Evliyâ-i Kirâm’dan Hanefi mezhebine tabi olanlar ve onların Ebû Hanife hakkında söyledikleri sözler hakkında bilgi verir misiniz?

SORU: Evliyâ-i Kirâm’dan Hanefi mezhebine tabi olanlar ve onların Ebû Hanife hakkında söyledikleri sözler hakkında bilgi verir misiniz?

CEVAP:

Evliyâ-i[1] kiramdan müşahede meydanında at oynatan ve mücâhede[2] de sebat ile vasıflanan İbrahim b. Edhem,[3] Şakîk Belhî,[4] Marûf Kerhî,[5] Ebû Yezîd Bistâmî,[6] Fudayl b. İyâz,[7] Davud Tâî,[8] Ebû Hâmid el-Leffâf,[9] Halef b. Eyyûb,[10] Abdullah b. Mübârek,[11] Vekî’ b. Cerrâh,[12] Ebû Bekir Varrâk[13] ve bunların haricinde diğer pek çok zevat Ebû Hanife’nin mezhebine tabi olmuşlardır…

Bu zevat Ebû Hanife’de bir şüphe bulsalar ona tabi olmazlar, ona uymazlar ve ona muvafık olmazlar/tasdik etmezlerdi…

Üstad Ebû’l-Kâsım el-Kuşeyrî,[14] mezhebinde -Şafii mezhebinden idi- son derece salâbetli/sıkı sıkıya bağlı ve bu tarikatta da ileri gelenlerden olduğu halde, risalesinde şunları söylemiştir: Üstad Ebû Ali ed-Dekkâk’ı şöyle derken işittim; “Ben bu tarikatı Ebû’l-Kâsım en-Nasr Bâzî’den[15] aldım. Ebû’l-Kâsım da, “Ben onu Şiblî’den[16] aldım” dedi. O da, Sırrî Sakatî’den,[17] o da Marûf Kerhî’den, o da Davud Tâî’den almış. Davud da ilim ve tarikatı Ebû Hanife’den almış.” Bütün bu zevat onu medih ve senâda bulunmuş, faziletini ikrar etmişlerdir…

Ebû Hanife bu meydanın süvarisidir. Çünkü hakikat ilminin temeli, ilim amel ve nefsin tasfiyesidir ki, Ebû Hanife’yi bunlarla bilumum selef uleması vasıflandırmışlardır…

Onun hakkında İmam Ahmed b. Hanbel; “Ebû Hanife ilim verâ, zühd ve ahireti tercih hususlarında kimsenin erişemeyeceği bir mevkide idi. Kâdılığı kabul etmesi için kamçılarla dövüldü de fakat kabul etmedi” demiştir…

Abdullah b. Mübârek; “Uyulmaya Ebû Hanife’den daha lâyık kimse yoktur. Zira o, takva ehli, nezih, verâ sahibi, âlim, fakih bir imam idi. İlmi öyle açıklamıştır ki, onu hiç bir kimse bu derece basiret, anlayış, zekâ ve takva ile açıklayamamıştır” demiştir.

Sevrî’ye birisi; “Ebû Hanife’nin yanından mı geldin?” diye sormuş, o da; “gerçekten yeryüzünün en âbid kişisinin yanından geldim” cevabını vermiş. İbn-i Hacer ve diğer mutemed ulemanın bu ve benzeri naklettikleri misaller çoktur.

