Borç-Borcunu Ödemeyenler Faize de Kapı Açanlardandır…

SORU:  Borç – Faiz İlişkisi… Borcunu Ödemeyenler Faize de Kapı Açanlardandır… Güven nedir? Borcunu ödemeyen kişi faize nasıl kapı olur? Meselenin çözümü hususundaki önerileriniz nelerdir? Borç, Sünnet üzere nasıl ödenir? İmkânı olup da borcunu ödemeyen kimse hakkında Hadis-i Şeriflerde neler söylenmiştir? Borç vermenin fazileti hususunda Hadis var mıdır?

CEVAP:

1- Borç – Faiz ilişkisi… Borcunu ödemeyenler faize de kapı açanlardandır…

Zamanımızda borç alıp ödemeyi savsaklamak, aynı istikameti paylaşan insanlar, akrabalar, komşular ve arkadaşlar arasında âdetten olmuş ve normalleştirilmiştir. Hâlbuki şeriat-ı garrâ’nın özür saydığı durumların haricindeki bir sebepten dolayı borcunu ödemeyen, aksatan veya geciktiren kişiler toplumda güvensizliğin hâsıl olmasına sebep olurlar. Hal böyleyken, borcunu ödemeyen bu kimselerin borç alma sebeplerini araştırdığımızda, borç alırken şer’î bir mazeret/gerekçeleri olmadığına, hatta aklıselim birçok kimsenin de onay vermeyeceği gerekçelerle borç aldıklarını mülâhaza ediyoruz. Yani hem borç alırken ki gerekçeleri selamette değil hem de borçlarını ödememede ki mazeretleri meşru değildir…

 

2- Güven nedir?

Güven, insan ilişkilerinde en zor kurulan ve en kolay yıkılan bir duygudur. Güven, iş hayatında, siyasi alanda ve sair alanlarda; kuşku duymadan, korkmaksızın karşı tarafa duyulan emniyet duygusudur…

Güven, girişilen karşılıklı ilişkiler ile sağlanır. Güven, emanete riayet etme, söz verip sözünde durma ve konuşurken yalan söylememe ahlaklarının bulunduğu kişiye karşı duyulur…

Medeniyet, güven temeli üzerine kurulur ve bununla ayakta durur. Güven, Dîn-i Mübîn-i İslam’ın son derece önem verdiği olmazsa olmazlarındandır. Güvenin olmadığı bir toplumdan ne ilim ne bilim ne gelişme ne de kalkınma sadır olmaz…

Güven, bir binanın tuğlalarının arasındaki harç gibidir. Toplum binasının tuğlaları olan fertlerin arasında güven olmazsa, toplumsal binanın işlevliğinden bahsedemeyiz. Fertlerin kişiliğinde, ailelerin kültüründe, devletlerarası politikalarda bile güven ilk sırada yer almaktadır/almalıdır. Zaten bütün kanun ve kurallar güveni sağlamak ve ayakta tutmak için vardır…

Güven, bir toplumdaki bütün ilişkilerin temel taşıdır. Karı-koca, kardeşler, çocuklar-anne-baba, amir-memur, usta-işçi, yönetici-yönetilen ve kurumlar arasındaki ilişkilerin adil, kavgasız ve düzenli olması için güvenin olması şarttır…

Güven olmazsa hayat robotlaşır, maddeselleşir, maddî-manevi yaşam gayri meşrû bir zemine oturur, muameleler haram zemine kayar ve ahlâk-ı zemîme toplumu istila eder…

Güvenin olmadığı bir toplumda çalışan kişiler enerjilerini, birbirlerine güvenmediklerinden dolayı dedikodu ve komplo senaryoları ile tüketirler. Güvenin olmadığı bir toplumun yolu hep yokuş yukarı gider, her muamele zorlaşarak yol alır…

Güvenin kaybolduğu bir toplumda hayatın her kademesi, kurallara ve kanunlara bağlanır. İnsanlar birbirlerine karşı hep ihtiyatlı olurlar. Kişiler arasındaki ikili ilişkiler sözleşmelerin, çeklerin, senetlerin vb. evrakların gölgesinde gelişir. Böyle bir toplumda herkes yaptığı iş hususunda kendini garantiye almaya bakar. Nitekim zamanımızda açıkça görüldüğü gibi durum böyledir…

