ON SEKİZİNCİ MENKIBE
(Hz. Pîr’in Bazı Şeyhlerden Hâllerini Çekip Alması ve Tekrar İade Etmesi)
Ebu Hasan Ali b. Yahya b. Ebu Kasım Hasan b. Abdullah Ebhurî, Ebu Muhammed Receb Dârî, Ebu Ali Hasan b. Necm Cevzânî ve Ebu Muhammed Salim b. Ali Dimyâtî muttasıl senetleriyle rivayet edip dediler ki:
– Şeyh Abbâd ve Şeyh Ebu Bekir b. Hamâmî -Allah ikisine de rahmet etsin- yüksek hâllerin sahibiydiler.
Şeyh Muhyiddin Abdulkadir (r.a, Şeyh) Ebu Bekir’e:
– Ey Ebu Bekir! Şeriat bana senden şikâyette bulunuyor, diyordu. (Şeyh Abdulkadir) onu bazı işlerden nehyediyor (menediyor fakat o) terk etmiyordu.
(Bir gün) Şeyh (Abdulkadir r.a) “Rasâfe” camiine girdi ve (Şeyh Ebu Bekir’i) orada buldu. (Şeyh Abdulkadir) elini (Şeyh Ebu Bekir’in) göğsünün üzerinde geçirdi ve;
– Ey Ebu Bekir! Acele et ve (derhal) Bağdat’tan çık, dedi ve (Şeyh Ebu Bekir) bütün hallerini, bilgi (ve ilmini) kaybetti, rütbeleri ona perdelendi. Uçurum (ve kayalıklara) çıktı ve orada (böylece) kaldı. Bağdat’a ne zaman gelip girmek istese yüzüstü düşerdi. Eğer bir kimse onu taşıyıp beraber girmek istese ikisi birlikte düşerlerdi. (Durum böyle iken Şeyh Ebu Bekir’in) annesi Şeyh’e ağlayarak geldi, oğluna olan özlemini ve ona gitmekten acizliğini zikretti. Bunun üzerine (Şeyh) başını öne eğip biraz durdu (ve) sonra ona:
– (Şeyh Ebu Bekir’e) uçurum (ve kayalıklardan), yerin altından (olmak şartıyla), Bağdat’a gelmesine ve senin evinin kuyusundan seninle konuşmasına izin verdik, dedi. (Raviler) dediler ki:
– (Şeyh Ebu Bekir) her hafta bir defa uçurum (ve kayalıklardan) annesinin evine yerin altından gelir ve onunla buluşup (görüşürdü.)
(Sonra) Şeyh Adiy b. Müsafir Kadîb’il-Bên Şeyh’e (elçi) gönderip (Şeyh Ebu Bekir) için onun yanında bu hususta şefaat etmek istedi ve (Şeyh’e, nehyettiği şeyi Şeyh Ebu Bekir’in bir daha yapmayacağına dair) söz verdi.
Muzaffer Cemâlî ile de Ebu Bekir arsında da bir muhabbet ve dostluk vardı. Muzaffer bu olan hâdise (sırasında rüyasında) Rabbu’l-İzze Sübhanehû ve Teâlâ’yı gördü. Ona:
– Ey kulum dile, dedi. (O):
– Ey Rabbim! Kardeşim Ebu Bekir’in hâlinin geri verilmesini dilerim, dedi. (Rabbu’l-İzze):
– Bu (mevzu), dünyada ve ahirette benim velîm olan Abdulkadir’in huzurunda (önündedir). Ona git ve de ki: “Rabbin (konuşanın O olduğunun) delili emaresi olarak sana diyor ki: ‘Ben mahlûkat üzerine bir bela (musibet) indirmek istediğimde sen onlara şefaatte bulundun, Ben de şefaatini kabul ettim.’ (Yine konuşanın O olduğunun) delili emaresi olarak (sana diyor ki): ‘Müminlerden her kim seni gördüyse (ona) keremim ile merhamet edip, fazlımla kuşatmamı Benden istedin ve Ben de bunu (kabul edip) yaptım. (Şimdi ise Ben), Ebu Bekir’den razı oldum ve sende razı ol’, dedi. (Rabbu’l İzze’den sonra rüyada) bir de baktım ki Rasûlullah (s.a.v) (şöyle) buyuruyor: “Yeryüzündeki naibim (vekilim) ve varisim Şeyh Abdulkadir’e de ki: ‘Ceddin sana diyor ki: Ebu Bekir’e halini geri ver. Sen ancak benim şeriatım için gazaplandın. Şimdi ise Ben onu hibe ettim (verdim).’
Muzaffer, rüyasından uyandıktan sonra sevinçli halde müjdeyi vermek için Ebu Bekir’e gitti. Hadisede cereyan eden her şey açığa çıkarılmış (ayan olmuştu). Fakat hâlinin kaybolması o yöndeki bir (sebepten dolayı) keşfolunmamış (geri verilmemişti). Böylece (Muzaffer ve Ebu Bekir) yolda karşılaştılar ve Şeyh Muhyiddin Abdulkadir’e geldiler. (Şeyh):
– Ey muzaffer! Mesajını ilet, dedi. Bunun üzerine (Muzaffer) ona rüyasında olanları anlattı, ancak ondaki bir şeyi unuttu, onu da Şeyh ona hatırlattı. Sonra (Şeyh Abdulkadir) Ebu Bekir’i, ondaki hoşuna gitmeyen şeyden (dolayı) tevbe ettirdi ve onu bağrına bastı. O anda (Ebu Bekir) kaybettiği bütün hâlini ziyadesiyle geri buldu.
