SORU: Yolcu olan kimsenin oruç tutmaması caiz midir? Günah olan bir sebepten dolayı yolculuğa çıkmış olan kimsenin yolculukta oruç tutmama hakkı var mıdır? Şer’an oruç tutmamayı mübah kılan yolculuk mesafesi ne kadardır? Hâmile kadının orucu bırakması ne zaman helal olur? Emziren kadınların ister anne ister sütanne olsun oruç tutmamaları ne zaman helal olur? Öz annenin çocuğunu emzirmesi lazım mıdır, hükmü nedir? Bir kimse şayet oruç tutarsa hastalığının artacağından, geç iyileşeceğinden, bir uzvun bozulmasından, göz ağrısından, yaradan, ağrıdan korkarsa oruç tutmaması caiz olur mu? Hasta bakıcı oruç tuttuğu takdirde vazifesini yapamadığı için hastalar zayi ve helâk olacaklarsa, oruç tutmaması caiz olur mu? Hastalanacağından korkan sıhhatli kişi orucu bırakabilir mi? Zayıf düşeceğinden korkan hizmetçi kadın orucu bırakabilir mi? Bir alamet gördüğünden dolayı veya tecrübeye binaen yahut Müslüman işin ehli adaletli olup olmadığı bilinmeyen bir doktorun sözüne binaen oluşan zann-ı gâlibe göre bir kişi orucu bırakabilir mi? Kişide, hastalanacağı hususunda bir vehim hâsıl olursa buna binaen orucu bırakabilir mi? Hür olup da hizmetçilik yapan kişi veya köle yahut dereyi tıkamaya veya kiralamaya giden biri, sıcak şiddetlenir de bundan dolayı helâk olacağından korkarsa orucu bırakabilir mi? Yemek yapmaktan veya elbise yıkamaktan zayıf düşen hür kadın veya câriye orucu bırakabilir mi? Sözüne binaen oruç bozulan doktor şayet alanında mütehassıs değilse veya Müslüman değilse yahut fâsık ise keffaret lazım gelir mi? Hastalığa dair bir alamet veya bu hususta kendisine yahut başkasına ait bir tecrübe bulunmadan hastalanacağından korkup da orucu bozarsa keffaret lazım gelir mi? Müslüman kişinin kâfir doktora tedavi olması caiz midir?
CEVAP:
Bir günah sebebi ile yolculuğa çıkmış olsa bile, şer’an seferîlik mesafesi bir yere giden yolcu (oruç tutmayabilir). “Şer’an sefer mesafesi”, namazları kısaltma mesafesi olan üç gün üç gecelik yoldur. (Ramazanda seferî olan kişinin yolculukta oruç tutması daha efdal olmakla birlikte bu hususta muhayyerdir. 159’uncu soruyu da müracaat ediniz.)
Bir günah sebebi ile yolculuğa çıkmış olsa bile (yolcu kimse oruç tutmayabilir), zira beraberindeki çirkinlik, onu meşrû olmaktan çıkarmaz (yani yolculuğa çıkma sebebine bitişik olan kötülük, yolculuğun meşruiyetini yok etmeyip seferîlikten doğan meşrû hükümleri kaldırmaz, örneğin sahibinden kaçan kölenin yolculuğu günah sebebi iledir, çünkü sahibinden kaçmak günahtır, ancak köle, oruç tutmama gibi seferîlikten doğan meşrû haklara sahiptir.)
Zann-ı gâlip ile kendi hayatından veya çocuğunun hayatından korkan hâmile (kadın oruç tutmayabilir, keza zann-ı gâlip ile kendi hayatından veya çocuğunun hayatından korkan ister) anne olsun (ister) sütanne olsun emzikli kadınlar oruç tutmayabilirler.
Sütannenin emzirmesi (emzirme) akdi/sözleşmesi sebebi ile vaciptir. (Öz) annenin çocuğunu emzirmesi ise; diyaneten mutlak surette (yani kadâen hüküm bulunsun veya bulunmasın vacip olup), baba fakir olduğunda yahut çocuk başkasının memesini almadığı zaman ise (öz annenin emzirmesi) kadâen/mahkemece vacip olur.
Ebussuûd’un ve keza el-Bercendî’ninde ifadesine göre, (sütanne ile yapılan emzirme) akdi/sözleşmesi Ramazanda (yapılmış) olsa bile, o kadının orucu bırakması helal olur. Ancak Sadruşşerîa buna muhalefetle (oruç tutmamanın) helal olmasını, (şayet emzirme akdi) “Ramazandan önce (yapılmış) ise” diye kayıtlamıştır/bu şarta bağlamıştır.
