22. Menkıbe… Hz. Pîr’in işini doğruluk üzere bina ettiği, hiç yalan söylemediği, memleketinden ve annesinden çocukken ayrılışı

 

YİRMİ İKİNCİ MENKIBE

(Hz. Pîr’in İşini Doğruluk Üzere Bina Ettiği, Hiç Yalan Söylemediği, Memleketinden ve Annesinden Çocukken Ayrılışı)

Şeyh Ebu Abdullah Muhammed b. Kâid Evânî’den rivayetle, dedi ki:

– Ben Şeyh Muhyiddin Abdulkadir (r.a)’in yanındayken bir kimse ona:

– İşini (hâlini) ne üzere bina ettin? diye sordu. (Şeyh):

– Doğruluk üzere. Kesinlikle hiç yalan söylemedim. Mektebe giderken (çocukken) bile (hiç yalan söylemedim), dedi. Sonra (r.a devamla) dedi ki:

– Memleketimizde, ben çocukken, Arefe günü tarımda (kullanmak için olan) sığırları güderek dağın doruğuna doğru çıktım. (Sığırlardan biri) bana dönüp:

– Ey Abdulkadir, ne bunun için yaratıldın, ne de bununla emrolundun, dedi. Bunun üzerine korkarak evimize döndüm. Evin damına çıktım ve birden insanları Arafat’ta vakfe yaparken gördüm. Anneme geldim ve ona:

– Allah Teâlâ için beni hibe et ve Bağdat’a gidip ilimle iştigal etmem ve salihlere ziyarette bulunmam için de bana izin ver, dedim. Bana bunun sebebini sordu ve ben de ona hâlimi haber verdim. (Bunu duyunca) ağladı ve kalkıp babamdan miras olarak aldığı seksen dinarı (getirdi). Kırk dinarını kardeşim için bıraktı, (kırk dinarını da bana verdi) ve gitmem için bana izin verdi. Bütün hâllerimde doğruluk üzere olmam için benden söz aldı. Bana veda (etmek için) çıktı ve;

– Ey çocuğum, git! Muhakkak Allah -azze ve celle- için sendeki (hakkımdan) vazgeçtim. Bu yüz ise, onu, kıyamete kadar (bir daha) göremeyeceğim, dedi.

(Sonra) Bağdat’a gidecek olan küçük bir kafileyle (yola) çıktım. “Hemezan’ı” geçip şöyle şöyle bir yerdeyken -ismini zikrettiği bir belde-  üzerimize doğru altmış atlı geldi ve kafileyi esir aldılar. Bana kimse talip olmadı. (Fakat sonra) onlardan biri beni seçti ve

– Ey fakir, yanında ne var? dedi. Ona:

– Kırk dinar, dedim.

– (Peki) nerede o? dedi.

– Koltuğumun altında, hırkama dikili, dedim. Benim onunla alay ettiğimi zannetti ve beni bırakıp ayrıldı. (Sonra) bir diğeri bana geldi ve birincinin dediğinin aynını dedi, (ben de) birinciye verdiğim cevabın (aynını) verdim. (O da) beni bıraktı ve ayrıldı. Reislerinin yanında buluştular ve ona benden duyduklarını anlattılar. Bunun üzerine (reisleri):

– Onu bana bırakın, dedi ve beni ona getirdiler. Baktım ki onlar bir tepenin üzerinde kafilenin mallarını paylaşıyorlar. Bana:

– Yanında ne var? dedi.

– Kırk dinar, dedim.

– (Peki) nerede o? dedi.

– Koltuğumun altında hırkama dikili, dedim. Hırkamın (açılmasını emretti), açıldı ve içinde kırk dinar buldu. Bana:

– Seni açıkça (bunları) söylemeye iten şey nedir? dedi. (Ben):

– Annem benden doğruluk üzere söz aldı ve ben de onun ahdine ihanet etmem, dedim. Bunun üzerine reis ağladı ve;

– Sen annenin ahdine ihanet etmedin (fakat) ben ise şöyle şöyle (işlerle) Rabbimin ahdine ihanet ediyorum, dedi ve (önümde) tevbe etti. Arkadaşları da ona:

– “Yol kesicilikte sen bizim reisimizdin, şimdi ise tevbe etmede reisimizsin”, dediler ve (önümde) hepsi tevbe ettiler. Kafile ahalisine onlardan aldıklarını geri verdiler. (İşte) bunlar (önümde benim vesilemle) tevbe eden ilk (kimselerdi)…

(Hulâsatu’l-Mefâhir fî Menâkıbı’ş-Şeyh Abdulkâdir)