(Raviler) dediler ki:
– Muzaffer rüyasında gördüğü ve işittiği şeyleri anlatıyordu. Biz de Ebu Bekir’e:
– Annene nasıl geliyordun? dedik. (O da):
– Onu ziyaret etmek istediğim zaman taşınır (götürülürdüm). Kuyuya kadar yerin altından gitmeye devam ederdim, sonra da onunla buluşup (görüşürdüm). Daha sonra getirildiğim gibi (tekrar) mekânıma kadar taşınır (götürülürdüm), dedi…
——————————–
(Raviler) dediler ki: (Şeyh) Abbâd:
– Ben Şeyh Abdulkadir’den sonra da hayatta olup onun haline mirasçı olacağım, dedi. Bunun üzerine Şeyh onu elinden tuttu ve;
– Ey Abbâd! Seninle hanenin (ve hâlinin) arasını uzak kılacağım. Hicran atlarımı senin koruluk meydanına salacağım, dedi, elini birden onun elinden çekti ve onun hâlini çekip aldı. Bütün muamelelerini kaybetti. Böylece bir müddet kaldı.
Şeyh Cemil Bedevi -Allah ona rahmet etsin- bir gece halvetindeyken üzerine (Abbâd’ın) mahvının hâli vârit oldu. Onda, işiten, gören, idrak eden, aydınlatması şiddetli, latif bir nur belirdi. Sonra (bu nur), ruhunu Melekût âlemindeki meclise taşıdı ve Meşayihten bir topluluğun olduğu bir meclise götürüp (bıraktı). Onlardan (Meşayihten) kimisini tanıyor kimisini ise tanımıyordu. Onların üzerine hafif bir rüzgâr esti de onları sarhoş etti. Dediler ki: ‘Bu, Şeyh Abdulkadir (r.a)’ın makamının kokusundan (güzelliğindendir).’ Kulağına: ‘Bu (öyle bir) ilim (ki), perdelenmiş bir vasıfla idrak olunmaz ve (bu öyle bir) vasıf ki, onun gayesi bilinmez’, (diye) ilkâ olundu (söylendi). İçinden bir münadinin de şöyle dediğini işitti: ‘Ey Rabbim! Senden kardeşim Abbâd’ı istiyorum.’ Bunun üzerine kulağına: ‘Ona hâlini ancak ondan çekip alan geri verebilir’, diye ilkâ olundu (söylendi).
Sonra, Cemil beşeriyet hâline tekrar geri döndü. Şeyh Abdulkadir’e geldi ve (Şeyh) ona:
– Ey Cemil, Abbâd’ı mı istedin? dedi. (O):
– Evet, dedi. (Şeyh):
– Onu bana getirin” dedi ve getirildi. (Şeyh):
– Ey Abbâd, hacılarla birlikte onlara bekçi olarak git, dedi. (Abbâd):
– Tamam, dedi.
Bu (durum) Irak kafilesinin Bağdat’tan çıkacağı vakitte idi. Böylece onlarla birlikte “Kayd’a” kadar gitti. Bir ağaç gördü, onu vecd (hâli) sardı, çığlık attı ve havada dönmeye (başladı), öyle ki vecd (hâlinde) varlığından zail oldu (sıyrıldı). (Vücudundaki) gözenekleri açıldı ve onlardan kan akmaya (başladı), ta ki ayaklarının altına indi. Sonra ayıldı. Bütün hâli, bir misliyle birlikte ona geri dönmüştü. (Bu hadisenin) olduğu vakit Şeyh Muhyiddin, Cemil’e:
– Allah -azze ve celle- Abbâd’a hâlini bir misliyle birlikte ona geri verdi. Hicran kanında yürümeden ona hâlini geri vermemesi için Allah’a -azze ve celle- yemin etmiştim. (İşte) bugün o (kanda) yürüdü, dedi.
(Raviler) dediler ki:
– (Bu hadiseden sonra) Abbâd hacılarla birlikte “Kayd’a” geldi. Bedeviler onların üzerine saldırdı. Abbâd, bir işin olmasını istediği zaman bir çığlık atar ve çığlığı ile istediği o şeyi yapardı. (Bu hadisede de yine) çığlık attı. Çığlığı ile bedevilerin yenilmesini istiyordu. Ancak çığlığı kendisine reddolundu ve bulunduğu yerde öldü. Hacılar arasında “Kayd’daki” (çığlık) sesi meşhur oldu ve oraya da defnolundu.
(Bu hadise) Şeyh Muhyiddin Abdulkadir (r.a)’e haber verildikten sonra iki hadise hakkında (şöyle) diyordu:
– “Hâlimde benimle rekabete tutuştu / Gününde ölümü güzel olmuştu…”
(Hulâsatu’l-Mefâhir fî Menâkıbı’ş-Şeyh Abdulkâdir)