KIRKINCI MENKIBE
(Hz. Pîr’in Konuştuğu Sözlere Cenab-ı Hakkın Nazar Ettiği, Konuştuğunda O’ndan İzinle Konuşması, Oğlunun İlmî Konuşmasının Halka Tesir Etmemesi)
Şeyh Ebu Hasan Ali b. Yahya Emercî’den rivayetle dedi ki: “Şeyh, Baş Kâdı (Kâdı-l Kudât) Ebu Salih Nasr haber verip dedi ki:”
– Amcam Ebu Abdullah Abdulvehhab’ı işittim diyordu ki:
– Acem memleketlerine gittim, çeşitli ilimleri elde ettim. Bağdat’a döndüğümde Babam (Şeyh Abdulkadir’e):
– Senin huzurunda insanlara konuşma yapmak istiyorum dedim. Bana izin verdi ve kürsünün üstüne çıktım. Allah’ın dilediği ilimlerden ve vaazlardan (sohbet ettim) konuştum. Ben: “Babam dinliyor (fakat ona) huşû hâsıl olmadı ve gözyaşı da akmadı”, dedim. Mecliste bulunanlar kendilerine konuşma yapmasını isteyerek Babama yüksek sesle seslendiler. Bunun üzerine ben (kürsüden) indim, Babam çıktı ve;
– Dün oruçlu idim de Ümmü Yahya’ya yumurtaları (bana ver, getir) dedim ve onları bir tabağa koyup, balkona koydum. Birden kedi geldi, onu (tabağı) attı ve tabak kırıldı”, dedi. (Bunu anlatınca) meclistekiler çığlık atıp haykırdılar. (Babam kürsüden) indiğinde ona bunun (sebebini sordum) (O):
– Ey oğulcağızım! Sen yolculuğun müddetince oraya sefer ettin, dedi ve parmağıyla göğe işaret etti. Sonra:
– Ey oğulcağızım! Ben her ne zaman kürsüye çıksam, Hak -azze ve celle- kalbime tecelli eder ve (taltif eder) açar (genişlik verir), ben de açık ve hazır (kavramış) olarak işittiğim şeyi konuşurum ve (işte böylece) insanlarda gördüğün şey (hâsıl) olur, dedi. (Oğlu devamla) dedi ki:
– Bundan sonra nice defa olurdu ki kürsüye çıkardım ve insanlara çeşitli ilimlerden, usul, fıkıh ve vaazlardan konuşurdum, Babam da dinlerdi (fakat) hiç kimse konuşmamdan etkilenmezdi. Sonra ben inerdim de Babam çıkardı ve (sadece): “Muhakkak (bu) saat en hayırlı bir saattir” der, meclistekiler de (hep birden) bir çığlık atar (haykırırlardı). Ona (Babama) bundan sorduğumda bana:
– Sen konuşansın, ben ise benim gayrımdan konuşanım, derdi.
Vaaz meclisinde bir meseleden sorulduğunda nice defa “O meselede konuşmak için Allahtan izin isteyeyim”, der ve başını öne eğip susar, heybet onu (azametli) kılar ve vakar onu kaplardı. Sonra Allah Teâlâ’nın dilediği kadar o (mesele) üzerinde konuşurdu.
(Yine şöyle) der idi:
– Aziz (olanın) izzetine (andolsun ki) bana: ”Üzerindeki hakkım için konuş. Muhakkak seni dildeki tutukluktan emin kıldım”, denilinceye kadar konuşmadım. Böylece (yine) bana: “Ey Abdulkadir konuş, senden dinleyelim”, denirdi…
(Hulâsatu’l-Mefâhir fî Menâkıbı’ş-Şeyh Abdulkâdir)