SORU: Bir malın ticaret için olup olmadığı nasıl anlaşılır?
CEVAP:
Mültekâ’l-Ebhûr ve şerhi Mevkûfât’ın zekât bahsinde şöyle denilmiştir; İnsanın mülküne giren mal iki çeşittir:
1- Kişinin mülküne kendi tesiri olmadan giren mal, örneğin miras gibi
2- Kişinin mülküne kendi çalışmasıyla giren mal ki, bu da iki kısımdır:
a) Bir malın karşılığı olan, örneğin alış-veriş gibi
b) Bir malın karşılığı olmayan, örneğin, kadının kocasından alacağı mehir, kocanın karısını boşaması karşılığında alacağı mal, diyet, sulh yoluyla alınan para, hibe, sadaka ve vasiyet gibi
(Bu açıklamadan sonra bu hususta şunları söyleyebiliriz);
İnsanın kendi çalışmasıyla elde etmediği mal, ittifakla ticarete niyet etmekle ticaret için olmaz. Örneğin, bir kimse miras yoluyla bir köleye veya bineğe malik olsa ve bu kölenin veya bineğin ticaret için olmasına niyet etse, bu köleyi veya bineği satmadıkça bu köle veya binek ticaret için olmaz ve dolayısıyla zekât da gerekmez. Zira miras kalan mal, varisin hiçbir tesiri olmadan mülküne girmiştir. Lakin ticarete niyet ettikten sonra varis kimse bineği satarsa, o takdirde bu mal ticaret için olmuş olur ve dolayısıyla zekâtını da vermesi gerekir.
Şayet miras kalan mal, altın veya gümüş olursa, bu mallar doğrudan ticaret için olmuş olurlar ve dolaysıyla zekâtını vermesi gerekir. Zira altınla gümüş, yaratılışları muktezasınca ticaret için taayyün etmişlerdir. Binaenaleyh bunları ne şekilde elinde bulundurursa bulundursun zekâtlarını vermesi vacip olur.
Ancak İmam Ebû Yusuf’a göre, hibe, vasiyet, nikâh, kadını boşama karşılığında alınan para ve kısastan dolayı alınan diyetin ticaret için olmasına niyet ederse, bunlar ticaret için olmuş olur. Zira niyet amel ile beraber olmuştur. Burada amelden maksat, almak ve kabul etmektir. Ticaret de mal kazanma olup, ancak alıp kabul etmeyle olur.
Keza bir kimse, kendi hizmetinde kullandığı bir kölenin veya bineğin ticaret için olmasına niyet ederse, bu köle veya binek satılmadıkça ticaret malı olmuş olmaz ve dolayısıyla zekât da vacip olmaz. Zira ticaret bir ameldir ve sadece niyet etmekle tamam olmuş olmaz, yani bir şeyi satmaya niyet etmekle onu bilfiil satmak ayrı şeylerdir. Yukarıda örnek olarak verdiğimiz “miras malında ticarete niyet etme” durumunda da, keza sadece niyet vardır ama amel yoktur.
Ancak ticaret için alınmış bir bineği, kendi hizmetinde kullanmaya niyet etmesi halinde ise, hemen o vakit bu binek ticaret malı olmaktan çıkar, zira burada bir amele ihtiyaç olmayıp, mücerret niyet ile maksat hâsıl olur.
Bu hususların misali tıpkı şunun gibidir; mukim olan bir kimse yolculuğa niyet ederse, yolculuğa çıkmadıkça seferi olmaz, yani amel olmadan mücerret niyet ile seferi sayılmaz, keza orucu bozmaya niyet etmekle oruç bozulmuş olmaz ve müslüman olmaya mücerret niyet etmekle de müslüman olunmaz. Ancak seferi olan bir kimse ikamete niyet etmekle, amele/fiile ihtiyaç duymadan mücerret niyet ile o vakit mukim olmuş olur, keza oruca mücerret niyet etmekle oruçlu olunmuş olur ve sırf niyetle bir müslüman mürted olmuş olur.
İbn-i Âbidîn’in Zekât Bahsinde bu mevzuda yine şöyle denilmektedir: Keza bir kimse bir mal satın alır ve “eğer karlı bulursam satarım” diye niyet ederse, zekât lazım gelmez ve burada da hüküm yine yukarıda anlatılan tafsilat üzeredir, yani bu malı fiilen satmadıkça ticaret için olmuş olmaz. Zira ticarete niyetin akitle birlikte olması lazımdır. Ticaret akdinden murad ise, satın alma, kiraya verme ve ödünç almadır. Kişinin bu akitleri yaparken ticaret yapmaya niyetinin de o anda bulunması gerekmektedir.