14. Menkıbe… Hz. Pir’in Fatiha’yı okuyamayan kimseyi Vaizlikle müjdelemesi, Gönüllerden geçeni ikram etmesi, Savaşı ve Kazananın kim olacağını bildirmesi

 

ON DÖRDÜNCÜ MENKIBE

(Hz. Pir’in Fatiha’yı Okuyamayan Kimseyi Vaizlikle Müjdelemesi, Gönüllerden Geçeni İkram Etmesi, Savaşı ve Kazananın Kim Olacağını Bildirmesi)

Mısır’a yerleşip (orayı vatan edinen) Şeyh Ebu Tahir Ğanim Ensari’den rivayetle, dedi ki:

– Ben ve bir arkadaşım bir defasında hacca gitmiştik. (Haccı yaptıktan sonra) Bağdat’a geldim. Bundan önce Bağdat’a hiç gelmemiştik. Orada kimseyi de tanımıyorduk. Yanımızda bıçak (kılıç)tan başka bir şey yoktu. (Bıçağı) birkaç paraya sattık, onunla da pirinç (pilavı) satın alıp yedik. (Fakat) bize yetmedi ve doymadık. Şeyh Muhyiddin Abdulkadir’in meclisine geldik, (Şeyh) sözünü kesti ve;

– Yabancılar, miskinler. Hicaz’dan geldiler. Yanlarında bıçaktan başka bir şey yoktu. Onu birkaç paraya sattılar ve onunla pilav satın aldılar. Yediler fakat doymadılar, dedi.

Onun (bu) sözlerinden hayrete düştüm çok şaşırdım. Konuşması bittiğinde yemek sofrası açılmasını emretti. Arkadaşıma:

– Canın ne istiyor, diye fısıldadım.

– Kuş etinden yapılmış “kişk” yemeği (yani bulgur ve sütle yapılan yemek), dedi. Ben de içimden: Benim de canım petekli bal istiyor diye geçirdim.

Şeyh hemen hizmetliye:

– Kuş etinden yapılmış “kişk” yemeği ve petekli bal hazırla getir, dedi. O da ikisini hemen hazırlayıp getirdi. (Şeyh):

– İki yiyeceği şu iki adamın önüne koy, dedi ve bize işaret etti.

Böylece “kişk” yemeği önüme, petekli bal da arkadaşımın önüne konuldu. Şeyh hemen hizmetliye:

– Yerlerini değiştir ki isabet edesin, dedi.

Böyle olunca artık ben kendimi tutamadım, çığlık attım ve insanların boyunlarından aşarak (insanları yararak) ona koştum.  Bunun üzerine bana:

– Mısır diyarının vaizi merhaba, hoş geldin, dedi. Ben de:

– Bu nasıl olur, ben daha henüz Fatiha’yı doğru olarak (okumayı) bilmiyorum, dedim. (Şeyh):

– Sana bu sözü söylemekle emrolundum, dedi.

Ben de bu (söz) üzerine çalıştım çabaladım (gayret ettim). Allah (c.c), basiretime yirmi yılda açmadığını bir yılda açtı ve Bağdat’ta (vaaz ettim) konuştum, (yani söz sahibi olacak kadar Allah ilim ve basiret verdi).

(Ravi devamla) dedi ki:

– Sonra (Şeyh’ten) Mısır’a gitmek için izin istedim. (Şeyh):

– Sen “Dımeşk”’e intikal et (oraya git). Orada (bir Türk boyu olan) “Ğuz”’ları Mısır’a girmek (fethetmek) ve ele geçirmek üzere hazırlanmış (silahlanmış) bulursun. Onlara:

– “Bu defa istediğinize katiyen nail olamayacaksınız, bilakis (geri) geleceksiniz ve (Mısır’ı fethetmek için tekrar) bir daha döneceksiniz. Onu ele geçireceksiniz” de, dedi.

“Dımeşk”’e geldiğimde durumu Şeyh’in anlattığı gibi buldum. Onlara Şeyh’in dediklerini dedim, (fakat söylediklerimi) benden kabul etmediler.

Mısır’a (gelip) vardığımda Halifeyi (Dımeşk’ten gelecek orduyu) karşılamak için hazırlanmış olarak buldum. Ona:

– Endişelenmene gerek yok, onlar bozguna uğramış olarak geri çekilecekler. Zafer elde edemeden geri dönecekler, dedim. “Ğuz”’lar Mısır’a ulaştıklarında bozguna uğradılar (darmadağın oldular). Bunun üzerine Halife beni (kendisine) sözcü edindi (ve) bana sırlarını bildirdi. Sonra “Ğuz”’lar ikinci kez geldiler ve Mısır’ı ele geçirdiler. Bunun üzerine (“Ğuz”’lar), onlara “Dımeşk”’te söylediklerimden (haber verdiklerimden) dolayı bana çok büyük izzet ve ikramda bulundular. Böylece Şeyh Muhyiddin Abdulkadir (r.a)’in bir sözüyle iki devletten (birinden) yüz bin, (diğerinden) elli bin dinar hâsıl oldu…

(Hulâsatu’l-Mefâhir fî Menâkıbı’ş-Şeyh Abdulkâdir)