ON YEDİNCİ MENKIBE
(Hz. Pîr’in Bazı Kerametleri)
Şeyh Ebu Abdullah Muhammed b. Hızır Hüseyni Mûsılî’den rivayetle, dedi ki:
– Altı yüz yirmi iki yılında babam bize haber verip (anlattı ve şöyle) dedi: “Efendim Şeyh Muhyiddin Abdulkadir (r.a)’e on üç sene hizmet ettim ve onun (birçok) kerametlerine şahit oldum. Onlardan bazısı (şöyledir):
– Doktorlar bir hastanın tedavisinde aciz kaldıkları (vakit) onu (Şeyh’e) getirirlerdi. O’da ona dua eder, elini üzerinden geçirir ve huzurundan iyileşmiş olarak kalkardı. (Ona okumaya ve elini üzerinde gezdirmeye) devam ederdi ta ki en çabuk zamanda sıhhat bulsun…
– Bir defasında (Şeyh’e), halife “Müstencid’in” akrabalarından “Müstensık” getirildi. Karnı şişmişti. Elini onun üzerinden geçirdi, sanki onda hiç bir şey yokmuş (olmamış) gibi karnın şişkinliği gitti (düzleşti)…
– Ebu Meâli Ahmet b. Zafer b. Yunus Bağdadi Hanbeli (Şeyh’e) geldi ve ona: “Oğlum Muhammed’in on beş aydır humma (hastalığı) geçmiyor. (Bu hastalık) onu kahretti, (belini) büktü,” dedi. (Şeyh de) ona: “Git ve onun kulağına ‘Ey “Ümmü Müldem! Abdulkadir sana, ‘Evladımdan çık “hulle’ye” git diyor” de”, dedi. Sonra Ebu Muâli’ye (ne yaptığını) sorduk. (O): “Gittim ve Şeyh’in bana emrettiğini yaptım, şu ana kadar evladıma (hastalık) geri dönmedi”, dedi. O’na yedi sene sonra (hâlini) sorduk, (o): “O günden sonra (bir daha hastalık) evladıma geri dönmedi”, dedi…
– Habere göre “hulle” ahalisi “humma’ya” çok tutuluyordu. Ebu Hafs Ömer b. Salih Haddâdi bir deveyi sürerek (Şeyh’e) geldi ve ona: “Ben hac (için yola çıktım) ve işte bu devem (hastalanıp) kuvvetten düştü. Ondan başka da (devem) yoktur”, dedi. Bunun üzerine Şeyh, deveyi ayağıyla hafifçe dürttü ve elini onun nasiyesine (perçemine) koydu. (Ravi): “(Bu deve bundan sonra kafiledeki develeri) geçiyor idi, (hâlbuki bundan önce) onların en gerisinde (yer alıyordu)”, dedi…
– Şeyh Ebu Hasan Ali b. Ahmet b. Vehb Ezci hastalandı, (Şeyh de) ona hasta ziyaretinde bulundu. Evinde (nağmeyle öten) “Râibi” güvercini ve kumru gördü. (Ebu Hasan) Ona: “Ey efendim! Bu “Râibi” altı aydır yumurtlamadı ve bu kumru dokuz aydır ötmüyor”, dedi. Şeyh, “Râibi’nin” (yanında) durdu ve; “Sahibini (memnun et) keyiflendir”, dedi. Kumrunun (yanında) durdu ve; “Yaratanını tesbih et”, dedi. (Ravi): “Kumru hemen o an şakıdı (öttü), hatta öyle ki Bağdat ahalisi onu dinlemek için toplanıyorlardı. “Râibi” ise yumurtlayıp yavru çıkarttı ve ölene kadar da bu kesilmedi…
– Beş yüz altmış senesinde (Şeyh) bana (yani Hızır Hüseyni’ye) dedi ki: “Ey Hızır! Musul’a git. Senin belinde (sulbünde) bir zürriyet vardır. O zürriyetten bir erkek çocuk türeyecek, ismi Muhammed olacak. Bağdatlı Ali isminde âmâ bir adam ona yedi ayda Kurân’ı öğretir. Hafızlığını yedi yaşında tamamlar. Sen de doksan dört sene bir ay yedi gün yaşarsın ve Erbil’de gözü-kulağı (sağlam) ve kuvveti (yerinde) olarak ölürsün…” Ebu Abdullah (yani Hızır Hüseyin’in oğlu) dedi ki: “Babam “Musul’a” yerleşti. Altı yüz bir senesinde, Safer ayının başında ben doğdum. Yaşım altı sene beş aya ulaştığında Babam bana âmâ bir adam getirdi, bana Kur’an’ı öğretti. Henüz yedi yaşını tamamlamadan Kur’an’ı ezber olarak hatmettim. Babam (hafız hocamın) ismini ve memleketini sordu, o da: “İsmi Ali, memleketi de Bağdat”, dedi. O an Şeyh (r.a)’ın sözünü hatırladı. Babam Erbil’de altı yüz yirmi beş senesinde Safer ayının dokuzunda vefat etti. (Babam vefat ettiğinde) doksan dört sene bir ay yedi günü tamamlamıştı. Şeyh Abdulkadir (r.a)’ın dediği gibi Allah Teâlâ, vefatına kadar (Babamın) duyularını ve kuvvetini muhafaza etti…
(Hulâsatu’l-Mefâhir fî Menâkıbı’ş-Şeyh Abdulkâdir)