Bugünkü durumda ise hal, yukarıda anlattıklarımızın tam tersine dönmüş ve böylece de tırmanarak devam etmektedir. Fazla geriye gitmeden daha 1960’lı yıllarda henüz “senet” bile ortada yok iken esnafımızın “çeki ve senedi” “sözü” idi. O zamanlarda da alım-satım yapılıyor, borç alınıp-veriliyor idi. Ancak daha sonraları güvensizlik ortamı senetleri, daha sonraları çekleri ve yakın zamanımızda ise kredi/kredi kartlarını kullanmak zorunda bırakmıştır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi “güvenin kaybolduğu bir toplumda hayatın her kademesi, kurallara ve kanunlara bağlanır. İnsanlar birbirlerine karşı hep ihtiyatlı olurlar. Kişilerin arasındaki ikili ilişkiler evrakların gölgesinde gelişir…”

 

3- Borcunu ödemeyen kişi faize nasıl kapı olur?

Borç almak, elimizde olan veya olmayan nedenlerden dolayı her birimizin başına hayatta birden fazla defa gelmiştir. Keza bizden de aynı şekilde şu veya bu nedenle borç istenmiştir/alınmıştır. Borç almak veya vermek hayat devam ettikçe süregelecek bir muameledir. Ancak zamanımızda şu hakikat/vakıa vardır ki; kişi, zaruret olmaksızın ve ödeyemeyeceğini de az-çok kestirebildiği halde borç alır, sonra borcunu gayret etse veya başka bir yerden borç alarak kapatabileceği halde yine de ödemez ve “bu adamın/kurumun ihtiyacı mı var ki?” veya “bana verdiği borcun altını çizse ona hiç dokunmaz bile” veyahut “o kadar zenginliğiyle utanmadan bir de zamanı geldi diye benden alacağını istiyor, sanki ödemesem batacak!” gibi düşüncelerle borcunu ödemez. -Hâlbuki aynı kişiye baktığımızda, bankaya olan borcunu, faize girmesin diye zamanında bulup buluşturur ve öder.- Sonra borcu ödenmeyen bu kimse veya kurum, aldığı yaralardan dolayı haklı olarak artık borç vermekten geri durur. Daha sonra gerçekten muhtaç biri gelir ve borç ister, ancak eli boş olarak geri döner. Ne var ki gerçekten acilen paraya ihtiyacı olan bu kimse ya kredi kartına ya krediye veyahut da tefeciye giderek faiziyle para alır. Çünkü gidecek başka kapısı kalmamıştır ve bu yaşadıklarının neticesinde şu sözü söyler; “Bana bankadan ve kredi/kredi kartından daha güzel bir dost yoktur, en zor zamanımda elimden bundan başkası tutmuyor.” Bu acı bir durum ve acı bir sözdür. Suçlu o mu, yoksa o kişiyi bunu yapmak mecburiyetinde bırakanlar, onu bu hale düşürenler mi? Kim ne kadar sorumlu?

O halde buradan hareketle, “borç verme sünnetini” ihya için yapmamız gereken, ilkönce kendi nefsimizden başlamak, sonra bunu yakın akrabalarımıza, sonrada diğer yakın çevremize taşımaktır. Bir toplum birer birer, fert fert bozulduğu gibi birer birer de tekrar düzelir. Kişi, gücü/kudreti dâhilinde olandan mesuldür. Başkalarının düzgün olmaması bizi de fesat dairesine itmemesi gerekir. Sen üzerine düşeni yap, başkalarının yanlışı senin de yanlış seline kapılmana sebep olmasın…

 

4- Meselenin çözümü hususundaki bazı mülâhazalar…

Mülâhazalarımıza göre borç verme müessesesinin tekrar şüyû bulması için şu 3 hususun sırasıyla yapılmasının uygun olacağı kanaatindeyiz;

a) Borç alacak kişiler ancak borç almalarını hakikaten gerektirecek durumlarda borç almalılar. Nefsani istek ve arzuları elde etmek ve yerine getirmek üzere kapı kapı dolaşılıp borç istenilmemelidir. Bu durumları belirlemedeki ölçü ise kesinlikle herkesin kendi bakış açısı ve aklı değil, şer-i şerif olmalıdır. Vakıa şudur ki, borçlanmanın önüne geçmek, birçok israfın ve lüzumsuz lüksün de önüne geçmek demektir. Borçlanma mevzuu ekonomik/iktisadi bir yapılanmayla da alakalıdır. Ancak şu var ki, iktisadi gelişme için borçlanmanın kaçınılmaz olduğu da bir hakikattir…

b) Hakikaten borç almak durumunda kalıp da borç alan kimseler, borçlarını alırken taahhüt ettikleri hususları mutlaka yerine getirmeli ve şer-i şerif’in özür kabul ettiği durumlar hariç, borçlarını zamanında ve tamamıyla ödemelidirler.

