3. Menkıbe… Hz. Pîr’e ihsan olunan bazı tecelliler

 

ÜÇÜNCÜ MENKIBE

(Hz. Pîr’e İhsan Edilen Bazı Tecelliler)

Celil Şeyh, Muhammed Ebhür b. Ebû Meğânim’den rivayetle, o dedi ki: Altı yüz yirmi dokuz yılında Babam bana Dimeşk’te haber verip dedi ki: Efendim Şeyh Muhyiddin Abdulkadir (r.a)’ı beş yüz elli dokuz yılında Bağdat’ta şöyle buyururken işittim:

– Ben genç iken Bağdat’tan tecrit üzere (Allah’a, O’ndan başkasından hiç bir şey istememek üzere ahit vererek, tek başına ve yanında hiçbir dünya malı olmadan) haccetmek (için yola çıktım). Ben Ümmü Kurun (mevkiinde) maruf minarenin yanında iken, o vakit (henüz) genç olan, Şeyh Adiy b. Müsafir (r.a) ile karşılaştım ve bana:

– Nereye? Dedi. Ben:

– Mekke’ye, dedim.

– Sana yoldaş olayım mı? Dedi. Ben de,

– Ben tecrit üzere (yola çıktım), dedim.

– Ben de aynı (şekilde), dedi. Bunun üzerine beraberce yürüdük, yolun bir kısmında bedeni çelimsiz, yüzü peçeli bir genç kız (ansızın karşımıza çıktı) ve önümde durdu. Gözlerini yüzüme dikip (dikkatle) baktı ve

– Ey genç, neredensin? Dedi. Ben,

– Evet, ben Acem’denim, dedim.

– Gerçekten bugün beni yordun, dedi.

– Niçin? Dedim.

– Çünkü ben bir vakit Cin memleketlerinde idim, bana gösterildi ki muhakkak Allah Teâlâ senin kalbine tecelli etti ve sana fazlından ihsan etti, öyle ki bildiğim kimseler içinde (sana verdiğinin) bir mislini senden başkasına vermedi. Bunun üzerine ben de seninle tanışmak istedim, dedi. Sonra (genç kız):

– Bugün size yoldaş olacağım, geceyi de sizinle birlikte bekleyeceğim, dedi. (Hz. Pîr devamla dedi ki):

– Vadinin bir tarafından (râvî; veya yolun bir tarafından, dedi) yürümeye başladı, bizde diğer tarafından yürüyorduk. Akşam yemeği vakti olduğunda birden gökyüzünden bize bir tabak (tepsi) indi. (Tepsi) önüme gelip yerleştiğinde, içinde altı ekmek, tatlı ve bakla (yemeği) bulduk. Genç kız:

– Misafirlerime ve bana ikram eden Allah’a hamdolsun, muhakkak her gece bana iki ekmek iniyor, dedi. (Hz. Pîr devamla dedi ki):

– Bizden her biri iki ekmek yedi, sonra üzerimize üç ibrik indi, o ibrikten tatlılık ve lezzet bakımından yeryüzü suyuna benzemeyen bir su içtik. O gece bizim yanımızdan ayrıldı, biz de Mekke’ye vardık. Biz tavafta iken Allah, Şeyh Adiy’e nurlarından bir nur ile tecelli ihsanda bulundu, bunun üzerine (öyle) bayıldı ki (onu gören kimse) şüphesiz o öldü, dedi. Ansızın o genç kız (Şeyh Adiy’in) başında (belirdi),  duruyor ve (şöyle) diyordu:

– Noksan sıfatlardan münezzeh olan ki, O’nun celal nurunun tecellisinden sonra yaratılmışların ayakta kalması ancak O’nun sebat vermesiyledir, aynı şekilde (Noksan sıfatlardan münezzeh olan ki), O’nun sıfatlarının zuhurundan sonra kâinatın sabit kalması ancak onun te’yidi (kuvvetlendirmesi ve yardımı) iledir. Bilakis kudsiyetinin celali ve azameti akılları silip götürdü. Ünsiyetinin güzellikleri de erlerin gönlünü aldı. (Hz. Pîr devamla) dedi ki:

– Sonra Muhakkak Allah Teâlâ ki hamd O’nadır, bana da nurlarından bir nur ile tavafta iken tecelliyle ihsanda bulundu. Bunun üzerine içimden bir hitap (söz) duydum, dedi ki:

– Ey Abdulkadir, zahirî tecrit’i bırak, tevhidin tefridi ve tefridin tecriti üzere ol. Sana şaşıracağın ayetlerimizden göstereceğiz. Ne zaman ki muradımız muradında karar kılar, (o vakit) ayağın bizim huzurumuzda sabit olur, mevcudatta bizden başkasının tasarrufunu göremezsin ve bizi müşahede etmen devamlı olur. İnsanların faydası (istifadesi) için otur, muhakkak kullarımızdan havas olanlar vardır, onları senin elinle yakınlığımıza erdireceğiz.

Bunun üzerine genç kız bana:

– Ey genç, bugün senin halinin ne olduğunu bilmiyorum, muhakkak senin üzerine nurdan bir çadır kuruldu, gökyüzüne kadar melekler seni kuşattı, makamlarında evliyaların gözleri sana dikildi ve sana verilenlerin mislinin kendilerine de verilmesini ümit edip umdular, dedi. (Hz. Pîr):

– Sonra o genç kız gitti ve bir daha da onu görmedim, dedi.

Allah onların ve salihlerin cümlesinden razı olsun…

(Hulâsatu’l-Mefâhir fî Menâkıbı’ş-Şeyh Abdulkâdir)