Şaşarım sana kardeşim! Bu büyük zevat sana örnek olamıyor mu? Bu insanlar, bu tarikatın imamları, şeriatın ve hakikatin[18] de erbabıdırlar ve onlar bu halleriyle, Ebû Hanife’yi ikrar ve iftiharlarında müttehem mi idiler? Bu tarikat ve şeriat imamlarından sonra gelenler, şeriat ve tarikat ilmi hususunda onlara tabidirler. Binaenaleyh mezkûr imamların medar-ı iftiharı Ebû Hanife olduğu gibi, onlara tabi olanların da medar-ı iftiharı da Ebû Hanife’dir. Onların itimat ettiklerine yani Ebû Hanife’yi medih ve senâ ve onunla iftihar etmelerine muhalefet eden her şahıs merdud ve bid’atçıdır…

Sözün kısası, Ebû Hanife’ye, zühdü, verâsı, ibadeti, ilmi ve anlayışı hususunda ortak olacak kimse yoktur…

Aşağıdaki sözler İbn-i Mübârek (rh.a)’in Ebû Hanife hakkında söylediği beyitlerden alınmıştır: “Müslümanların İmamı Ebû Hanife, gerçekten bütün beldeleri ve onlarda yaşayanları, ahkâm, âsâr[19] ve fıkıhla, sahife üzerine yazılan Zebur ayetleri gibi süslemiştir. Onun bir eşi ne maşrıkta vardır, ne de mağrip ve Kûfe’de.[20] Geceleri uyumamaya azmederek geçirir. Gündüzleri de Allah korkusundan oruç tutardı. Şu halde yüceliği hususunda Ebû Hanife gibi kim olabilir! O halkın da, halifenin de imamıdır. Cahillik ederek onu ayıplayanları ben Hakk’a muhalif görürüm. Hüccetleri de zayıftır. Bir fakihe eziyet vermek nasıl helâl olur ki, onun yeryüzünde şerefli eserleri vardır…” “Tenvîru’s-Sahîfe” isimli eserde İbn-i Mübârek’in şiirine şu beyitler de ilâve edilmiştir: “Dilini her iftiradan korudu. Bütün âzâsı iffetli idi. Haram şeylerden ve eğlencelerden sakınır/korunurdu. Allah’ın rızası ona vazife idi…”

“Hâfız Zehebî şöyle demiştir: “Ebû Hanife’nin gece namazı, teheccüd ve teabbüdü tevatürle sabit olmuştur. Yani geceleyin çok namaz kıldığı için kendisine “veted” (kutup) denilmesi bundandır. Hatta bir rekâtta Kur’ân-ı Kerim’i okumak suretiyle otuz sene geceyi böyle ihya etmiştir. Geceleyin ağladığı işitilir, öyle ki komşuları kendisine acırlardı. Bir adam İbn-i Mübârek’in yanında Ebû Hanife’ye hakaret etmiş ve İbn-i Mübârek de ona şu karşılığı vermiş: “Yazık sana. Kırk beş sene beş vakit namazı bir abdestle kılan bir adama hakaret mi ediyorsun? O, bir rekâtta bütün Kur’ân’ı okurdu. Ben bildiğim fıkhı ondan almışımdır…”

Fadl b. Dükeyn şöyle demiştir: “Ebû Hanife heybetli idi, konuştuğunda yalnızca cevap vermek için konuşur, mâlâyâni/kendisini ilgilendirmeyen hususta söz etmez, bu hususta konuşulanı da dinlemezdi. Biri kendisine; “Allah’tan kork” dedi. O hemen silkindi ve başını eğdi. Sonra; “kardeşim, Allah seni hayırla mükâfatlandırsın! İnsanlar her zaman kendisine Allah’ı hatırlatacak kimseye ne kadar da muhtaçtırlar” dedi…

Hasan b. Salih; “Ebû Hanife son derece verâ sahibi, haramdan korkan, şüphe endişesiyle birçok helâl şeyleri terk eden bir kimseydi. Ben onun kadar kendini koruyan bir fakih görmedim” demiştir… (İbn-i Âbidîn, Mukaddime)

 

 

[1] Evliya: Evliya, velî’nin cem’idir. Velî, “faîl” vezninde “ismi fâildir” ve araya isyan karışmamak üzere tâate devam eden kimse manasınadır. Bu kelime “ism-i mef’ûl” manasına da gelebilir. Bu takdirde, kendisine, Allah’ın ihsanı ve lütfu kesilmeden devam eden kimse demek olur. Bir kimsenin hakikatte velî olabilmesi için bu iki vasfın tahakkuku mutlaka lâzımdır. Bir de peygamberin masum olması nasıl şart ise, velinin de “mahfuz” olması şarttır. İmam Kuşeyrî’nin “Risâle”’sinde böyle beyan edilmiştir…