(Yukarıda) “çocuğunun” ifadesindeki emziren (kadından maksat öz) annedir. Çünkü çocuk hakikatte onundur. Emzirmek ona diyaneten vaciptir. Yani (yukarıda zikredildiği gibi, öz annenin emzirmesi) taayyün etmezse, hüküm, (emzirmenin ona diyaneten vacip olmasıdır, eğer emzirmesi teaayün ederse o takdirde emzirmesi hem diyaneten hem kadâen vacip olmuş olur). (Öz annenin emzirmesinin teayyün etmesi ise baba fakir olduğunda yahut çocuk başkasının memesini almadığı zaman olup bu durumlar vaki olduğunda öz annenin emzirmesi taayyün etmiş ve böylece kadâen vacip olmuş olur. Öz annenin emzirmesi teaayün etmeyip/kadâaen vacip olmasa bile zaten emzirmesi diyaneten her halükarda vaciptir.) Şu halde (“çocuğunun” ifadesinin) sütanneyi de kapsaması ilhâk (katma) yolu iledir. Zira (emzirme) akdiyle onun emzirmesi de vacip olmuştur.
Hastalığının artacağından, (hastalığın) geç iyileşmesinden, bir uzvun bozulmasından, göz ağrısından, yaradan, ağrıdan ve başkasından korkan hasta oruç tutmayabilir.
Hasta bakıcı da bunun gibidir. Yani hastalara o bakar da, oruç tuttuğu takdirde vazifesini yapamadığı için hastalar zayi ve helâk olacaklarsa, tutmayabilir.
Hastalanacağından korkan sıhhatli kişi veya zayıf düşeceğinden korkan hizmetçi kadın, (hastalanacağına dair) bir alamet gördüğünden dolayı veya (hastalanacağını) tecrübeye binaen (anladığında) yahut Müslüman işin ehli/mutehassıs hali gizli/adaletli olup olmadığı bilinmeyen bir doktorun sözüne itibarla oluşan zann-ı gâlibe binaen oruç tutmayabilirler.
Sıhhatli kişide hastalanacağı hususunda korku değil de sadece mücerret vehim hâsıl olmuş ise o takdirde oruç tutmayı bırakamaz.
el-Kuhistânî’de el-Hızâne’den naklen şöyle denilmiştir: “Hür olup da hizmetçilik yapan kişi veya köle yahut dereyi tıkamaya veya kiralamaya giden biri, sıcak şiddetlenir de bundan dolayı helâk olacağından korkarsa, yemek yapmaktan veya elbise yıkamaktan zayıf düşen hür kadın veya câriyede olduğu gibi (o da) oruç tutmayabilir.”
(Yukarıda) “tecrübeye binaen” (sözünde), (hastalığa ait) tecrübe ister hasta tarafından tecrübe edilmiş olsun ister hastadan başkası tarafından tecrübe edilmiş olsun, tecrübesini yaşadıkları hastalık aynı olduktan sonra iki tecrübe de eşittir.
(Sözüne binaen oruç bozulan) doktorun, alanında tam ihtisas sahibi olması lazımdır. Alanında tam mütehassıs olmayan doktorun sözüne tabi olmak caiz değildir.
(Sözüne binaen oruç bozulan) doktorun, Müslüman (olması lazımdır). (Zira) kâfirin sözüne güven olmaz. Çünkü kâfirin maksadı ibadeti bozmak olabilir. Meselâ teyemmümle namaza başlayan bir Müslüman, kâfirin su vereceği vaadine binaen namazını bozamaz.
(Sözüne binaen oruç bozulan) doktorun, “hâli gizli” (yani fâsık mı âdil mi olup olmadığı belli olmalıdır). Bazılarına göre ise (doktorun) âdil olması şarttır.
Ben (İbn-i Âbidîn) derim ki: Bu şartlara haiz olmayan bir doktorun sözü ile amel eder de orucunu bozarsa, zâhire göre keffaret lazım gelir. Keza, (hastalanacağına dair bir) alamet olmadan veya (hastalanacağına dair) bir tecrübe bulunmadan orucunu bozarsa, galebe-i zan bulunmadığı için keffaret lazımdır (yani galebe-i zan ancak hastalığa ait bir alamet veya tecrübeye binaen oluşur, alamet veya tecrübe yok ise o takdirde galebe-i zan’da yok demek olur ki böyle bir durumda da orucu bozmak caiz olmaz, bozulursa keffaret lazım gelir). Ancak halk bundan gâfildir.
en-Nehir sahibi el-Bahır’a uyarak, (yukarıda, “kâfirin maksadı ibadeti bozmak olabilir” illetine binaen, Müslüman kişinin herhangi) bir ibadeti ifsat olmadığı durumda kâfir doktorla tedavi görmenin caiz olduğunu söylemiştir. Ben (Şârih) derim ki: Bu, söz götürür. Çünkü kâfirlerce bir Müslümana nasihat vermek küfürdür. O halde onlardan nasıl tedavi görülebilir? Bu nefiy manasında bir sorudur yani “onlardan tedavi görülemez” demektir. Halebî şöyle demiştir: “Bunu, bizim Üstadımız, Allâme Suyûtî’nin “ed-Dürrü’l-Mensûr” adlı eserinden naklettiği, “bir kâfir, Müslümanla baş başa kalırsa mutlaka onu öldürmeye azmeder” hadisiyle teyit etti.” (İbn-i Âbidîn, Oruç Bahsi)