Kıyamet Alametlerinden Mehdi (a.s) ile alakalı olanları kısaca sayıp Bazı Olayları zikreder misiniz?

SORU: Kıyamet Alametlerinden Mehdi (a.s) ile alakalı olanları kısaca sayıp Bazı Olayları zikreder misiniz?

CEVAP:

Mehdi (a.s) kıssası birçok kıyamet alametlerini ihtiva etti. O halde Müslümanlar için hadisleri muhafaza etme hususundaki vadimize vefa (babından) kısaca bu kıyamet alametlerini saymaya ve bazı hadiseleri/olayları zikretmeye (tekrar) dikkat çekelim…

 

 

1- Fırat’ın (Yarılıp Binaenaleyh) Suyu Çekilerek Altın Bir Dağın (Ortaya Çıkması)

Ebû Hureyre (r.a)’dan rivayetle Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Fırat’ın suyu çekilip de altın bir dağ çıkıp (bunun için insanların) savaşıp onda dokuzu öldürülmedikçe kıyamet kopmaz…” (Bu hadisi) İbn-i Mâce Ebû Hureyre (r.a)’dan, Ahmed ve Müslim ise Ebû Evfâ (r.a)’dan rivayet edip hadisin sonunda “Her yüz kişiden doksan dokuzu öldürülmedikçe (kıyamet kopmaz)” diye zikredilmiştir… Keza (bu hadisi az önce belirtildiği gibi) Müslim Ebû Hureyre (r.a)’dan rivayet etmiştir…

Şeyhân (Buhârî ve Müslim) ve Ebû Dâvûd muhtasar olarak (bu hadisi) şöyle zikretmişlerdir: “Fırat’ın suyunun çekilip bir hazinenin (ortaya çıkması) yaklaşıyor. Kim (o an orada) hazır bulunursa ondan bir şey almasın…”

Nuaym b. Hammâd’ın rivayetindeki hadiste ise şöyle buyrulmuştur: “Her dokuzdan yedisi öldürülür. Eğer bunu idrak ederseniz/o güne yetişirseniz, ona (yani hazineye) yaklaşmayın…”

 

 

2- Nefs-i Zekiyye’nin (Rükn İle Makam/Haceru’l-Esved İle Makam-ı İbrahim Arasında) Öldürülmesi..

Mucahid’den rivayetle şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v)’in ashabından bir kişi bana şu hadisi söyledi: “Nefs-i Zekiyye öldürüldüğü zaman gökyüzündekiler ve yeryüzündekiler (öldüren kişiye) gazaplanırlar. Bunu üzerine insanlar Mehdi’ye gelirler ve zifaf gecesi gelinin zifaf için kocasının yanına süratle girdirildiği gibi insanlar da Mehdiyi (tasdik ederek) süratle/aceleyle O’na koşarlar…” Bunu İbn-i Ebî Şeybe rivayet etmiştir… Ammâr b. Yâsir (r.a)’dan rivayet edilen hadis ise şöyledir: “Nefs-i Zekiyye ve kardeşi Mekke’de suçsuz/günahsız öldürüldüğünde gökyüzünden bir münadi (ses) şöyle seslenir; “Emiriniz/idareciniz falancadır.” İşte bu kişi Mehdi’dir…” (Bu hadisi) Nuaym b. Hammâd rivayet etmiştir…

Tembih:

Burada zikredilen Nefs-i Zekiyye, Abbasi halifesi Mansur döneminde Mansur’un amcası Musa b. İsa tarafından öldürülen Nefs-i Zekiyye değildir. (Abbasi halifesi Mansur’un amcası Musa b. İsa tarafından öldürülen kişi) Muhammed Nefs-i Zekiyye b. Abdullah Mahd b. Hasan el-Müsennâ b. Hasanü’s-Sıbt b. Ali b. Ebî Talip (r.anhum)’dur. Medine ahalisi halife olarak ona biat etmişlerdi. Ona Mehdi deniliyordu. Kendisi Medine’de öldürüldü. Kardeşi İbrahim b. Abdullah ise Irak’ta öldürüldü. Babaları ise hapiste öldü…

 

 

3- Horasan Tarafından Siyah Sancakların/Bayrakların Çıkması

(Horasan Farsça bir kelime olup “güneşin yükseldiği yer” manasına gelmektedir. Horasan bölgesi, bugünkü İran’ın, Afganistan’ın, Türkmenistan’ın ve Tacikistan’ın bazı bölgelerini kapsamaktadır…)

Sevbân (r.a)’dan rivayetle şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Siyah Sancaklar doğu tarafından çıkar ve hiçbir topluluğun savaşmadığı (misli görülmemiş) biçimde sizinle çok şiddetli bir savaş yaparlar. Onu gördüğünüzde kar üzerinde emekleyerek de olsa hemen ona biat ediniz. Zira o Allah’ın Halifesi Mehdi’dir…” (Bu hadisi) İbn-i Mâce ve Hâkim rivayet etmiş ve sahih olduğunu belirtmiştir…

(Siyah Sancaklarla gelen kişiye) Mehdi (denilmesi), Siyah Sancaklılar Mehdi’ye yardım edeceği ve gidip O’na katılacakları içindir. (Çünkü Mehdi a.s o vakit Mekke’de bulunmaktadır)…

(Abdullah) b. Mesud (r.a)’dan rivayette Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Doğu tarafından beraberlerinde Siyah Sancaklar olan bir kavim gelir. Bu (Siyah Sancaklılar) hayrı/hükmü isterler fakat onlara vermezler. Bunun üzerine (Siyah Sancaklılar onlarlasa vaşırlar) ve muzaffer olurlar, (binaenaleyh) istedikleri verilir. Fakat onu kabul etmezler, ta ki onu Ehli Beytimden bir adama (Mehdi’ye) teslim ederler/verirler. (Yeryüzünü) zulümle doldurdukları gibi O (yani Mehdi a.s) da (yeryüzünü) adaletle doldurur. Sizden her kim bunu idrak ederse/erişirse kar üstünde emekleyerek de olsa onlara gelsin/katılsın…” (Bu hadisi) İbn-i Ebî Şeybe ve İbn-i Mace rivayet etmiştir…

Tembih:

Bu Siyah Bayraklar/Sancaklar Benî Abbas’a yardım için gelen Siyah Sancakların gayrısında başka Siyah Sancaklardır. Her iki Siyah Sancak da doğu tarafından gelmiş olsa da, (keza) her ikisi de Horasan ahalisinden olsa da ve her ikisi de Benî Ümeyye ile savaşmış olsa da (bu Siyah Sancaklar Benî Abbas’a yardım için gelen Siyah Sancaklar değildir). Çünkü bunların (yani Mehdi’nin Siyah Sancaklılarının) külahları/başlıkları siyah olup elbiseleri beyazdır, onların (yani Abbasilerin Siyah Sancaklılarının) ise elbiseleri siyah idi. Yahut bu Sancaklar küçüktür, o Sancaklar ise büyük idi. Yahut bu (Siyah Sancaklarla) gelen kişi Hâşimî olup (Siyah Sancaklı ordunun) önünde ise (komutan olarak) Şuayb b. Salih et-Temîmî bulunur, o siyah sancaklarla gelen kişi ise Ebû Müslim Horasânî idi. Yahut bu (Siyah Sancaklılar) Ebû Süfyan oğullarıyla savaşır, o (Siyah Sancaklılar) ise Mervan oğullarıyla savaşmışlar idi. Bu durum Said b. Müseyyeb’in mürsel olan rivayetinde açıkça belirtilmiştir ki Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Benî Abbas için doğudan siyah sancaklar çıkar. Sonra Allah Teâlâ’nın dilediği kadar kalırlar. Sonra doğu tarafından küçük Siyah Sancaklar çıkar, Ebû Süfyan’ın evlatlarından bir adamla ve onun ashabıyla savaşırlar (ta ki) itaati (yani itaat edilip boyun eğilecek makamı) Mehdi’ye verirler…” (Bu hadisi) Ebû Nuaym b. Hammâd rivayet etmiştir…