[2] Mücâhede: Mücâhede’nin sıfatı, devamlı olmasıdır. Mücâhede lügatte; muhârebe manasına gelir. Şeriatta ise; kötülüğü emreden nefse/nefs-i emareye, şeriatta matlup olan şeylerden ona güç gelenleri üzerine yükleyerek onunla muharebe etmektir. Buna, “Cihâd-ı Ekber” (büyük cihat) adını veren hadis varit olmuştur. Irâkî, bu hadisi Beyhakî’nin zayıf bir senetle Câbir’den rivayet ettiğini söylemiştir. Ayni hadisi Hatîb-i Bağdâdî “Târîh”’inde Hazret-i Câbir’den şu lâfızlarla rivayet etmiştir: “Nebî (s.a.v) bir gazadan geldi de; “hoş geldiniz! Ama küçük cihattan büyüğe geldiniz” buyurdular. Ashap, büyük cihat nedir? Diye sordular. Rasûlullah (s.a.v); “kulun, hevâ-hevesi ile mücâhedesidir…” buyurdu…

[3] İbrahim b. Edhem b. Mansur el-Belhî: İbrahim b. Edhem Kral çocuklarından idi. Bir gün ava çıkmış, kendisine bir ses, “sen bunun için mi yaratıldın?” diye seslenmiş. Bunun üzerine atından inerek bir çobanın cübbesini almış ve yürüyerek Mekke’ye varmış, bilâhare Şam’a gelmiş ve orada vefat etmiştir. “Risâletü’l-Kuşeyrî’de böyle zikredilmiştir…

[4] Şakîk Belhî b. İbrahim: Şakîk Belhî meşhur bir âbid ve zahittir. Kâdı Ebû Yusuf’un sohbetinde bulunmuş, namaz bahsini ona okuyarak dinletmiştir. Bunu Ebû’l-Leys “el-Mukaddime” isimli eserinde bildirmiştir. Kendisi Hâtem-i Esam’mın üstadıdır. İbrahim b. Edhem’le sohbette bulunmuştur. 194 tarihinde şehit edilmiştir…

[5] Marûf Kerhî b. Feyrûz: Marûf Kerhî büyük meşâyihden olup duası makbul bir zat olup, kabrinde yağmur duası yapılır. Kendisi Sırrî Sakatî’nin üstadıdır. 200 tarihinde vefat etmiştir…

[6] Ebû Yezîd Bistâmî: Ebû Yezîd Bistâmî Şeyhûlmeşâyih ve sebatkâr bir zattır. İsmi Tayfûr b. İsa’dır. Dedesi Mecûsi olup daha sonra Müslüman olmuştur. Ebû Yezîd 261 tarihinde vefat etmiştir…

[7] Fudayl b. lyâz el-Horasânî: Fudayl b. lyâz rivayete göre vaktiyle yol kesicilerden imiş. Bir cariyeye âşık olarak duvarına tırmanmış. O anda birinin, “İman edenlerin Allah’ı zikretmekten ve inen haktan dolayı kalplerinin korkup ürpermesinin zamanı gelmedi mi?” (Hadid, 57/16) ayet-i kerimesini okuduğunu işitmiş ve hemen tevbe ederek Mekke’ye gelmiş. Orada Harem-i Şerif mücaviri olarak/yanı başında kalmış. Mekke’de 187 tarihinde vefat etmiştir. “Risâletü’l-Kuşeyrî’de böyle zikredilmiştir…

Dumayrî’nin beyanına göre Fudayl b. Iyâz fıkhı Ebû Hanife’den öğrenmiştir. İmam Şafii ondan rivayette bulunmuştur. Kendisi büyük bir imamdan ders aldığı gibi ondan da büyük bir imam ilim öğrenmiştir. İki büyük imam yani Buhârî ile Müslim de ondan hadis rivayet etmişlerdir…

