Zekât verecek kişi, zekâtını yaşadığı memleketinden başka bir memlekete gönderirse caiz olur mu?

SORU: Eğer zekât sahibi malının zekâtını yerleşip (yaşadığı) memleketinden başka bir memlekete naklederse bu caiz olur mu?

CEVAP:

Bu (hususta) asıl olan, her toplumun zekâtının kendi içerisinde dağıtılmasıdır. (Bir toplum zekât) malını başka bir memlekete (ülkeye) çıkarmaz (göndermez). Şayet bunu yaparsa (yani başka bir memlekete gönderirse) mekruh olur, ancak (başka bir memlekette yaşayan) akrabalarına veya (kendi) memleketinin ahalisinden daha muhtaç (daha salahiyetli, daha takva veya Müslümanlara daha faydalı) bir topluma (gönderirse o takdirde kerahiyet ortadan kalkar).

a) Mecmau’l-Fevâid sahibi, (Taberânî’nin) Evsat’ından naklen Ebû Hureyre’den Nebî (s.a.v)’e merfûan şöyle rivayet etmiştir, Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Ey Muhammed ümmeti! Beni hak (dinle) gönderen (Allah’a) yemin ederim ki, kendisinin yardımına muhtaç akrabası varken, zekâtını başkalarına veren kimsenin sadakasını Allah kabul etmez. Nefsim yed-i kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, o kimseye Allah kıyamet gününde bakmaz.” Zekâtın kabul olunmamasından murad, bununla zekâtın farziyeti üzerinden düşmüş olmakla birlikte, sevap alamayacağıdır. (Hadisi, Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid’de de zikretmiştir.)

Efdal olan, zekâtını erkek kardeşlerine, kız kardeşlerine, sonra onların çocuklarına, sonra amcalarına, halalarına, sonra dayılarına, teyzelerine, sonra zîrahim akrabasına, sonra komşularına, sonra oturduğu yerde yaşayanlara, sonra beldesinin/memleketinin fakirlerine vermektir.

b) Zekâtı, dâru’l-harpten İslam diyarına nakletmek mekruh değildir. Zira müslüman memleketindeki müslüman fakirler, dâru’l-harp fakirlerinden daha efdaldir.  Ancak zekât vermekle dâru’l-harpteki müslüman esirleri kölelikten kurtarmaya yardım edilecekse bu müstesnadır.

c) Zekâtı, ilim öğrenen talebeye nakletmek mekruh değildir. Mîrac’da; “zekâtı, fakir olan âlime nakletmek daha faziletlidir -yani zekâtı cahil fakire vermektense, fakir âlime vermek daha evladır-, muhtaç olan borçlu da böyledir (yani borçlu olmayan fakire vermektense muhtaç borçluya vermek daha faziletlidir)”  denilmiştir.

d) Zekâtı, zâhitlere nakletmek mekruh değildir. Sene dolmadan acele edilip önden verilen zekâtı nakletmek de mekruh değildir.

e) Zekâtı, küfrüne hükmedilen bidat fırkalarına vermek caiz değildir. Örneğin, “Kerâmiyye” fırkası ki, bunlar Abdullah b. Muhammed b. Kerrâm’a nisbet edilmiş olup, “Müşebbihe” fırkasının bir koludur.  Bu adam, “benim mâbudum, arşı âlânın üzerinde istikrar kılmış (yani kendisine orayı yer edinerek yerleşmiştir)” demiş ve Allah Teâlâ’ya “cevher” adını vermiştir.

Keza Allah’ın sıfatları hakkında “Müşebbihe’den” olanlara da zekâtı vermek caiz değildir. Bunlar, Allah Teâlâ’da, sonradan var olan (havâdis) sıfatların bulunmasını caiz görenlerdir. Onlara göre, mahlûkatın sıfatları gibi Allah’ın bazı sıfatları da sonradan olmadır (hâdis’tir). (İbn-i Âbidîn, Zekât Bahsi)