 

 

4- Yeryüzünün, Ciğerinin Parçalarını Yani Altın ve Gümüşü Çıkartıp (Dışarı Atması)

Abdullah b. Mesud (r.a)’dan rivayet (olunan hadiste) şöyle buyrulmuştur: “Bu din muhakkak tamama ermiştir ve (bundan sonra artık) noksana gidecektir. Bunun (yani noksana gitmesinin) emaresi ise; sılayı rahimlerin kesilmesi, haksız yere mal alınması, kanların (haksız yere) dökülmesi, kendisine bir (faydası) dönmemesine rağmen akrabanın akrabasını şikâyet etmesi ve dilencinin (iki Cuma arası vakitte) gezip-dolaşıp da avucuna bir şey konmamasıdır. İşte onlar bu haldeyken birden yeryüzü inek böğürmesi gibi böğürür, herkes yeryüzünün kendi tarafından böğürdüğünü zanneder. İşte insanlar bu haldeyken yeryüzü, ciğerinin parçalarını yani altın ve gümüşü, çıkartır (dışarı atar). Bu (hadiseden) sonra ne altın ne de gümüş fayda vermez…” (Bu hadisi) İbn-i Ebî Şeybe, (Hâkim ve Taberânî) rivayet etmiştir…

 

 

5- Madenin Yanında Yere Batma Olması

İbn-i Ömer (r.anhuma)’dan rivayet (olunan hadiste) şöyle buyrulmuştur: “Çeşitli madenler çıkar (yani yer altından çıkartılır). (Bu madenlerden keşfedilip çıkartılan) bir maden Hicaz yakınlarından çıkar. (Hicaz yakınlarından çıkan bu madeni çıkartma elde etme v.s hususlara) insanların en şerlileri (dışardan) gelir/yaraşır. Ona “Firavn” denilir. (Bunlar) o (madeni çıkarıp işleme, satım v.s işlerle) uğraşıp meşgulken birden (Fırat’ın suyu) çekilir ve altın ortaya çıkar, (bunun) kazancı onların hoşuna gider/hayretlerine gider. İşte onlar bu haldeyken hem altın hem de onlar yere batırılır…” (Bu hadisi) Hâkim (Müstedrek’te) rivayet etmiş ve sahihtir demiştir…

Ali (kr.v) şöyle demiştir: “Fitneler dörttür; genişlik/zenginlik fitnesi, darlık/kıtlık fitnesi, şöyle (ismini belirtmediği) bir fitne ve altın madeni (fitnesini) zikretti. Sonra Nebî (s.a.v)’in Ehli Beytinden bir adam çıkar. Allah Teâlâ (insanların) işlerini O’nun eliyle ıslah eder…” Bunu Nuaym b. Hammâd Müslim’in şartına göre sahih olarak rivayet etmiştir…

 

 

6- Dımeşk (Şam) Batısında “Ğûta”’da Bir Köyün Yere Batırılması

(“Ğûta”; Şam’ı doğu, batı ve güneyden 18 mil çevreleyip etrafında yüksek dağlar bulunan bol sulu ve meyveli ağaçları olan yeşillikli bir ovadır…)

Halid b. Me’dên (rh.a)’den (şu hadis) rivayet olunmuştur: “”Ğûta”’da “Haresta” denilen köy yere batırılmadıkça Mehdi (ortaya) çıkmaz…” (Bu hadisi) İbn-i Asâkir rivayet etmiştir.

 

 

7- (Medine İle Mekke Arasında) “Beydê” Denilen Yerde Yere Batmanın Olması

Aişe (r.anha)’dan rivayetle Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Şaşılacak şey! Kureyş’ten olan bir adam Beyt’e (Kâbe’ye) sığınır. Ümmetimden bazı insanlar da (Kureyş’ten olan bu adam için) Beyt’i (Kâbe’yi harap etmeyi) kastederek gelirler. “Beydê” denilen yere geldiklerinde yere batırılırlar. Onların içinde kasıtlı olarak/bilerek gelen, mecburen/kerhen gelen ve (onlardan olmayıp da) yolcu olan/onlara yoldaşlık yapan vardır. Bunların hepsi bir helakle (yani ayırt edilmeden hep birlikte) helak olurlar. (Ancak kıyamet günü) muhtelif yerlerden (niyetlerine göre) çıkarlar (ona göre karşılığını görürler), Allah onları niyetlerine göre diriltir…” (Bu hadisi) Buhârî ve Müslim rivayet etmiştir…

Ümmü’l-Müminin Safiyye (r.anha)’dan rivayetle Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “İnsanlar şu Beyt’i (Kâbe’yi yıkmak için) gazveye çıkmaktan/savaşmaktan vazgeçmeyecekler. Ta ki bir ordu (Kâbe’yi yıkmak için gazveye çıkar), “Beydê” denilen yere vardıklarında (ordunun) başı ve sonu yere batırılır, (ordunun) ortasındakiler de kurtulamazlar.” Denildi ki: “Şayet içlerinde kerhen orada bulunan varsa” (durumu ne olacak)? Rasûlullah (s.a.v): “Allah (hepsini kıyamet gününde) nefislerindeki (niyetlerine göre) diriltir (ve ona göre karşılığını verir)…” (Bu hadisi) Ahmed (b. Hanbel), Ebû Dâvûd, Tirmizî ve İbn-i Mâce rivayet etmiştir. Ahmed (b. Hanbel), Müslim ve Taberânî Ümmü Seleme (r.anha)’dan rivayet etmişlerdir. Ahmed (b. Hanbel), Müslim, Nesâî ve İbn-i Mâce Hafsa (r.anha)’dan rivayet etmişlerdir…

İbn-i Abbas (r.anhuma)’dan rivayet edilen hadiste şöyle buyrulmuştur: “Şam halifesi/yöneticisi/hükümdarı, içlerinde 600 yabacının bulunduğu (özel) bir ordu hazırlayıp Mekke’deki Hâşimîlerin üzerine gönderir. “Beydê” denilen yere geldiklerinde, dolunay olduğu aydınlık bir gecede inerler, birden bir çoban onlara bakarak yaklaşır, taaccüp eder/donakalır ve “(Başlarına gelecek beladan dolayı) Mekke ahalisinin vay haline” der. (Sonra) hemen (oradan) ayrılır, koyunlarının (yanına) döner. Sonra (tekrar ordunun yanına) döner ve bir de bakar ki yere batırılmışlar, bunun üzerine; “Suphanallah” bir anda intikal etmişler/göç etmişler” der ve (ordunun konakladığı yere) gelir, bir kısmı yere batmış bir kısmı da yeryüzünde olan bir kadife/tüylü örtü parçası bulur ve onu çekip çıkartmaya çalışır ancak gücü yetmez. Böylece (ordunun) yere batırılmış olduğunu anlar. Bunun üzerine hemen ayrılır, Mekke Emirine gider ve onu müjdeleyip; “Elhamdülillah, bu, sizin bize haber verdiğiniz alamettir (yani Mehdi a.s’ın zuhurunun alametidir)” der…” (Bu hadisi) Nuaym b. Hammâd rivayet etmiştir… Bir rivayette ise “Onlardan hiç birisi kurtulmaz ancak iki kişi müstesna. Bu iki kişiden birisi müjdecidir, diğeri ise uyarıcıdır/korkutucudur. Müjdeci Mehdi (a.s)’ı müjdeler (haber verir), korkutucu/uyarıcı ise Süfyani’ye haber verir. Her iki adam da “Kelb” kabilesindendirler…” (Bunu Nuaym b. Hammâd rivayet etmiştir…)

