SORU: İmam A’zam’a talebelerinin muhalefet etmelerinin sebebi nedir? İmam A’zam nasıl hüküm verirdi? İmam A’zam’ın kaç talebesi vardı? Talebelerinden müçtehit derecesine varan olmuş mudur? İmam A’zam’ın talebeleri onun görüşünün aksinde içtihatlar yapmışlar mıdır?
CEVAP:
Söylendiğine göre talebelerinin İmam A’zam’a muhalefet etmelerinin sebebi şudur: Hazret-i İmam çamurda oynayan bir çocuk görmüş de düşmesin diye ona tembihte bulunmuş. Çocuk ona şu cevabı vermiş; “Düşmekten asıl sen sakın, çünkü âlimin sukûtu/düşmesi âlemin sukûtudur/düşmesidir…” İşte o zaman Hazret-i İmam arkadaşlarına/ashabına şunu söylemiştir: “Elinizde bir delil bulunursa onunla hükmedin…” Bundan sonra talebesinden her biri onun bir rivayetini alır ve aldığı bu rivayeti tercih ederdi. Bu, İmam A’zam’ın son derece ihtiyatından, verâ ve takvasındandır…
Âlim, maksadına nail olmak için ilmî gücünü sarfetmeden önce düşerse, ona tâbi olanlar da düşerler ve bundan hâsıl olan zarar âlime ait olur. Bu ise dinde zarardır. Allah Teâlâ’nın; “gerçek şudur ki gözler kör olmaz, fakat asıl göğüslerin içindeki kalpler kör olur” (Hac, 22/46) ayet-i kerimesi bu kabildendir, (yani zararlı olan körlük, gözlerin görmemesi değil, ancak ve ancak kalplerin körlüğüdür).
İmam Şa’rânî’nin “el-Mîzân” namındaki kitabında şöyle zikredilmiştir: İmam Ebû Cafer Şeyrâmâzî’nin rivayetine göre Şakîk-i Belhî şöyle dermiş: “İmam Ebû Hanife insanların en çok verâ sahibi olanlarından, en âbidlerinden, en kerim ve dinde en ihtiyatlılarından idi. Allah’ın dini hususunda kendi reyi ile söz söylemekten en uzak olanlardan idi. İlmî bir mesele hakkında bütün arkadaşlarını/ashabını toplayarak bir meclis kurmadıkça hüküm vermezdi. Bütün arkadaşları o meselenin şeriata muvafık olduğunda ittifak ederse, o zaman Ebû Yusuf’a yahut başka birine “bu meseleyi filan bâb’a koy” der idi…”
(Yine bu hususta şu rivayet edilmiştir): Bir hâdise vukû buldu mu, Ebû Hanife talebesini toplar, onlarla müşavere eder, münazarada bulunur, konuşur, sorar, bildikleri “haber” ve “eser”’leri dinler, kendi bildiğini de ortaya koyar, onlarla bir ay yahut daha fazla münazara eder, nihayet son söz karara bağlanınca Ebû Yusuf onu tesbit ederdi/yazardı… Ebû Yusuf bütün aslî meseleleri bu şûrâ yolu ile tesbit etmiş/yazmıştır. Yoksa Ebû Hanife, diğer imamlar gibi bu hususta tek başına hareket etmemiş/hükümleri koymamıştır…
Tahtâvî’nin Müsned-i Havarzemî’den naklettiğine göre, Hazret-i İmam’ın etrafında 1000 kadar talebesi toplanmıştır. Bunların en büyükleri ve en faziletlileri 40 kişidir ki hepsi içtihat mertebesine ulaşmışlardır. Ebû Hanife bunları yanına çağırarak kendilerine şunu söylemiştir: “Ben sizin için bu fıkhın ağzına gem, sırtına eğer vurdum, siz de bana yardım edin! Şu var ki, insanlar beni cehennemin üzerine köprü yaptılar. Oyun benim sırtımda oynanacak lakin menzil-i maksuda benden başkası varacak…”
Ebû Hanife talebesine, “delil bulursanız onunla hüküm verin” demiş, onlar da bu söze göre hareket etmişlerdir. Neticede Ebû Yusuf’la Muhammed, mezhebin aşağı yukarı üçte biri hususunda üstadlarına muhtelif içtihatlarda bulunmuşlardır. Ancak bunların ekserisinde İmam A’zam’ın kavline itimad olunmuştur. Demek oluyor ki talebesinden hiçbiri onun sözlerinden dışarı çıkmamıştır. Onun içindir ki “el-Velvalciye” isimli eserin “cinayet” bahsinde beyan edildiğine göre Ebû Yusuf; “Ben Ebû Hanife’ye muhalif hiçbir söz söylememişimdir. Söyledimse, o sözü vaktiyle mutlaka İmam Ebû Hanife söylemiştir…” demiştir….
