Büyüklerin dünya malının afetleri hususunda nefislere birtakım ihtarları!..

SORU: Büyüklerin dünya malının afetleri hususunda nefislere birtakım ihtarları!..

CEVAP:

(Dünya malının afetleri hususunda büyüklerimiz bizleri ayıktırmaya çalışmışlardır. Aşağıda bahsedeceğimiz malın afetleri helal malın afetleridir, haram malın afetleri ise zaten bellidir. Evet, helal malın afetleri de vardır. Malın helali hesap, haramı ise azaptır. Aşağıdaki hususları zikretmekle, nefsin mal hırsı hususunda önüne bir nebze geçebilme, dünya hırsını tırpanlayabilme ve rızık husussunda takdir olunana boyun eğme hususlarına vesile olmasını Allah’tan (c.c) temenni ediyoruz…)

Helal malın dînî afetleri 3’tür:

a) Mal helal de olsa kişiyi günahlara doğru götürür. Çünkü mal, kişiyi günah işlemeye ve masiyetleri irtikâp etmeye tahrik eder…

Bilinmelidir ki dünyalıktan acizlik ve maddi imkânsızlık, bazen kişi ile günah arasında perde olarak gerilir. Bu meyanda; “Bulmamak masum kalmaktandır” denilmiştir. (Örneğin harama gidecek parası olmayanın buralardan ümidi kesilir ve böylece maddi imkânsızlık kişi ile haram işler arasına perde olur.) Bir kimsenin günah işleme hususunda maddiyatsızlıktan dolayı ümidi kesilirse, o günaha karşı şehveti de kırılır. Bilinmelidir ki kişi, günah işlemeye madden ve bedenen gücü yeter olduğu zaman, nefis masiyet işlemesi için dürter. Sonra bu kişi nefsin bu dürtülerine karşı koymaya çalışıp sabrederse, sıkıntıya girer çünkü günaha gücü yetmekle birlikte sabretmek normalden daha zordur. Şayet nefsin dürtülerine uyar da onun istediklerini yaparsa bu sefer de helak olur. Evet, büyüklerin dediği gibi; “Zenginlik fitnesi fakirlik fitnesinden daha büyüktür…”

b) Mal, helal de olsa, mübahlardan faydalanmaya/lezzetlenmeye ve bunu âdet haline getirmeye götürür. Sonra kişi, bu mübahları her zaman yapmaya alışıp (bu mübah işler artık kendisi için bir hayat standardı olduğundan) dolayı bunları bırakamaz ve onlardan vazgeçemez hale gelir. Sonra bu mübahlar o kadar çoğalır ve o kadar vazgeçilmez hale gelir ki kişi bunların hepsine helal kazancıyla yetişemez duruma düşer. (Yakaladığı hayat standardından aşağı inmemek için daha fazla kazanması gerekir. Daha fazla kazanmak için ise ister istemez helal dairenin dışına çıkar. İlkönce şüphelilere çeşitli “caizdir” fetva ve bahaneleriyle saldırır. Sonra kazancına yalan katar, sonra da diğerleri… Kendisine sorulduğunda ise sadece helal dairede mübahlardan faydalandığını söyler…)

(Evet, dünyalığın bir kısmını elde edince, bu eldeki kısım kişiyi diğer elde edemediği kısma çeker. Her şey hemcinsini çeker, salih amel salih ameli, günah günahı, sevap sevabı, dünyalık dünyalığı çeker…)

Unutulmamalıdır ki mal ne kadar çok ise halka muhtaçlık da o kadar çok olur. Halka muhtaç olan kimse ise onların rızasını kazanmak için riyakârlık, yağcılık, ikiyüzlülük gibi ahlaklara başvurur. Bu ahlaklar ise Allah’ın yasakladığı ahlaklardır. Sonuçta insanları razı etmek için Allah’ın gazabını üstüne çekmiş olur. İnsanlara muhtaçlık keza, haset, kin, yalan, gıybet, gurur vs. günahlara da götürür. İşte bütün bunlar eldeki dünyalığı olduğu seviyede muhafaza etmek ve daha da artırmak isteğinden doğar (yani yaşadığı hayat standardından aşağı inmemek veya daha yüksek standartlarda yaşamak isteğinden bütün bunlara duçar olur)…

