4. Menkıbe… Hz. Pîr’in vefat edinceye kadar sakladığı bir kerameti

 

DÖRDÜNCÜ MENKIBE

(Hz. Pîr’in Vefat Edinceye Kadar Sakladığı Bir Kerameti)

Şeyh Muhammed Abdullah Betâihi (r.a)den rivayetle, o dedi ki:

– Şeyhimiz Şeyh Muhyiddin Abdulkadir (r.a.)’in meclisine tacir Ebû Muâli Muhammed Ahmet Bağdadi (r.a) geldi.  (Meclisteyken) karnından şiddetli bir ağrıya tutuldu, şiddetinden hareket edemedi. (Ta ki) takat son noktasına dayandı, bunun üzerine Şeyh (Abdulkadir)’e yardım isteyen kimsenin bakışıyla baktı. Şeyh (Abdulkadir basamakları olan yüksek bir kürsüde oturuyordu) bir basamak indi ve en yüksek basamakta insan başı gibi bir baş belirdi, sonra bir basamak daha indi ve iki omuzla göğüs belirdi. Basamak inmeye devam etti, her bir (basamak indikçe) vücut kısım kısım ortaya çıkıyordu, ta ki kürsünün üzerinde Şeyh’in sureti gibi bir suret tamamlandı. (O suret) insanlara, onun (Hz. Pîr’in) sesi gibi bir sesle ve onun kelamı gibi bir kelamla konuşuyordu. Bu (olan) şeyleri de ancak o ve onun (görmesini) istediği kişiler görüyordu. Sonra (Hz. Pîr) insanları yararak geldi, (hasta olan Ebû Muâli’nin) başında durdu ve onun başını, kolunun yen’i ile (bir rivayette ise mendiliyle)  örttü. Bir anda (Ebû Muâli kendini) büyük bir çölde buldu, orada bir nehir ve yanında da bir ağaç vardı. (Ebû Muâli) kolunun yen’inde olan anahtarları (ağaca) astı, karnının ağrısını giderdi, bu nehirden abdest aldı ve orada iki rekât namaz kıldı. Hastalıktan şifa bulunca (Hz. Pîr) yen’ini veya mendilini kaldırdı. (Ebû Muâli) birde baktı ki, kendini azaları ıslanmış, karın ağrısı gitmiş halde (tekrar) mecliste buldu. (Hz. Pîr) sanki hiç inmemiş gibi kürsünün üzerindeydi, (Ebû Muâli) bunun üzerine sustu ve bu (olanları) kimseye anlatmadı. (Ebû Muâli) anahtarlarını (aradı), yanında bulamadı, (onları) kaybetmişti.

Bir zaman (geçtikten) sonra (Ebû Muâli) acem memleketlerine (gitmek üzere) bir kafile hazırladı. Bağdat’tan on dört gün (boyunca) yol aldılar, sonra çölde, nehir olan bir yere (gelip) konakladılar, karnının ağrısını gidermek için uzaklaştı ve

– Bu çöl (o gün gittiğim) çöle, bu nehir de o (günkü) nehre ne kadar benziyor, dedi.

Sonra o günkü hâlini, o nehri ve ağacı, o gün kendinden giden karın ağrısını hatırladı. Bu (nehir ve ağacın o günkü nehir ve ağaç olduğunu) bildi ve ondan tanıyamadığı hiçbir şey olmadı. Anahtarlarını da ağaçta asılı buldu. Bağdat’a döndüklerinde (olanları) haber vermek üzere Şeyh (Abdulkadir)’e geldi. Şeyh (Abdulkadir)’e henüz haber vermeden önce (Hz. Pîr) onun kulağını tuttu ve

– Ey Ebû Muâli, ben hayatta olduğum müddetçe (bu olanları) hiç kimseye anlatma, dedi. (Ebû Muâli) (r.a) de (Hz. Pîr) ölünceye kadar onun hizmetinde bulundu…

(Hulâsatu’l-Mefâhir fî Menâkıbı’ş-Şeyh Abdulkâdir)