[8] Davud b. Nasr b. Nasîr b. Süleyman el-Kûfî et-Tâî: Davud et-Tâî âlim, âmil, zahit, âbid bir zat olup İmam-ı A’zam’ın ashabındandır. Vaktiyle ilim, fıkıh dersi ve sair ilimlerle ile meşgul iken sonra uzleti seçerek kendini ibadete vermiştir. Muharip b. Disâr; “Davud, geçmiş ümmetlerde olsa idi, Allah Teâlâ mutlaka onun kıssasını bize hikâye ederdi” demiştir. Ebû Nuaym, Davud’un 160 tarihinde vefat ettiğini söylemiştir…

[9] Ebû Hâmid el-Leffâf: Ebû Hâmid el-Leffâf Horasan meşâyihinin büyüklerinden Ahmed b. Hadraveyh el-Belhî’dir. 240 tarihinde vefat etmiştir…

[10] Halef b. Eyyûb: Halef b. Eyyûb İmam Muhammed’le Züfer’in arkadaşlarındandır. Ebû Yusuf’tan da fıkıh okumuştur. Zühd’ü İbrahim b. Edhem’den almış, bir müddet onun sohbetinde bulunmuştur. Vefat tarihi ihtilaflı olup sahih kavle göre 215 tarihinde vefat etmiştir. Rivayete göre Halef b. Eyyûb şöyle demiştir: “İlim, Allah’tan Muhammed (s.a.v)’e, ondan ashab-ı kirama, onlardan tabiîne, onlardan da Ebû Hanife’ye geçmiştir. İsteyen buna rıza göstersin, isteyen razı olmasın/gazaplansın, (bu durum böyledir)…”

[11] Abdullah b. Mübârek: Abdullah b. Mübârek zahit, fakih, muhaddis imamlardan biridir. Fıkıh, edebiyat, nahiv, lügat, fesâhat ilimleriyle verâ ve ibadeti kendinde cem etmiş, birçok eserler yazmıştır. Zehebî onun hakkında şöyle demiştir: “O, ilim, hadis ve zühtte bu ümmetin erkânından biri olduğu gibi, İmam Ahmed’in de üstatlarından biridir. Ebû Hanife’den ders almış, onu birçok yerlerde methetmiştir. İmamlar onun lehine şehadette bulunmuşlardır.” İbnü’l-Mübârek 181 tarihinde vefat etmiştir. Mezhebin fürûuna dair birçok rivayetleri bulunup, bunlar büyük eserlerde mevcuttur…

[12] Vekî’ b. el-Cerrâh b. Melîh b. Adiy el-Kûfî: Vekî’ b. el-Cerrâh Şeyhülislâm ve büyük imamlardan biridir. Yahya b. Eksem; “Vekî’ seneyi oruçla geçirir, her gece Kur’an’ı hatmederdi” demiştir. İbn-i Maîn; “ben ondan faziletti bir kimse görmedim” demiş, kendisine; “İbnü’l-Mubârek de mi ondan faziletli değildi?” denilince, “İbnü’l-Mubârek’in fazileti vardı. Lâkin ben Vekî’den daha faziletli kimse görmedim. Kıbleye dönerek namaz kılar, boyuna/devamlı oruç tutar, Ebû Hanife’nin kavli ile fetva verirdi. Ebû Hanife’den çok şeyler dinlemişti. Yahya b. Said el-Kattân da Ebû Hanîfe’nin kavli ile fetva verirdi” demiştir. Vekî’ 198 tarihinde vefat etmiştir. Kendisi Şafii ile İmam Ahmed’in üstadlarındandır…