c) Borç alanlar sadece şer-i şerif’in “borç alabilirsin” dediği durumlarda borç alırlar, sonra da borçlarını şer-i şerif’in “özür” saydığı durumlar hariç, zamanında öderlerse, son olarak bizlere düşen ise; kurumları/kişileri borç vermeye Kur’an ve Sünnet ışığında teşvik etmektir. Böylece borç verme müessesesi çalışır hale gelir ve insanlar da haram yolla değil, sünnet yolla borç alıp-vermeye başlarlar…

 

5- Borcunu sünnet üzere ödemek isteyenlerin dikkat etmesi gereken hususlardan bazısı…

Buhârî’nin zikrettiği üzere Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “En hayırlınız borcunu en güzel şekilde ödeyeninizdir…” Âlimlerimiz bu hadis-i şeriften, borcunu sünnet üzere ödemek arzu edenlerin şu hususlara dikkat etmesi gerektiğini istinbât etmişlerdir:

1- Borçlu kimse, alacaklının ayağına giderek, teşekkürlerini bildirip memnuniyetini izhar ederek borcunu ödemelidir… -Bu durumun zamanımızda teamülde olmadığı ortadadır…-

2- Şayet zamanından önce ödeme imkânı bulursa ödeme vadesini beklemeden borcunu ödemelidir…

3- Borcu alırken konuşulan bütün şartları mutlaka yerine getirmelidir…

4- Borç alan kişi, alacaklının ağır sözlerine karşılık vermemeli, alacaklının haşin konuşmasına tahammül etmeli ve ona lütufkârlıkla mukabele etmelidir. Zira Rasûlullah (s.a.v) bir Yahudi’den borç almış ve bu borcundan dolayı Yahudi kişi, Rasûlullah (s.a.v)’e ağır sözler söylemişti. Bunu gören Sahabe, Yahudi’ye müdahale etmek istemişler ancak Rasûlullah (s.a.v); “Onu bırakın, çünkü hak sahibinin söz söyleme hakkı vardır…” buyurmuştur… -İlk madde gibi bu madde ile de günümüzde amel edilmemektedir…-

 

6- İmkânı olup da borcunu ödemeyen kimse hakkında hadisi şeriflerde şu hususlar vurgulanmıştır…

Hadisi şerifleri aynen aktarmak çok yer tutacağından, hadislerden sadece ilgili bölümlerin mefhumunu (anlaşılması gereken manayı) sizlere aktarmaya çalışacağız inşallah;

a) Herhangi bir kimse, imkânı olduğu halde borcunu vermeyip geciktirirse, borcunu verinceye kadar her gün amel defterine zulmetme günahı yazılır…

b) Ödememek niyetiyle borçlanan kişi, Allah Teâlâ’nın huzuruna hırsız olarak gelir…

c) Aldığı borcu ödemeyenin kıyamette iyi amelleri alınıp alacaklıya verilir. Eğer borcunu ödemeyenin iyi ameli yok ise alacaklının günahları borçluya yüklenir…

d) Borcu vaktinde ödememek zulüm, ödemeyen ise zalimdir. Allah (c.c) ise zalim zengini sevmez, ona buğzeder…

e) Borcu varken verilen sadaka kabul olmaz…

f) Borcun sebep olduğu keder kadar ciddi bir keder, göz ağrısı kadar dayanılmaz bir ağrı yoktur…

g) Borç, Allah’ın yeryüzündeki zillet boyunduruğudur, Allah bir kulu zelîl etmek dilerse onu boynuna geçirir…

h) Kişi borçlanınca konuşur yalan söyler, vaat eder sözünü tutmaz…

I) Borçtan kaçının zira o, gece keder, gündüz ise zillet vesilesidir…

j) Nefsimi elinde tutan Zât’a kasem olsun ki bir adam Allah yolunda öldürülse, sonra ihya edilse, sonra tekrar öldürülse, sonra ihya edilse, sonra tekrar öldürülse, üzerindeki borcu ödenmedikçe cennete giremez…