Tembih:

İki rivayetin arasını cemetmek/bulmak şöylece mümkün olur: (Rivayetlerde zikredilen bu) iki adamın ikisi de kaçıp gider. Sonra çoban olan geri gelir fakat hiç kimseyi göremez (orada bulamaz), bunun üzerine müjdeyle Mehdi (a.s)’a gelir…

Diğer bir rivayetteki (hadisi şerifte) ise şöyle denilmiştir: “(Ordunun) 3’te biri yere batırılır. 3’te birinin sureti değiştirilir de yüzleri boyunları tarafına gelir, önlerine doğru yürüdükleri gibi arkalarına/gerilerine doğru yürürler. 3’te biri ise Mekke’ye varırlar…” Şayet bu rivayet sahih ise rivayetlerin arasını bulmak/cemetmek için dolambaçlı bir yol izlemeye ve zorlama bir (tevile) ihtiyaç duyulur. (Bu durumda rivayetlerin arasını bulma hususunda) “Ordunun yere batması tekerrür edip yere batma bir defa şöyle olur bir defa da şöyle olur” denilebilir. (Şöyle ki); Süfyani (askeri) birlik göndermeden önce Süfyani’den önce Medine’nin Emiri olan kişi bir (askeri) birlik gönderir ve (yere batma hadisesi işte bu askeri birliğe) nisbet olunur, (yani birinci yere batma hadisesi Medine Emirinin gönderdiği orduya nisbet edilir, ikinci defa yere batma hadisesi ise Süfyani’nin gönderiği orduya nisbet edilir işte böylece yukarıdaki rivayette) geçen (bu rivayet) yakınlaşır/yakınlaştırır…

 

 

8- Ramazan Ayında Güneş ve Ay Tutulması Olması

Muhammed b. Ali Bakır’dan yapılan rivayette şöyle demiştir: “Bizim Mehdi’miz için iki ayet/alamet vardır ki bu ikisi Allah (c.c) gökleri ve yeri yarattığından beri (bu şekilde bir arada vuku) bulmamıştır. Ramazanın ilk gecesinde ay tutulması olur (aynı) Ramazanın ortasında ise güneş tutulması olur. Bu ikisi Allah (c.c) gökleri ve yeri yarattığından beri (bu şekilde bir arada vuku) bulmamıştır…” (Bunu) Dâra-Kutnî Süneninde rivayet etmiştir…

İbn-i Abbas (r.anhuma)’dan rivayette şöyle demiştir: “Güneşte bir ayet/alamet çıkıncaya/meydana gelinceye kadar Mehdi ortaya çıkmaz/zuhur etmez…” (Bunu) Beyhakî ve Nuaym b. Hammad rivayet etmiştir…

 

 

9- Boynuz Şeklinde, Sürtünmeden Dolayı Dökülen Tozu Olan Bir Yıldızın Çıkması/Doğması

Muhammed b. Ali Bakır’dan rivayette şöyle demiştir: “Abbasi, Horasan’a ulaştığı zaman Şark tarafında boynuz şeklinde, sürtünmeden dolayı dökülen tozu olan bir yıldız çıkar/doğar. Bu yıldızın ilk çıktığı (vakit) Allah Teâlâ’nın Nuh kavmini (suda) boğarak helak ettiği vakittir. (Keza bu yıldız) İbrahim (a.s) zamanında O’nu ateşe attıklarında da çıkmıştır. (Keza bu yıldız), Allah, Firavunun kavmini ve (Firavunun) beraberindekilerini yok ettiğinde de (çıkmıştır). (Keza bu yıldız), Yahya b. Zekeriya katledildiğinde de (çıkmıştır). Siz o (yıldızı) gördüğünüzde fitnelerin şerrinden Allah’a sığının. O (yıldızın) doğması güneş ve ay tutulmasından sonra olacaktır. Sonra fazla kalmazlar (bu durum/fitneler fazla sürmez) ve “Alaca (kişi)” Mısır’da zuhur eder…” (Bunu) Nuaym b. Hammâd rivayet etmiştir…

 

 

10- Işık Saçan (Aydınlatan) Bir Kuyruklu Yıldızın Doğması

Ka’b (r.a)’dan rivayet (edilen hadiste) şöyle denilmiştir: “Şark tarafından Mehdi’nin ortaya çıkışından/zuhurundan önce ışık saçan (aydınlatan) bir kuyruklu yıldız doğar…” (Bunu) Ebû Nuaym rivayet etmiştir…

Ben (müellif) derim ki: Cemâziye’s-Sânî ayında 75 yılında bir kuyruklu yıldız ortaya çıkmış, 2 ay kadar kalmış sonra kaybolmuştur…

 

 

11- Ramazan Ayında İki Defa Ay Tutulmasının Olması

Şerîk (r.a)’dan rivayette şöyle demiştir: “Bana ulaşan (habere/bilgiye göre) Mehdi’nin ortaya çıkışından/zuhurundan önce Ramazan ayında iki defa ay tutulması (olur)…” (Bunu) Ebû Nuaym rivayet etmiştir…

(Ramazanda iki defa ay tutulması olması yukarıda zikredilen Ramazanın ilk gecesi ay tutulması, ortasında ise güneş tutulması olmasıyla çelişmeyip/zıt düşmediği açıktır.)

 

 

12- Doğu Tarafından (Üç Gece veya Yedi Gün/Gece Sürecek Büyük) Bir Ateşin Ortaya Çıkması

Ebû Abdullah Hüseyin b. Ali (r.anhuma)’dan rivayetle şöyle demiştir: “Gökyüzünün alameti olan, geceleri ortaya çıkan doğu tarafında büyük ateşi gördüğünüzde işte insanların kurtuluşu/çaresi/ferahı (bu hadise) olduğu zamandır. Bu (çare/ferah) ise Mehdi’nin gelmesidir/zuhurudur…”

Ebû Cafer Muhammed b. Ali Bakır (r.anhuma)’dan rivayette şöyle demiştir: “3 gün veya 7 gün doğu tarafında bir ateş gördüğünüzde Allah Teâlâ’nın izniyle Âli Muhammed’in kurtuluşunu bekleyiniz…”

 

 

13- Medine’de Büyük Bir Hadisenin/Vakanın Olması

Ebû Hureyre (r.a)’dan rivayetle şöyle demiştir: “Medine’de öyle bir vakıa/hadise olur ki (bu vakıada) yağ taşları (kan) içinde kalır. “Harra Vakası” bu (vakanın) yanında kamçıyla bir defa vurmak gibi (hafif) kalır. Bu (hadise) Medine’den 2 berîd uzaklığa kadar yayılır. Sonra Mehdi’ye biat edilir…” (Bunu) Ebû Nuaym rivayet etmiştir…