İmam Züfer de şöyle dediği rivayet olunmuştur: “Ben Ebû Hanife’ye hiçbir hususta muhalefet etmedim, ancak vaktiyle söyleyip sonra rücû ettiği sözünü aldım…” Bu gösteriyor ki, talebeleri muhalefet yolunu tutmuş değillerdir. Bilakis içtihat ve reyleri ile söyledikleri sözleri, Ebû Hanife’nin sözüne ittibaen söylemişlerdir…
“el-Hâvi’l-Makdisî” isimli eserin sonunda şöyle denilmiştir: “Bir kimse onun talebelerinden birinin kavli ile amel ederse, kat’î olarak bilmelidir ki, Ebû Hanife’nin kavli ile amel etmiştir. Çünkü onun Ebû Yusuf, Muhammed, Züfer ve Hasan gibi bütün büyük ashabından rivayet olunduğuna göre bu zevatın hepsi, “Biz bir meselede bir söz söylersek, o söz mutlaka bizim Ebû Hanife’den naklen rivayetimizdir”, demişler ve bunun üzerine ağır yeminler vermişlerdir. Şu halde ona ait olmayan, fıkıhta hiçbir cevap ve mezhep tahakkuk etmemiştir. İçtihat ve görüşlerin başkasına nisbet edilmesi ise ancak mecaz yolu iledir…”
Şayet şöyle dersen: Müçtehit, bir sözden dönerse artık o söz onun olmaktan çıkar. Hatta “el-Bahr” isimli eserin “kadâ” bahsinde sarahaten bildirildiğine göre “zâhirü’r-rivâye”’den hariç olan söz, Ebû Hanife’nin döndüğü sözdür. Onun döndüğü söz ise kendisinin değildir. Yine ayni eserde şöyle denilmektedir: “Müçtehidin döndüğü söz ile amel caiz değildir.” Böyle olunca onun ashabının ona muhalif olarak söyledikleri söz Ebû Hanife’nin mezhebi olmayıp, talebelerinin sözleri kendi mezhepleri olur. Hâlbuki biz başkasının değil, onun mezhebini taklid etmeyi iltizam etmiştik. Onun içindir ki “bizim mezhebimiz Hanefî’dir, diyoruz, Yusufî vesaire demiyoruz.”
Bu suale şöyle cevap verilebilir: Hazret-i İmam talebelerine, kendisinin kavillerinden hangisine uygun delil bulurlarsa onu almalarını emredince, onlarda böyle yapmış ve böylelikle ashabının söyledikleri de Ebû Hanife’nin sözleri olmuş olur. Çünkü ashabı, uygun delil buldukları kavilleri alırken bunu, Ebû Hanife’nin kurduğu kaideler üzerine bina etmektedirler. Binaenaleyh ashabının aldığı bu söz, Ebû Hanife’nin her yönüyle döndüğü sözlerden olmayıp, onun mezhebinden olur.
Bunun muadili, Allâme “Bîrî”’nin “el-Eşbâh” şerhinde, Hidâye şerhinden naklettiği şu sözdür: “Hadis sahih olur da mezhebin hilâfını ifade ederse, hadisle amel edilir, böylelikle bu hadis onun mezhebi olur ve İmam-ı A’zam’ı taklid eden bir kimse de o hadisle amel etmekle onun mezhebinden çıkmış olmaz.” Sahih rivayete göre Hazreti İmam, “hadis sahih ise benim mezhebimdir” demiştir. Bunu İbn-i Abdi’l Ber ve başkaları diğer imamlardan da rivayet etmişlerdir. Nitekim İmam Şa’ranî de dört mezhep imamının aynı sözü söylediklerini nakletmiştir… (İbn-i Âbidîn, Mukaddime)