ALTMIŞ BİRİNCİ MENKIBE
(Hz. Pîr’in, Kendi Zamanındaki Evliyanın Büyüğünden Birine Kutbiyetini İspatı)
Şeyhlerden bir gruptan üç yoldan senetle anlatılıp rivayet edildi. Dediler ki:
– Şeyh Ebu Muhammed Ebu Abdurrahman Tafsuncî -Allah ondan razı olsun- “Tafsunc’ta” kürsünün üzerindeyken:
– Benim evliyaların içindeki (konumum), “turna’nın” kuşların içindeki (konumu) gibidir. Onların boynu en uzun olanıyım, dedi. Bunun üzerine yüksek (ve üstün) hâl sahibi Şeyh Ebu Hasan Ali b. Muhammed Hüseynî ayağa kalktı. Üzerindeki cübbeyi çıkardı ve ona:
– Bırak da seninle güreşeyim, dedi. Bunun üzerine Şeyh Abdurrahman sustu ve ashabına:
– Onda Allah’ın -azze ve celle- inayetinden hâlî (inayetinin olmadığı) bir tüy bile görmedim, dedi ve ona cüppesini geri giymesini emretti. (O da):
– Çıktığım şeye geri dönmem (çıkardığımı geri giymem), dedi. Sonra “Hulle” cihetine yöneldi ve hanımının ismini çağırıp:
– Ey Fatıma, bana giyeceğim (bir elbise) getir, dedi. (Hanımı da) tâ “Hulle’de“ olduğu halde onu işitti ve giyeceğini ona yolda teslim etti. Bunun üzerine Şeyh Abdurrahman ona:
– Senin Şeyhin kimdir? dedi. (O da):
– Şeyhim Muhyiddin Abdulkadir’dir, dedi. (O):
– Şeyh Muhyiddin Abdulkadir’in (adının) zikredildiğini ancak yeryüzünde duydum. Kırk yıldır kudret kapısının tabakalarındayım fakat onu (hiç) görmedim, dedi. Sonra ashabından bir topluluğa şöyle dedi:
– Bağdat’a gidin ve Şeyh Abdulkadir’e:
– Abdurrahman sana selam söylüyor ve o, kırk yıldır kudret kapısının derecelerinde olduğu hâlde seni ne girerken ne de çıkarken görmemiştir diyor, deyin. Bu (meselenin olduğu) vakit Şeyh Abdulkadir de ashabından bir topluluğa:
– Şeyh Tafsuncî’ye gidin. Yolda onun bana şunun ve şunun için gönderdiği ashabına rastlayacaksınız. Onları sizinle birlikte geri (Şeyh Tafsuncî’ye) döndürün ve ona vardığınızda:
– Şeyh Abdulkadir sana selam söylüyor ve diyor ki:
– Sen tabakalardasın. Tabakalarda olan kimse huzurda olan kimseyi göremez. Huzurda olan kimse de evin içindeki odada olan kimseyi göremez. Ben de evin içindeki odadayım, sır kapısından girer çıkarım. (Öyle ki kimse) beni göremez. (Benim böyle olduğuma) delil ise (şunlardır): Falanca vakitte falanca elbiseyi sana kendi elimle çıkardım. O da rıza elbisesidir. (Diğer) bir delil ise: Falanca teşrifin falanca gece sana çıkması (ki o) benim elimle çıktı. O da fütuhat teşrifidir. (Diğer) bir delil ise: Tabakalarda, Allah Teâlâ’nın on iki bin dostunun huzurunda velayet elbisesi sana verildi. O (elbise) yeşil ferace elbisesi olup tarzı (üslubu) ihlâs suresi (ki) benim elimle sana çıktı, deyin, dedi.
(Sonra topluluk yola çıktı ve) yolun yarısına geldiklerinde Şeyh Abdurrahman’ın ashabına rastladılar ve onları geri döndürdüler. (Şeyh Abdurrahman’a) geldiler ve Şeyh Abdulkadir’in mesajını ilettiler. Bunun üzerine (o):
– Zamanın sultanı (ve) onda tasarrufun sahibi Şeyh Abdulkadir doğru söyledi, dedi… Allah bizi ondan istifade ettirsin, âmin…
(Hulâsatu’l-Mefâhir fî Menâkıbı’ş-Şeyh Abdulkâdir)