(Harra/Harre Vakasını, Kerbela faili olan Yezid yapmıştır. Harra Vakası sahabe evlatlarının zalime karşı kıyamıdır. Bu vaka da on binlerce kişi asılmış, bin bakire Müslüman kadına tecavüz edilmiş olup bunlardan doğan çocuklara “Evladü’l-Harra” denilmiş, Medine yağmalanmış, Kureyş ve Ensar’dan sahabeler ve sahabe çocukları şehit edilmiş ve bu savaşla Bedir Ehlinden kimse kalmamış, Mekke mancınığa tutulmuş, Kâbe zarar görmüştür…)

Tembih:

(“Ahcâru’z-zeyt/yağ taşları” denilen yer neresidir?):

“Seferu’s-Saadet” (isimli eserde) şöyle denilmiştir: “Ahcâru’z-zeyt/yağ taşları” Mescid-i (Nebevînin) kapılarından birisine yakın olup bu kapıya “Babu’s-Selam” denilir. Kişi “Babu’s-Selam”’dan çıkıp sağ tarafına döner ve bir taş atımı miktarınca giderse, “ahcâru’z-zeyt/yağ taşları” diye bilinen yere gelmiş olur…

“el-Hulâsa” isimli eserde Seyyid Semenhûdî’nin ibaresi şöyledir: “Ahcâru’z-zeyt/yağ taşları” (Uhud şehitlerinden) Mâlik b. Sinan’ın defnedildiği yerdir. Zeytinyağı sıkıp satan kişiler/yağcılar (yağ) tulumlarını bu taşların üzerine koyarlar, (sonra bu taşların) üzerine toprak yığıp örterlerdi…

Ebû Dâvûd, Tirmizî ve diğerlerinin Âbî’l-Lahm’ın kölesinden rivayetlerinde, “o, Nebî (s.a.v)’i “zevrâ” yakınında “ahcâru’z-zeyt/yağ taşları”’nın yanında ayakta yağmur duası yaparken görmüştür…” (“Zevrâ” Medine’de Mescid-i Nebevî’nin batı tarafındaki yerdir.“Ahcâru’z-zeyt/yağ taşları” denilen yer yağmur duasının yapıldığı yerdir…)

Ka’bu’l-Ahbâr’ın sözünün muktezasına göre (“Ahcâru’z-zeyt/yağ taşları” denilen yer) “Harra” vakasının olduğu Benî Abdi’l-Eşhel’in evleri (civarındaki) “Harra”’da bir yerdir…

 

 

14- Gökyüzünden Bir Nidanın (Duyulması)

Âsım b. Ömer el-Bücelî (rh.a)’den rivayetle şöyle demiştir: “Hiç şüphe yok ki gökten bir adamın (Mehdi’nin) ismi nida edilecektir. (İnsanların ellerindeki) delil bunu inkâr edemeyecek, zelil olan kimseden de bu menedilmeyecek/engellenmeyecek…” (Bunu) İbn-i Ebî Şeybe rivayet etmiştir…

Ali (r.a)’dan rivayetle şöyle demiştir: “Gökyüzünden bir münadi: “Şüphe yok ki Hak, Âli Muhammed’dedir” diye nida edince/seslenince, işte bu vakit Mehdi insanların ağızları üzere zuhur eder (yani insanlar O’ndan bahsetmezken artık tanıyıp bildiklerinden O’nu aşikare konuşur olurlar), O’nun sevgisi (insanlara) içirilir ve O’ndan başkası (hakkında) konuşmazlar…” (Bunu) Ebû Nuaym rivayet etmiştir…

Said b. Müseyyib (r.a)’dan rivayetle şöyle demiştir: “Bir fitne olur (bu fitnenin) başlangıcı çocukların oyunu/oyuncağı gibi olur. Ancak, gökyüzünden bir münadinin 3 defa “Dikkat ediniz (uyanık olunuz)! Emir falan (kişidir). İşte O (kişi) hak olan emirdir” diye nida etmesine kadar (bu fitne) son bulmaz…” (Bunu) Ebû Nuaym rivayet etmiştir…

Ebû Cafer (Muhammed b. Ali) Bakır (rh.a) şöyle demiştir: “Gökyüzünden bir münadi şöyle nida eder (seslenir): “Şüphe yok ki Hak, Âli Muhammed’dedir.” Yeryüzünde de bir münadi şöyle nida eder (seslenir): “Şüphe yok ki Hak, Âli İsa’da” veya “Âli Abbas’tadır”, (Ebû Cafer Bakır’ın hangisini söylediği hususunda) ravi şüphe etmiştir. Aşağıdan/yeryüzünden (gelen ikinci nida), Şeytanın sözüdür (seslenmesidir). Yukarıdan/semadan (gelen birinci) ses ise Allah’ın yüce kelimesidir/sözüdür…” (Bunu) Ebû Nuaym rivayet etmiştir…

Keza Ebû Cafer (Muhammed b. Ali) Bakır (rh.a) şöyle demiştir: “Şayet (işitilen) ses Ramazan ayında Cuma gecesi ise onu dinleyip itaat edin. Günün sonunda ise insanları şüpheye düşürmek ve fitnelemek için mel’ûn İblis’in sesi şöyle nida eder: “Dikkat ediniz! Falan kimse mazlum olarak öldürülmüştür.” O gün ne kadar insan şüpheye düşecek ve şaşkınlık içinde kalacaktır. Eğer Ramazanda sesi/nidayı duyarsanız -yani birinci sesi- sakın şüpheye düşmeyiniz/tereddüt etmeyiniz zira o Cibril’in sesidir ve bunun alameti ise o (ses) Mehdi’nin ve (Mehdi’nin) babasının ismiyle nida eder (onların isimlerini zikreder)…”

İshak b. Yahya annesinden (rh.aleyhima) rivayetle şöyle demiştir: “İnsanları helak eden bir fitne olur. Gökyüzünden bir münadi “falan kimseye tabi olunuz” diye nida edinceye kadar (insanların) işleri/durumları düzelmez…” (Bunu) Nuaym b. Hammâd rivayet etmiştir…

Şehr b. Havşeb (rh.a)’den rivayetle şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Savaşların ve fitnelerin çok olduğu (savaş gürültülerinin yoğunlaştığı) senenin Muharrem (ayında) gökyüzünden bir münadi şöyle nida eder “Dikkat ediniz (uyanık olunuz)! Allah’ın seçkin kulu (yani mahlûkatı içinden seçtiği kişi) falan kimsedir. O (kişiyi) dinleyip itaat edin…” (Bunu) Nuaym b. Hammâd rivayet etmiştir…

Daha önce de geçtiği üzere Ammâr (b. Yâsir (r.a)’dan rivayette, gökyüzünden duyulacak olan) “nida” Nefs-i Zekiyye” öldürüldüğü vakitte olacaktır… Ikdu’d-Dürer isimli eserde şöyle denilmiştir: “Bu nida, yeryüzü ahalisinin hepsini kapsar ve (bu nidayı) her dilin ehli (yani her millet) kendi diline göre işitir (anlar). (Bunu Nuaym b. Hammâd rivayet etmiştir…)

Hakem b. Nâfi’ (rh.a)’den rivayetle şöyle demiştir: “İnsanlar (Mehdi a.s’ın zuhur edeceği sene Hac’da) Arafat ve Mina’dayken kabileler/guruplar birbirleriyle savaştıktan sonra bir münadi şöyle nida eder; “Dikkat ediniz (uyanık olunuz)! Emiriniz falan kişidir.” (Sonra bu nidanın) hemen peşi sıra bir ses; “Dikkat ediniz (uyanık olunuz)! Bu nida/ses doğru söylemiştir” der…” (Bunu Nuaym b. Hammâd rivayet etmiştir…)

