12. Menkıbe… Bir Hıristiyan’ın Hz. Pîr’in eliyle Müslüman olup Yedilerden tayin edilmesi

 

ON İKİNCİ MENKIBE

(Bir Hıristiyan’ın Hz. Pîr’in Eliyle Müslüman Olup Yedilerden Tayin Edilmesi)

Şeyh Ebu Hafs Ömer Asfahânî’den rivayetle, -Allah Teâlâ ona rahmet etsin- dedi ki:

– Ben bir gece halvetimde (riyazet yaptığım yerde riyazette) iken birden duvar yarıldı ve yanıma çirkin görünüşlü bir kimse girdi. Bunun üzerine ben:

– Sen kimsin? dedim. O:

– İblis, dedi ve oturup gülmeye başladı. Ben:

– Seni güldüren (şey) nedir? dedim. O:

– Sana murakabe oturuşunu (murakabe yapılırken oturuş şeklini) öğreteyim, dedi ve çömelerek başı öne eğik olarak oturdu. (Ebu Hafs Ömer devamla) dedi ki: “Sabaha erdiğimde, bu (olanları) anlatmak için Efendim Şeyh Muhyiddin Abdulkadir (r.a)’e geldim. Onunla musafahalaştığımda, henüz bu (olanlardan) bir şey anlatmadan önce elimi tuttu ve

– Ya Ömer, o yalancıdır (lakin) sana doğru söyledi. Bundan sonra ebediyen sakın ondan (bir şey) kabul etme, dedi.

Şeyh Ebu Hasan: “Bu oturuş şekli, Şeyh Ömer (r.a)’ın kırk yıl boyunca oturuş tarzı idi” dedi…

 

———————————

 

Şeyh Ebu Hasan Bağdadi’den rivayetle, -Allah Teâlâ ona rahmet etsin- dedi ki:

– Efendim Şeyh Muhyiddin Abdulkadir (r.a)’ın hizmetini yapıyordum. Gece uyanık kalıp onun bir ihtiyacı olur diye bekliyordum. Beş yüz elli üç senesinin Safer ayında bir gece evinden çıktı. Ona ibrik verdim (fakat) almadı. Medresenin kapısına yöneldi, kapı (kendiliğinden) açıldı. O çıktı, ben de “O benim (varlığımı) hissetmiyor” diyerek beraberinde çıktım. (Sonra) yürüdü, ta ki Bağdat’ın kapısına yaklaştı ve kapı (kendiliğinden) açıldı. O çıktı bende (ardından) çıktım, sonra kapı tekrar kapandı. Fazla yürümeden bir de baktım ki bilmediğim bir beldeye (gelmişiz). Orada tekkeye benzer bir mekâna girdim. Baktım ki içeride altı kişi var. Hemen selam ve tahiyyelerle bağrışıp (karşıladılar). Ben de (hemen) oradaki bir direğin (ardına geçip) sığındım. Bu (direğin) yanında da bir inleme işittim. Fazla geçmeden (bu) inilti kesildi. İçeri bir kimse girdi ve iniltiyi işittiğim cihete yöneldi. Sonra omzunda bir kimseyi taşır halde çıktı. (Ardından) içeri başka bir kimse daha girdi, başı açık ve uzun bıyıklı idi. Şeyhin huzuruna geldi oturdu. Şeyh ona (kelime-i) şahadeti (söylettirdi), saçını ve bıyığını kısalttı, ona bir takke giydirdi ve Muhammed diye isimlendirdi.  (Sonra) orada (bulunan o altı) kimseye:

– Bu (kişinin), ölenin yerine gelmesiyle emrolundum, dedi. Onlar:

– Başüstüne, dediler. Sonra Şeyh çıktı ben de beraberinde çıktım. Fazla yürümedik, baktım ki tekrar Bağdat’ın kapısının yanındayız. Sonra medreseye geldi, aynı şekilde (medresenin) kapısı kendiliğinden açıldı ve evine girdi.

Ertesi gün olduğunda (Şeyhin) huzurunda oturdum, âdetim üzere okumaya (başlayacaktım) fakat heybetinden güç yetiremedim. (Şeyh):

– Bana yaklaş, oku, önemli değil (sıkılma), dedi. Ben de gördüklerimi bana açıklaması için ona yemin verdim. (Şeyh):

– O belde “Nihavend” idi. Gördüğün o altı kimse de, “Nücebâ Ebdallar”dır. İşittiğin o iniltinin sahibi yedincileri olup hasta idi. Vefat anı geldiğinde (yanında) hazır bulunmak için geldim. Omzunda bir kimseyi taşıyarak çıkan kişi Ebu Abbas Hızır (a.s)’dır. (Vefat eden yedinci kişinin cenaze işlerini) yapmak için (onu alıp) gitti. Kendisinden (kelime-i) şahadeti aldığım kimse, “Kostantiniyye” ahalisinden biridir. Hıristiyan idi. Ben ise bu (kişinin), vefat eden (yedinci kişinin) yerine gelmesiyle emrolundum. (Bu kişi) bana getirildi ve elim üzere Müslüman oldu, şimdi (artık) o onlardan (biri oldu).

(Ravi) dedi ki: “(Şeyh, kendisi) hayatta olduğu müddetçe (bunu) kimseye anlatmamam üzere benden söz aldı…”

(Hulâsatu’l-Mefâhir fî Menâkıbı’ş-Şeyh Abdulkâdir)