mi bana soru soruyorsun? O (soru) şudur ve cevabı da şudur. Şüphesiz bu edebine karşılık iki kulağının yumuşağına kadar dünya üzerine akacaktır, dedi. Sonra Şeyh Abdulkadir’e baktı, onu kendisine yaklaştırdı, ona lütuf (nezaket, şefkat ve iltifatta) bulundu ve;
– Ey Abdulkadir, muhakkak edebinle Allah ve Rasûlünü razı ettin. Şüphesiz ben senin Bağdat’ta, kürsünün üzerine çıkıp kalabalık (bir topluluğa) konuşarak: “Bu ayağım bütün Allah dostlarının boynundadır”, dediğini görür gibiyim. (Yine) sana tazimden dolayı senin zamanındaki evliyaları, boyunlarını eğmiş (iki büklüm) halde görür gibiyim”, dedi. Sonra o vakit gözden kayboldu ve ondan sonra da onu görmedik.
(Ravi devamla) dedi ki:
– Şeyh Abdulkadir’e gelince: “Onun üzerinde Allah’a -azze ve celle- yakınlığının alametleri zuhur etti. Havas ve avam onun üzerinde birleşti (ittifak etti). (Sonra da): “Bu ayağım Allah Teâlâ’nın bütün dostlarının boynundadır” dedi ve onun zamanındaki evliyalar onu ikrar ettiler (kabul ettiler, desteklediler).
İbn-i Sikâ’ya gelince: “O da şer’î ilimlerle uğraştı, tâ ki o (ilimlerde) akranını geçti. O (alanda) kendi zamanındaki birçok kimseye üstünlük sağladı. Onunla münazara edene bütün ilim (dallarında) üstün geldi. Fasih bir lisanı, muhteşem (hoş) bir sekînet (vakarı) vardı. Bunun üzerine Halife onu kendisine yakın kıldı ve onu “Rum Hükümdarına” elçi olarak gönderdi. Hükümdar da onun birçok dalda ilim sahibi, fesahat ve sekînet (vakar) ehli olduğunu (görünce) ondan etkilendi ve hemen Hıristiyan din âlimlerini ve papazlarını onunla (münazara etmeleri için) topladı. O da onlarla münazara etti ve delillerle onları susturdu. Onlar (cevap vermekten) aciz kaldı ve böylece de o, hükümdarın gözünde (iyice) büyüdü (yüceldi). Sonra (İbn-i Sikâ) Hükümdarın güzel kızını gördü, ona (tutuldu) âşık oldu ve babasından onu kendisiyle evlendirmesini istedi. (Babası da) ancak onun da Hıristiyan olması şartıyla (evlendirmeyi) kabul etti. (İbn-i Sikâ da) bu hususta ona icabet edip (kabul etti) -Allah’a sığınırız- ve (Hükümdar da kızını) onunla evlendirdi. (O vakit) İbn-i Sikâ “Gavs’ın” sözünü hatırladı ve anladı ki o sebepten dolayı (oldu) ve onunla da ölecek.
(Ravi devamla) dedi ki: Bana gelince: “Ben ise “Dımeşk’a” geldim. Sultan Nureddin Şehit beni vakıflar idareciliğine (vakıflar sorumlusu olarak) atadı, ben de kabul ettim. (Bundan sonra) dünya bana yöneldi (ve dünya nimetleri) çoğaldı. Dedi ki: “(Böylece) “Gavs’ın” hepimiz hakkındaki sözü doğru çıkmış oldu…” Alla bizi ondan istifade ettirsin…
(Hulâsatu’l-Mefâhir fî Menâkıbı’ş-Şeyh Abdulkâdir)