Tembih:

Rivayetlerdeki ihtilaflardan da anlaşılacağı üzere (gökyüzünden gelen) nidaların Ramazanda, Zilhiccede, Muharremde ve başka (aylarda) tekrarlanmasına bir mani/engel yoktur

 

 

15- Gökyüzünden Bir Elin Çıkması

Said b. Müseyyib (r.a)’dan rivayette şöyle demiştir: “Gökyüzünden bir el çıkıp ve gökyüzünden bir münadi şöyle; “Emiriniz falan kimsedir” nida edinceye kadar ayrılıklar/bölünmeler ve ihtilaflar olur…” (Bunu Nuaym b. Hammâd rivayet etmiştir…) Esma binti Umeys (r.anha)’a; “Bu günün alameti insanların ona baktığı/gördüğü gökyüzünden sarkmış/uzanmış bir elin (olmasıdır)” demiştir… (Bunu) Nuaym b. Hammâd rivayet etmiştir…

 

 

16- Kâbe’nin Definesinin ve Hazinelerinin Çıkartılması

Emirü’l-Müminin Ali b. Ebî Talip (kr.v)’den rivayette; O ve Ömer (r.anhuma) Kâbe’ye girdiklerinde (Ömer r.a): “Vallahi (ne yapacağımı) bilemiyorum. Kâbe’nin hazinelerini ve (Kâbe’nin) içindeki silah ve malları (çıkartmayıp) öylece bırakayım mı, yoksa (hepsini çıkartıp) Allah yolunda paylaştırayım mı?” der. Bunun üzerine Ali (r.a); “(Onları) bırak geç Ya Emira’l-Müminin. Sen (bu hazine, silah ve malların) sahibi değilsin. (Bu hazine, silah ve malların) sahibi ancak bizden Kureyş’ten bir gençtir. (Bu genç yani Mehdi), ahir zamanda (bu hazineleri çıkartır) ve Allah yolunda paylaştırır.” der…” (Bunu) Nuaym b. Hammâd rivayet etmiştir…

 

 

17- Melhametü’l-Kübrâ/Büyük Savaşın Olması

Ebû Hureyre (r.a)’dan rivayetle şöyle demiştir: “Rumlar “Amik/A’mâk veya Dâbık” denilen yere inmeden/gelmeden (ve bu ordunun) karşısına Medine ahalisinin (en hayırlılarından) bir bölük/gurup asker çıkmadan kıyamet kopmaz…” (Bunu) Müslim rivayet etmiş ve Hâkim’de rivayet edip sahihlemiştir… Bu hadisenin tafsilatı daha önce geçmişti…

(“Amik”, Halep çevresinde bir bölgenin ismidir. “A’mâk”, Halep ve Antakya arasında suyu bol olup ancak yazın kuruyan bir akarsuyun döküldüğü yerdir…)

Ebû Derdâ (r.a)’dan rivayetle Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: ““Melhametü’l-Kübrâ/Büyük Savaşta Müslümanların otağı/toplanma bir araya gelme yeri Şam (bölgesinin) en hayırlı şehirlerinden olup kendisine Dımeşk denilen şehrin yanı başında bulunan “Ğûta”’dır…” (Bunu) Ebû Dâvûd rivayet etmiş ve Hâkim’de rivayet edip sahihlemiştir…

(“Ğûta”; Şam’ı doğu, batı ve güneyden 18 mil çevreleyip etrafında yüksek dağlar bulunan bol sulu ve meyveli ağaçları olan yeşillikli bir ovadır…)

Abdullah (r.a)’dan rivayetle şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Miras paylaşılmaz ve ganimet elde edildiğinden dolayı da sevinilmez (oluncaya) kadar kıyamet kopmaz.” Sonra şöyle buyurdu: “Rumlar/Batılılar Şam ahalisi (ile savaşmak) için toplanırlar, Ehl-i İslam da (Rumlarla/Batılılarla savaşmak) için toplanırlar.” (Sonra) ta ki şöyle buyurdu: “Böylece Allah (c.c) hezimeti kâfirlerin üzerine kılar/indirir, (nihayetinde Müslümanlar) öyle bir büyük savaşa tutuşurlar ki bu savaşın bir misli görülmemiştir öyle ki (havada uçan) kuş onların tarafından geçer de daha savaş bölgesini geçemeden ölüp yere düşer. (Savaşın başında) aynı babanın/atanın evladı olanlar birbirlerini sayarlar da 100 kişi olduklarını görürler, (savaşın sonunda) ise onlardan sadece bir kişinin kaldığını görürler. Binaenaleyh (bu savaşın sonunda) ne bir miras paylaşılır, ne de ganimet elde edildiğinden dolayı sevinilir, (miras paylaşılmaz çünkü miras paylaşmak için aileden kimse kalmamıştır, ganimete sevinilmez çünkü kayıp büyüktür)…” (Bunu) Müslim rivayet etmiştir…

Muaz (r.a)’dan rivayette şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “(Şu) 6 şey kıyamet alametlerindendir; ölümlerin çok olması ve Beyt-i Makdis’in fethedilmesi.” (Sonra saymaya devam etti) ta ki şöyle buyurdu: “Rumların/Batılıların ihanet etmesi/anlaşmayı bozması. (Rumlar/Batılılar anlaşmayı bozduktan sonra) 80 sancak ile birlikte her sancağın altında 12 bin asker bulunduğu halde (yani 960 bin askerlik bir orduyla) gelirler…” (Bunu) Ahmed (b. Hanbel), İbn-i Ebî Şeybe ve Taberânî rivayet etmiştir…

Abdullah b. Ömer (r.anhuma)’dan rivayette şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Ey Ümmet-i (Muhammed)! (Şu) 6 şey sizin içinizde (ortaya çıkacaktır/vukua gelecektir).” (Sonra saymaya devam edip) beşincisinde şöyle buyurdu: “Benî Asfar/Sarı Irk ile sizin aranızda bir güvenlik anlaşması/sulh olur, bunun üzerine bir kadının hamilelik (müddeti) miktarı olan 9 ay içerisinde sizin için toparlanırlar. Sonra ihanet etmek/anlaşmayı bozmak (hususunda) sizden önce davranırlar (yani anlaşmayı siz bozmadan onlar bozarlar) ki onlar anlaşma bozmaya daha liyakatlidirler…” (Bunu) Ahmed (b. Hanbel) rivayet etmiştir…

 

 

18- 50 Kadına Bir Kayyımın Düşmesi… (Yani 50 kadının işlerini görecek/idare edecek/onları görüp gözetecek bir erkek düşeceği)

 

 

19- Miras (Kaldığı) ve Ganimet (Elde Edildiği İçin) Sevinilmemesi

Bu iki durum (yani miras kalıp ganimet elde edildiğine sevinilmemesi ve 50 kadına bir kayyımın düşmesi) Melhametü’l-Kübrâ/Büyük Savaşta vukua gelir. Hatta öyle ki (Melhametü’l-Kübrâ/Büyük Savaşta, savaşın başında) aynı babanın/atanın evladı olanlar birbirlerini sayarlar da 100 kişi olduklarını görürler, (savaşın sonunda) ise onlardan sadece bir kişinin kaldığını görürler. (Keza bu savaşın sonunda) 50 kadın için (sadece) bir kayyım (yani kadınların işlerini görecek/idare edecek/onları görüp gözetecek bir) erkek düşer…