Bizler, Süleyman (a.s) gibi dünyalığın içerisinde dünyalığı terk edemeyiz ki dünyalık bize zarar vermesin. (Bu hususta Allah dostlarının, Peygamber varislerinin halleri bizleri yanıltmamalıdır. Bizlerin o büyüklerden örnek alacağı şeyler, onların istikametleri, takvaları, sünnete ittibaları, kalp halleri vb. hususlardır. Dünyalıkları elde etmek için büyüklerin dünyalıklarını kendimize örnek gösterip “Onlar da almış, yapmış vs.” sözler söyleyip elde etmek istediğimiz dünyalık için kılıf uydurmamalıyız. Anlatılan bu durum nefsin sağdan yaklaşmasıdır. Nefsin sağdan yaklaşması ise soldan yaklaşmasına göre daha çetin, sinsi ve tehlikelidir. Bu duruma bakış açımız şu olmalıdır: Hz. Pîr Abdulkadir Geylânî’in bilinen kıssasında buyurduğu gibi; “Senin oğlun da böyle olsun, o da tavuk yesin.” O büyükler ki dünyalığın gelmesi onların imanını artırmaz, gitmesi ise imanlarını eksiltmez…)

Evet, malın birinci madde de saydığımız afetinden kurtulabilinse de ikinci maddedeki bu afetinden kurtulmak mümkün değildir…

c) Bu madde de zikredilecek husustan ise hiç kimsenin kurtulması mümkün değildir. Bu afet, malı ıslah etme kaygısı ve çabasının, kişiyi Allah’ın zikrinden alıkoymasıdır. Hâlbuki insanı Allah’ın zikrinden alıkoyan her şey zararlıdır (lehv’dir) ve bu uğurda harcanan her şey ziyandır…

Rivayet olunur ki, İsa (a.s) malda üç afet olduğunu bildirmiş, kendisine bu üç afetin helal malda nasıl olduğu sorulunca şöyle cevap vermiştir: “(Helal malı) hakkı olmayan yere sarfeder. Şayet hakkı olan yere sarfederse, o zaman da malı ıslah etmek, korumak ve geliştirmek için kendisini Allah’ın zikrinden alıkoyar…”

Evet, ibadetlerin temeli, aklı ve sırrı Allah’ın zikri ile meşgul etmek ve azametini tefekküre ayırmaktır ki bu da ancak (Allah’ın gayrısından) boş bir kalp ile mümkündür. Mal sahibi ise, malı/işi ile ilgili durumları düşünmekten, işçisi, (çeki-senedi), ödemesi, gelecek-gidecek mallar, ortakların durumu, vergiler, muhasebe, satılacaklar, satın alınacaklar, kâr-zarar durumu gibi şeyleri düşünüp durur.

Helal malın dünyevi afetlerine gelince bunlar; korku, keder, kaygı, gam, hesaplardaki yorgunluk, malı korumada ve kazanmadaki güçlükler, rakiplerle mücadele, ortakları düşünmek gibi pek çok sıkıntıları vardır ki bunlar da cabası…

Sonuç olarak;

İlk başta da söylediğimiz gibi içinde yaşadığımız ahir zamanda ticaret yapanlar, esnaflar, taşeronlar, işçiler, patronlar, müdürler, amirler, yöneticiler, idareciler, memurlar vs. çalışan bütün kesimlerin muamelelerinde şeriata riayetsizlik hâkim olmuştur. Alış-veriş hususundaki İslam’ın hükümleri Müslümanlar tarafından önemsenmez hale gelmiştir. İlk kalkacak olan hüküm miras ahkâmıdır, en son kalacak hüküm ise namazdır. Dinden ilk gidecek olan şey sünnetlerdir. Bu durumlar Rasûlullah (s.a.v)’in ahir zamanda vuku bulacağını haber verdiği hususlardan olup tahakkuk etmesi kaçınılmazdır, zira o sâdıku’l-masdûktur. Ancak, ahir zaman hakkında vuku bulacağı haber verilen bu durumların madem gerçekleşmesi kaçınılmazdır, “o halde çalışıp gayret etmeye, emri bi’l-maruf nehyi ani’l-münker yapmaya gerek yoktur” diyemeyiz. Zira bizim vazifemiz tebliğdir/davettir, hidayet ise Allah’tandır. Zamanın ahir zaman olması bu usulü değiştirmemektedir. Bu mücadele böylece Mehdi (a.s) zuhur edinceye kadar devam edecektir, O zuhur ettiği zaman ise şeyh’in şeyhliği, âlimin de âlimliği bitecektir… (Hindistan hadis Âlimlerinden Zekeriyya Kandehlevî “Fezâil” (d. 1891), İmam Gazali “İhyâ” ve diğer bazı Hanefî fıkıh kaynakları…)