20. Menkıbe… Hz. Pîr’in Şeytanla Olan Savaşı ve Matluba vasıl olmak için girdiği kapının hangisi olduğu

YİRMİNCİ MENKIBE

(Hz. Pîr’in Şeytanla Olan Savaşı ve Matluba Vasıl Olmak İçin Girdiği Kapının Hangisi Olduğu)

Arif Şeyh Ebu Ömer Sayrafînî’den rivayetle, dedi ki:

– Şeyh Muhyiddin Abdulkadir Cîlî (r.a)’ı işittim (şöyle) diyordu:

– Gece gündüz harabelerde kalıyor ve Bağdat’a gelmiyordum. Şeytanlar bana saf saf, yaya ve binitli (olarak) çeşitli silahlar (kuşanmış halde) ve en korkunç suretlerde geliyorlardı. Benimle savaşıyorlar ve bana alev parçaları (mermiler) atıyorlardı. Hiç emniyette olamıyordum. İçimden bir münadi bana (hitaben şöyle) diyordu: “Onlara kalk, muhakkak biz seni yardımımızla takviye edip sağlamlaştırdık…” Böylece ben onlara (ne zaman)  kalksam sağa sola dağılıyorlar, geldikleri gibi geri gidiyorlardı. O şeytanlardan (biri) bana tek başına gelir ve; “Buradan git, yoksa şöyle şöyle yaparım derdi” ve defalarca beni korkutup (kaçırmak isterdi). (Ben de) ona elimle (bir) tokat vururdum, o da hemen kaçardı. Ben, “Lâ havle ve lâ kuvvete illâ bilâhi’l-aliyyi’l-azîm” derdim, (o şeytan) yanardı ve ben de ona bakardım. (Yine başka) bir defa iğrenç kokulu, çirkin görünüşlü bir şahıs geldi ve bana:

– Ben iblisim. Sana hizmet etmek için geldim. Muhakkak sen beni ve bana tâbi
olanları bitap düşürdün (aciz bıraktın), dedi. Ben de ona:

– Git, dedim. (Şeyh devamla) dedi ki:

– Bunun üzerine yukarısından bir el ona geldi, kafasının ortasına vurdu ve (o şeytan) yerin (dibine) geçti. Sonra bana ikinci kez geldi. Benimle savaşmak için elinde alev parçaları vardı. (Bu durumdayken) bana, beyaz ata binmiş yüzü peçeli bir adam geldi. Bana bir kılıç verdi ve iblis arkasını dönüp kaçtı. Sonra onu üçüncü defa benden uzakta oturup ağlar ve başına toprak saçarken gördüm, (şöyle) diyordu:

– Senden ümidimi kestim Ey Abdulkadir… (Ben de ona):

– Kes sesini el melûn. Ben hâlâ sana karşı tedbir üzereyim, dedim. (O):

– İşte bu bana daha da ağırdır, dedi.

Sonra birçok “şirkler, etrafımda tuzaklar ve hileler” bana keşfolundu. (Ben):

– Bu nedir? dedim. Bana:

– Bunlar, senin gibilerin avlandığı dünya şirkleridir, denildi. Bunun üzerine onu halletmek için bir sene yöneldim, tâ ki (benden) hepsi ayrıldı (gitti).

Sonra bana “her yönden bitişik olan birçok sebepler” keşfolundu. (Ben):

– Bu nedir? dedim. Bana:

– Bunlar sana ait, yaratılıştan olan sebeplerdir, denildi. Bunun üzerine onu halletmek için (yine) bir sene daha yöneldim, ta ki (hepsi) ayrıldı ve ondan kurtuldum.

Sonra bana “bâtınım” keşfolundu ve kalbimi birçok alakaya takılı (bağlı) hâlde gördüm.

– Bu nedir? dedim. Bana:

– Bunlar iraden ve ihtiyarın (seçme isteğin), denildi. Bunun üzerine onu halletmek için (yine) bir sene daha yöneldim, ta ki (hepsi) ayrıldı ve kalbim onlardan kurtuldu.

Sonra bana “nefsim” keşfolundu. Onun hastalıklarını uyur, hevasının dipdiri ve şeytanını da azmış halde gördüm. Bunun üzerine (yine) buna bir sene daha yöneldim, tâ ki nefsin hastalıkları iyileşti, hevâ öldü, şeytan teslim oldu ve (böylece) işin hepsi Allah için oldu.

Böylece tek başıma kaldım. Mevcudatın hepsi de arkamda (kaldı). (Fakat) henüz matlubumun nihayetine varmış değildim.

Matlubuma varmak için “tevekkül kapısına” cezbolundum. Baktım ki orası çok kalabalıktır, geçip (devam ettim).

Sonra matlubuma varmak için “şükür kapısına” cezbolundum. Baktım ki orası çok kalabalıktır, geçip (devam ettim).

Sonra matlubuma varmak için “tevekkül kapısına” cezbolundum. Baktım ki orası çok kalabalıktır, geçip (devam ettim).

Sonra matlubuma varmak için “teslim kapısına” cezbolundum. Baktım ki orası çok kalabalıktır, geçip (devam ettim).

Sonra matlubuma varmak için “zenginlik kapısına” cezbolundum. Baktım ki orası çok kalabalıktır, geçip (devam ettim).

Sonra matlubuma varmak için “yakınlık kapısına” cezbolundum. Baktım ki orası çok kalabalıktır, geçip (devam ettim).

Sonra matlubuma varmak için “müşahede kapısına” cezbolundum. Baktım ki orası çok kalabalıktır, geçip (devam ettim).

Sonra matlubuma varmak için fakirlik kapısına cezbolundum. Baktım ki orası boştur (kimse yoktur), ben de oradan girdim. Orada bütün bıraktıklarımı gördüm. Büyük hazine bana oradan açıldı. Orada en yüce izzete, bitmez zenginliğe ve tam hürriyete ulaştım. Arta kalanlar yok edildi ve sıfatlar silindi…

(Hulâsatu’l-Mefâhir fî Menâkıbı’ş-Şeyh Abdulkâdir)