Ebû Dâvûd haricindeki 6 (Sünen) sahibinin Enes (r.a)’dan merfû olarak rivayetlerine göre; “Kıyametin alametlerinden birisi de erkeklerin azalıp kadınların çoğalmasıdır. Öyle ki 50 kadın için (sadece) bir kayyım olur…” Daha önce de geçtiği gibi; “Miras paylaşılmaz ve ganimet elde edildiğinden dolayı da sevinilmez (oluncaya) kadar kıyamet kopmaz…” (Bunu Müslim rivayet etmiştir…)

Tembih:

Kadınların çok olmasının sebebi hususunda şöyle denilmiştir: “(Kadınların erkeklerde ölümü artıran fitnelerin çok olmasıdır. Zira kadınlara nazaran onlar savaş ehlidirler (yani erkekler savaşırlar).” Bu (söylenene) “Melhame” hadisi de delalet etmektedir, çünkü o (hadiste) kadınların çok olması (hususu, Melhametü’l-Kübrâ/Büyük Savaşta) erkeklerin ölümü zikredildikten sonra söylenmiştir. Fakat “Hafız İbn-i Hacer Fethu’l-Bârî isimli eserinde İlim Babında” şöyle demiştir: “Zahir olan/görünen şudur ki; (Kadınların sayısının erkeklere nisbetle çok olması), tek başına bir alamettir başka bir sebepten dolayı değildir. Bilakis Allah (c.c) ahir zamanda doğumlarda erkekleri azaltıp kızları çoğaltmaya kadirdir…”

Dedi ki: “Kadınların (erkeklere nisbetle) çok olmasının “(müstakil bir madde olarak kıyamet) alametlerinden olması” (kavli), “cehaletin ortaya çıkması ve ilmin kaldırılması” (maddesine) uygun düşmektedir. Yani buna göre (“kadınların erkeklere nisbetle çok olması” maddesinin) “ilmin kaldırılması” (maddesinin) zikredildiği yerde zikredilmesi gerekirdi ancak biz burada alakasından dolayı zikrettik…

Sonra Hafız İbn-i Hacer (Fethu’l-Bârî isimli eserinde) şöyle demiştir: ““50” kavliyle bu sayının hakikati de murad edilmiş olabilir, kesretten mecaz da olmuş olabilir…” Bu sözü, Ebû Musa (r.a)’ın (rivayet ettiği) hadis de (geçen); “Bir adamı kendisine 40 kadın tabi olmuş olarak görürsün” kavli de teyit etmektedir…” (Bunu buhârî rivayet etmiştir…)

 

 

20- Kostantiniyye ve Rûmiyye’nin Fethedilmesi

Ebû Hureyre (r.a)’dan rivayetle Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Bir tarafı karada bir tarafı denizde olan şehri duydunuz mu?” (Sahabeler); “Evet Ya Rasûlullah” dediler. Rasûlullah (s.a.v) de; “Benî İshak/İshakoğulları bu şehre hücum edinceye/savaşıncaya kadar kıyamet kopmaz…” Hadisi Müslim ve Hâkim rivayet etmiştir…

Hâkim şöyle demiştir: “Bu şehrin “Kostantiniyye” olduğu söylenmiştir…” Kâdı Iyâz şöyle demiştir: “Müslim’in Usûl’ünde de “Benî İshak/İshakoğulları” diye (zikredilmektedir). Maruf ve mahfuz olan (bilenen ve ezberlerde olan şey) ise (Benî İshak değil de) “Benî İsmail/İsmailoğulları” olduğudur ki, hadis de (hadisin) siyâkı da buna delalet etmektedir. Çünkü bununla ancak “Arapları” kastetmiştir…” Hafız İbn-i Hacer şöyle demiştir: “Başka hadislerinde delalet ettiği gibi (bu hususta) doğru olan “Benî İsmail”’dir denilmiştir…”

Abdullah b. Ömer (r.anhuma)’dan rivayetle şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: ““Ey Ümmet-i (Muhammed)! (Şu) 6 şey sizin içinizde (ortaya çıkacaktır/vukua gelecektir).” (Sonra saymaya devam edip) altıncısında şöyle buyurdu: “Ve şehrin fethedilmesi.” Ben; Ya Rasûlullah! Hangi şehir” dedim. Rasûlullah (s.a.v); “Kostantiniyye” buyurdu…” (Bunu Ahmed b. Hanbel ve Heysemî rivayet etmiştir…)

Kesîr b. Abdullah el-Müzenî babasından (o da) dedesinden rivayetle (şöyle demiştir): “Rasûlullah (s.a.v)’i şöyle buyururken işittim: “Siz, Benî Asfar/Sarı Irk ile savaşmadan dünya yok olmaz/kıyamet kopmaz. (Bu ordunun) karşısına Hicaz ahalisi müminlerinin en hayırlıları çıkar ki (onlar) Allah yolunda cihad ederler ve Allah (yolundan) kınayıcının kınaması onları yollarından alıkoymaz. Ta ki Allah onlara Kostantiniyye’yi ve Rûmiyye’yi Tesbih (“Subhânellah” diyerek) ve Tekbir (“Allah’u Ekber” diyerek) fethetmeyi nasip eder de (onlar Tesbih ve Tekbir getirince) binaenaleyh (Kostantiniyye ve Rûmiyye’nin) surları yıkılır…” Bu hadisi (Taberânî, Bezzâr, Heysemî), İbn-i Mâce ve Hâkim rivayet etmiştir…

Ebû Kabîl’den o şöyle demiştir: “(Kendi aramızda), hangisi önce fetholunacak diye Kostantiniyye ve Rûmiyye’nin fethini müzakere ettik/görüş alış-verişinde bulunduk. Abdullah şöyle dedi: (Rasûlullah s.a.v’e); “Ya Rasûlullah! Kostantiniyye ve Rûmiyye, (bu) iki şehirden hangisi ilkönce fetholunur” denildi. (Rasûlullah s.a.v); “Hirakl’in şehri ilkönce fetholunur” buyurdu, (bununla) Kostantiniyye’yi kastetti... Bunu Ahmed (b. Hanbel) rivayet etmiş ve Hâkim’de rivayet edip sahihlemiştir…

(Not: Kostantiniyye; İstanbul’dur… Rûmiyye; Roma’dır…)

Bir Tekmile’de Tefhim/Bildirim

Hafız İbn-i Kayyim “el-Menâru’l-(Münîf)” isimli eserinde) şöyle demiştir: İnsanlar Mehdi (a.s) hakkında 4 kavil üzere ihtilaf etmişlerdir:

Birincisi: (Mehdi), Mesih b. Meryem (yani İsa a.s)’dır. Hakikatte Mehdi O’dur

Bu görüşün sahipleri Muhammed b. Halid el-Cenedî’nin (daha önce) geçen hadisini delil getirmişlerdir. Biz ise o (hadisin) durumunu açıklayıp (bu hadisin) sahih olmadığını (anlattık). (Bu hadis) sahih olsa bile, (bu hadiste Mehdi’nin İsa a.s olduğuna) bir delil yoktur. Zira İsa (a.s) kıyametten önceki/ahir zamandaki en büyük Mehdi’dir. Binaenaleyh şöyle denilmesi sahih olur: Mehdi, (İsa a.s)’dan başkası olsa da hakikatte (İsa a.s) haricinde bir Mehdi yoktur, yani Kamil ve Masum Mehdi O’dur (İsa a.s)’dır…