[13] Ebû Bekir el-Verrâk Ebû Bekir el-Verrâk, Muhammed b. Amr et-Tirmizî’dir. Belh’de yaşamış, Ahmed b. Hadraveyh’in sohbetinde bulunmuştur. Riyaziyat hakkında telifatı vardır. “el-Kınye” isimli eserde zikredildiğine göre Ebû Bekir Verrâk hacca diye yola çıkmış, bir konak yol aldıktan sonra arkadaşlarına; “beni geri çevirin! Ben bir konak mesafede yedi yüz büyük günah işledim” demiş, arkadaşları da onu geri çevirmişler/götürmüşlerdir…

[14] Ebû’l-Kâsım el-Kuşeyrî: Ebû’l-Kasım künyesidir. İsmi, Abdülkerim Hevâzin el-Kuşeyrî’dir. Hâfız, müfessir, fakih, nahivci, lügatçi, katib ve edîbtir. Yiğit ve cesaretli olup, onun gibisi görülmemiştir. İyilik ve güzelliklerin her nev’ini kendisinde toplamıştır. Hâkim ve diğerlerinden hadis almıştır. Hatîb ve diğerleri ondan rivayette bulunmuştur. Birçok meşhur eserler tasnif etmiştir. 377 senesinde doğmuş ve 465 senesinde vefat etmiştir…

[15] Ebû’l-Kâsım: İbrahim b. Muhammed en-Nasr Bâzî, Horasan’ın şeyhidir. Mekke’ye mücavir olarak yaşamış ve 367 tarihinde orada vefat etmiştir…

[16] Ebû Bekir Şiblî: İmam Ebû Bekir Dülef Şiblî el-Bağdâdî’dir. Maliki mezhebindedir. Cüneyd-i Bağdâdî ile sohbet etmiş, 334’de vefat etmiştir…

[17] Sırrî es-Sakatî: Ebû’l-Hasan b. Muğlis es-Sakatî’dir, Cüneyd’in dayısı ve üstadıdır. 257 tarihinde vefat etmiştir…

[18] Tarikat-Şeriat-Hakikat: Kâdı Zekeriya’nın “Risâletü’l-Futûhât”’ında şu satırlar vardır: “Tarikat; şeriat yolunu tutmaktır. Şeriat ise; mahdud birtakım şer’î amellerdir. Tarikat, Şeriat ve Hakikat birbirinden ayrılmayan üç şeydir. Çünkü Allah Teâlâ’ya götüren yolun zahiri ve bâtını bulunup, zahiri; “tarikat ile şeriat”, batını ise; “hakikattir.” Hakikatin, şeriat ve tarikat içindeki gizliliği, sütün içindeki kaymağın gizliliği gibidir. Süt çalkalanmadan ise kaymağı çıkmaz. Bu üç şeyden (yani bunların yapılmasından) murad; kuldan beklenen kulluk vazifesinin ondan beklendiği şekilde ikamesidir…”

[19] Âsâr: Eserin cem’idir. Müslim şerhinde Nevevî şöyle demiştir: “Hâdis ulemasına göre “eser”, “haber” gibi merfû ve mevkûf rivayetlere umumi olarak kullanılan şamil bir kelimedir. Muhtar olan kavle göre, bu kelime, gerek sahabeden, gerekse Peygamber (s.a.v)’den nakledilen bütün rivayetler hakkında mutlak olarak kullanılır. Horasan Fukahâsından bazıları, sahabeye mevkuf olan rivayetlere hassaten “eser”, merfû hadislere de “haber” demişlerdir.”

[20] Kûfe: Kamusta beyan edildiğine göre Kûfe, “yuvarlak kızıl kum” yahut “içerisine çakıl karışmış kum” manasınadır. Irak’ın büyük şehri, İslâm’ın kubbesi ve Müslümanların hicret yeridir. Kûfe’yi, Sad’d b. Ebî Vakkâs (r.a) tesis edip/şehir haline getirmiş ve mescidini de o yapmıştır. Burası Nuh (a.s)’ın yeri imiş. Bu şehre Kûfe denilmesi, yuvarlak ve insanların toplantı yeri olmasındandır…