k) Borçlu ölen kimse kabirde bağlıdır, onu kurtaracak tek şey borcunun ödenmesidir…

l) Allah Teâlâ nazarında, bir kulun Allah tarafından yasaklanan kebîrelerden (yani büyük günahlardan) sonra, beraberinde getirebileceği en büyük günahlardan biri, kişinin ödenecek karşılık bırakmadan üzerinde borç olduğu halde ölmesidir…

m) Kim, ödemek arzusu/niyeti ile insanların malını alır ise, Allah (onun borcunu) ona bedel edâ eder (yani ödeme hususunda sebepler yaratır). Kim de telef etmek (yani geri ödememek) niyetiyle insanların malını alırsa, Allah da onu telef eder. Her kim ödemek niyetiyle borç alırsa, Allah (c.c) ona bir melek görevlendirir, (borcunu) ödeyinceye kadar (o melek) onu muhafaza eder/korur ve ona dua eder…

n) Zenginin (yani geri ödeme gücü olanın) borcunu savsaklaması, (ağır konuşulup kaba davranılarak) haysiyetinin/şerefinin ihlal edilmesini ve cezalandırılmasını (hapsedilmesini) helâl kılar…

o) Kim şu üç şeyden berî olarak ölürse cennete girer: Kibir, ğulûl (yani savaşa katılan askerin ganimetten çalması) ve borç…

 

7- Borç vermenin fazileti hususunda bazı hadisi şerifler…

Şunu hemen belirtmek gerek ki, borcunu ödemeyerek, borç verenlerin borç vermesine mani olanlar, borç veren insanların borç verme yoluyla aşağıda zikredilen hayırları elde etmelerine de engel olmuş olmaktadırlar ki, bu da onların günahlarını kat kat artırmaktadır…

a) Buhârî’nin zikrettiği üzere Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “(Sattığı zaman) satımı kolay, (satın aldığı zaman) alımı kolay, (borcunu öderken) borç ödemesi kolay olan kimseye Allah rahmet etsin…”

b) Müslim’in zikrettiği üzere Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:  “Dünyada nefisine zulmedip hiçbir salih amel/hayrı bulunmayan bir adam kıyamet günü hesaba çekilir, fakat hiçbir hasenesi/sevabı bulunmaz. Ona; “Hiç mi iyilik yapmadın?” diye sorulunca, (o kimse şöyle) der; “Hayır yapmadım, ancak ben borç para verirdim ve işçilerime (hizmetlilerime), “borçları isteme hususunda zengin olanlara müsamahalı davranın (sıkıştırmayın), eli dar (zorda) olanlardan da alacaktan vazgeçin” der idim.” Allah Teâlâ; “Buna biz senden daha layığız, öncelikliyiz” buyurur ve ondan vazgeçerek günahlarını bağışlar…”

c) İbn-i Mâce’nin zikrettiği üzere Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:  “Bir (tarihe) kadar borç para veren (kimseye), ödeme (günü) gelinceye kadar her gün bir sadaka (sevabı) vardır. Ödeme (günü) geldiğinde (borçlu kişi parayı ödemez) de ileri bir (tarihe) ertelerse, (borç veren kişiye, ertelenen) her gün için verdiği borç miktarınca sadaka (vermiş sevabı) vardır…”

e) İbn-i Mâce’nin zikrettiği üzere Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:  “Cennetin kapısında, sadakaya 10 kat, borç (vermeye) ise 18 kat (mükâfat olduğunun) yazılı olduğunu gördüm…”

Yukarıda, kısaca anlatabileceğimiz kadarını anlatmaya çalıştık. Tebliğ yaparken, okun hedefe ulaşması gibi bir garanti istenmez/olmaz. Tebliğcinin vazifesi, gerekeni gücünün yettiğince/dilinin döndüğünce söylemek ve muhataplara ulaştırmaktır, hidayet ise onun vazifesi olmayıp Zât’ı İlâhî’nindir. Tebliğ yapan kişi de, söylediklerinin hiçbir kâr etmeyeceği, hiçbir şeyi değiştirmeyeceği kanaati hâsıl olsa bile, tebliğ yapan kişi söylemesi gerekeni söylemek zorundadır… Cenâb-ı Allah cümlemizin ayaklarını Şeriat-i Mustafaviye caddesinde sabit kılsın…