İkincisi:(Mehdi), Benî Abbas’tan/Abbasoğullarından olan Emir/Halife Mehdi’dir ve onun (hilafeti) de son bulmuştur

Bu görüşün sahipleri Ahmed (b. Hanbel)’in Müsned’inde Sevbân (r.a)’dan merfû olarak rivayet ettiği; “Siyah Sancaklıların Horasandan geldiklerini gördüğünüzde kar üstünde emekleyerek de olsa ona (siyah sancaklı orduya) geliniz/katılınız. Muhakkak onda (siyah sancaklı orduda) Allah’ın Halifesi Mehdi vardır” hadisidir… Bu (hadisin ravileri arasında) Ali b. Zeyd mevcut olup o zayıf (bir ravidir) ve onun “münker” (rivayetleri) vardır. Binaenaleyh (Ali b. Zeyd)’in münferid olduğu bir rivayetle hüccet getirilmez…

İbn-i Mâce (Sika Hafız, Âbid Fakih, Hüccet İmam Süfyan-ı) Sevrî’nin hadisinden rivayet etmiş, Sevban (r.a)’dan da benzerini rivayet etmiştir, ona Abdülaziz b. Muhtâr (rh.a) Halid’den rivayet ederek tabi olmuştur…

İbn-i Mâce’nin Süneninde Abdullah b. Mesud (r.a)’dan merfû olarak (şöyle rivayet edilmiştir): “Muhakkak benden sonra, doğu tarafından beraberlerinde Siyah Sancaklar olan bir kavim gelinceye kadar Ehl-i Beytim, bela, evlerinden barklarından çıkarılma ve tart edilmeye/sürgüne(maruz kalacaklardır)…” Bu hadisin isnadında Yezid b. Ebî Ziyad bulunmaktadır ki (bu kişinin) hıfzı kötü olup ömrünün sonunda hastalanıp (aklı) karışmış öyle ki parayı öper olmuştur. Dedi ki: Bu (rivayet) ve bundan önceki (rivayet) sahih olmuş olsa bile, Mehdi (a.s)’ın Benî Abbas’tan/Abbasoğullarından olan Emir/Halife Mehdi olduğuna dair bir delil yoktur. Ben (müellif) derim ki: Daha önce de geçtiği üzere keza Mehdi (a.s)’ın Sancakları Horasan tarafından gelir ve (bu) sancaklar siyahtır ve Benî Abbas’ın (Siyah) Sancaklılarından gayrısıdır (yani Mehdi (a.s)’ın Siyah Sancakları Benî Abbas’a yardım için gelen Siyah Sancakların gayrısında başka siyah sancaklardır. Her iki Siyah Sancak da doğu tarafından gelmiş olsa da, keza her ikisi de Horasan ahalisinden olsa da bu Siyah Sancaklar Benî Abbas’a yardım için gelen Siyah Sancaklar değildir.) En doğrusunu Allah (c.c) bilir…

Üçüncüsü: Mehdi, Nebî (s.a.v)’in Ehl-i Beytinden bir adamdır

Hasan (b. Ali’nin) veya Hüseyin b. Ali (r.anhuma)’nın evlatlarındandır. Ahir zamanda ortaya çıkar/zuhur eder. (Ortaya çıktığında) yeryüzü zulüm (zorbalık/adaletsizlik) ve haksızlıkla dolduğu gibi onu doğruluk (hakkaniyet/güven) ve adaletle doldurur… Hadislerin çoğunluğu bu (kavil) üzeredir…

Dördüncüsü: Râfızî/Şii “İmamiyye” (fırkasının) dördüncü bir kavli vardır. (Bu kavle göre) beklenen Mehdi, Muhammed b. Hasan Askerî’dir

Hüseyin b. Ali (r.anhuma)’nın evlatlarındandır, Hasan b. Ali (r.anhuma)’nın evlatlarından değildir. (Muhammed b. Hasan Askerî) şehirlerde/memleketlerde hazırdır, gözlerden gaiptir, küçük bir çocukken (Irak’taki) “Samarra” (şehrinde) yeraltında bir mahzene girmiştir, 500 seneden fazla (oradadır yani İbn-i Kayyim’in yaşadığı zamana nisbetle), bundan sonra onu hiç göz görmemiştir ve ondan hiçbir haber alınamamıştır. (İmamiyye fırkasına mensup kişiler, Hasan Askerî’nin) ortaya çıkmasını beklemekte olup her gün yeraltı mahzeninin önünde at ile durup “Çık ey efendimiz, çık ey efendimiz” (diye) bağırmaktalar, sonra hayal kırıklığı ve mahrumiyetle geri dönmektedirler. İşte onların hal/durumları budur. Bu kişiler âdemoğlu için bir âr ve akıllı her kişinin onunla alay ettiği gülünecek bir olay olmuştur…

Geçmiştekilerden bir topluluk (Abbasi halifesi Mansur’un amcası Musa b. İsa tarafından öldürülen) Muhammed b. Abdullah Mahd Nefs-i Zekiyye’nin Mehdi olduğunu iddia etmişlerdir ki buna daha önce işaret etmiş (açıklamıştık)… En doğrusunu Allah (c.c) bilir…

(Tarihteki Yalancı Mehdilerden Örnekler…)

(1- Mağrib’te Muhammed b. Tumurt’un Mehdi olduğunu iddia etmesi..)

Mağrib’lilerin Mehdisi Muhammed b. Tumurt ise, yalancı, zalim, batılla istila eden/galip gelen bir adamdır. Zulümle hükmü elde edip canlara kıymış/öldürmüş, Müslümanların kadınlarını mübah kılmış, zürriyetlerini/çoluk-çocuklarını esir etmiş ve mallarını almıştır. Ümmete, Yusuf b. Haccac’dan (Haccac-ı Zalim’den) çok daha fazla şerliydi. (Mehdi olduğuna inandırmak için, Muhammed b. Tumurt)’un ashabından bazı kimseleri yerin altına kabirlere canlı olarak koyarlardı, (Muhammed b. Tumurt) onlara “insanlara (kabirden seslenip) kendisinin Nebî (s.a.v)’in müjdelediği Mehdi olduğunu” söylemelerini emrederdi, sonra (kabire giren bu kimseler) ilerde kendisini yalanlamasınlar diye (bulundukları kabiri) toprakla doldururdu. (Muhammed b. Tumurt) “Masum Mehdi” diye isimlendirilirdi…

(2- Abdullah b. Meymûn el-Kaddâh ve “Bâtınî Karâmita” fırkası..)

Sonra mülhid Abdullah b. Meymûn el-Kaddâh ortaya çıkmıştır. (Abdullah b. Meymûn el-Kaddâh)’ın dedesi Yahudi olup Mecûsî bir kadındandır. (Abdullah b. Meymûn el-Kaddâh) yalan (sözler) ve sahtekâr/uyduruk (bir iddiayla) Ehl-i Beytten olduğu (söylendi). (Sonra) Nebî (s.a.v)’in müjdelediği Mehdi olduğunu iddia etti. (Sonra) hükmü elde etmiş ve (insanlara)galip gelmiştir. (Sonra) davasını/işini büyütmüş ta ki Allah ve Rasûlüne karşı insanların en şiddetli düşmanı olan (el-Kaddâh)’ın mülhid münafık zürriyeti Mağrib’i, Mısır’ı, Hicaz’ı ve Şam’ı ele geçirmiştir. (Böylece) İslam’ın garipliği, çilesi/mihneti ve musibeti/belası şiddetlenmiştir. Onlar “ilahlık” iddiasında bulunuyorlar ve şeriatın zahirine muhalif olan bir de batını olduğunu söylüyorlardı. Bunlar “Bâtınî Karâmita” (fırkasının) krallarıdır/liderleridir, din düşmanlarıdır, Râfızîlik/Şiilik ve Ehli Beyt (kisvesi) altına gizlenmişlerdir (böyleymiş gibi görünmüşlerdir) ve ilhâd/zındıklık ehlinin dini ile din’lenmişlerdir (din edinmişlerdir). Bunların işleri/durumları (hükümleri) aşikâr olmuş (devam etmiş) ta ki Allah Salahattin Yusuf Ebû Eyyub ile bu ümmeti kurtarmış, dinine yardım etmiş, İslam Milletini onlardan kurtarmıştır/korumuştur ve onları yok etmiştir/mahvetmiştir. (Böylece) onların zamanında Mısır dâr’u-nifak ve ilhâd iken dâru-İslam (olarak) geri dönmüştür… (el-Menâru’l-Münîf) isimli eserden özet olarak (aktardığımız kısım) bitti…

Daha önce (kitabın başında) “birinci bab”ta (“Bâtınî Karâmita” fırkasının) bazı çirkinliklerine, bidatlerine, küfürlerine ve ilhâdlerine/zındıklıklarına işaret etmiştik…

(3- Hindistan taraflarında ortaya çıkan ve beklenen Mehdi olduğunu iddia eden bir adam…)

Ben (müellif) derim ki: Şeyh Ali el-Müttakî kendi risalesinde Mehdi (a.s) mevzuunu (anlatırken şunu) zikretmiştir; kendi (yani Şeyh Ali el-Müttakî) zamanında Hindistan taraflarında bir adam ortaya çıkmış ve beklenen Mehdi olduğunu iddia etmiş, kendisine birçok kişi tabi olmuş, işi/durumu aşikâr olmuş (temkin bulmuş), itibarları/namları yayılmış ve bir süre sonra da ölmüştür. Ancak ona tabi olanlar itikatlarından dönmemişlerdir. Ben (müellif), Hindistan’dan Haremeyn’e gelen birçok âlimlerden ve salihlerden işittiğime göre bu topluluk/fırka şu ana kadar hala o pis/habis itikat üzereler ve “Mehdeviyye” diye bilinirler (yahut) “Kıtâliyye” diye isimlendirilmeleri de vakidir, çünkü kendilerine “sizin itikadınız batıl” diyen herkesi öldürmüşlerdir. Hatta onlardan tek bir kişi Müslümanlardan büyük bir topluluğun içinde olur da kendisine “senin itikadın batıldır” denilirse bunu söyleyen kişiyi (hemen orada) öldürür ve (kendisinin) öldürüleceğine veya öldürülmeyip bırakılacağına bakmaz/umursamaz. Onların sayıları çoktur. Bu itikada başka bidatler de eklemişler ve bununla doğru yoldan çıkmışlardır… Bana (müellif) bunu Hindistan ahalisinden sika/güvenilir olan bir topluluk haber verdiler…

(4- Kerkük’te Muhammed isminde bir adamın Mehdi olduğunu iddia etmesi…)

Ben (müellif) çocukken “Şehrezor/Şehrizor” (beldesinin ki bugünkü “Kerkük”’tür) dağlarında “Ezmek” denilen köyde Muhammed isminde bir adam ortaya çıkmış, Mehdi olduğunu iddia etmiş ve kendisine (birçok) kişi tabi olmuştur. Sonra o memleketin Emiri/İdarecisi Ahmet Han el-Kürdî bu (kişinin) üzerine hücum etmiş/baskın yapmış, bunun üzerine bu kişi kaçmış, (Ahmet Han) da o (kişinin) kardeşini ele geçirmiş/almış köyü yerle bir etmiş onun tabilerinden bir topluluğu katletmiş ve böylece bu (kişinin) gücü yok olup zelil olmuştur. Bunun üzerine Kürt âlimler toplanmış ve bu kişinin küfrüne hükmetmişler, imanını ve hanımlarının nikâhını tazelemesini ilzam etmişler, böylece o (kişi) tevbe etmiş ve açıkça bu (iddiadan) dönmüştür. Fakat bu (kişiyle) oturup-kalkan kimseler; “o (adam iddiasından zahiren döndü) ama batınen/iç yüzünde dönmedi” demişlerdir. Ben (müellif), bu kişiyle 1070 yılında bir araya geldim ve onu âbid olup ibadete çokça çalışan, yemesinde içmesinde harama karşı verâ sahibi ve Halvetî tarikatının virtlerine mültezim olarak buldum. Alınıp hapsedilen kardeşi ise onun yaptıklarını onaylamıyor şiddetle reddediyordu, onu çokça kınıyordu. Sonra da (Muhammed) vefat etti Allah rahmet etsin…

İşte batıl olarak Mehdilik iddia eden bu kimseler ve onlara tabi olan bazı sefihlerden din hususunda fitneler ve fesat hâsıl olmuştur…

(5- Kuzey Irak’ta Abdullah isminde bir adamın, oğlu Muhammed’in Mehdi olduğunu iddia etmesi…)

(Ben müellif) bu kitabı telif etmeden az bir zaman önce (Irak’ın kuzeyinde Musul’a 100 km Türkiye sınırına 17 km uzaklıkta) “Amâdiye/İmâdiye” (şehrinin) veya (Irak’ın kuzeyinde Musul dolaylarındaki) “Akra” (şehrinin) dağlarında Kürtlerden Abdullah isminde bir adam ortaya çıkmış ve kendisinin şerif hüseynî (yani Ehli Beytten) olduğunu iddia etmişti. Onun 12 yaşında veya daha küçük yahut daha büyük (yaşta) bir erkek çocuğu vardı, (bu çocuğu) Muhammed diye isimlendirmiş olup lakabı da “Mehdi” idi. Bu kişi, oğlunun (geleceği) vaat edilen/beklenen olduğunu iddia etti ve ona kabilelerden birçok topluluklar tabi oldu. Bazı kaleleri zaptetti/ele geçirdi. Sonra Musul Valisi üzerine yürüdü ve aralarında savaş ve kan dökme meydana geldi, (Mehdilik) iddiasında (bulunan kişi) yenildi, o ve oğlu alınıp/ele geçirilip İstanbul’a götürüldü. Sonra Sultan/Padişah o ikisini affetti ve ikisinin de memleketlerine dönmelerini yasakladı ve (sonra) ikisi de beraber öldüler…

 

 

21- Deccal’in (Çıkması)

Muaz b. Cebel (r.a)’dan rivayetle şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Beyt-i Makdis’in (Mescid-i Aksâ’nın) imar edilmesi, Yesrib’in (Medine’nin) harap edilmesinin (habercisidir). Yesrib’in (Medine’nin) harap edilmesi, Melhame’nin (Büyük Savaşın) hazır olduğunun/geldiğinin (habercisidir). Melhame’nin (Büyük Savaşın) hazır olması/gelmesi, Kostantiniyye’nin (Roma’nın) fethinin (habercisidir). Kostantiniyye’nin (Roma’nın)  fethi Deccal’in (habercisidir)…” Bunu İbn-i Ebî Şeybe, Ahmed (b. Hanbel), Ebû Dâvûd rivayet etmiş ve Hâkim de rivayet edip sahihlemiştir…

(el-İşâatü li-Eşrâti’s-Sâati, Müellif; Şerif, Seyyid Muhammed b. Rasûl el-Hüseynî el-Berzencî)