SORU: Vacip olan bir itikâfta dışarı çıkılabilir mi, çıkılırsa hükmü ne olur? Kadının evindeki mescitten dışarı çıkması da aynı hükme dâhil midir? Vacip olan bir itikâfta hangi sebeplerden dolayı dışarı çıkılabilir? İtikâftaki kişinin iki evi olur da, küçük veya büyük haceti için dışarı çıktığında onların uzak olanına giderse itikâfı bozulmuş olur mu? Yakında olmasına rağmen mescidin helâsını bırakıp da helâ için evine giderse, itikâfı bozulmuş olur mu? Küçük veya büyük hacet için çıkıp da, sonra hasta ziyareti veya cenaze namazına giderse itikâfı bozulmuş olur mu? İtikâf yapan kişinin mescitten çıkmasını caiz kılan tabii ihtiyaçtan maksat nedir? İtikâf yapan kişi mescitte yıkanma imkânı bulur da yıkanmak için dışarı çıkarsa itikâfı bozulmuş olur mu? Mescidi temiz tutmanın hükmü nedir? Vacip olan itikâfta dışarı çıkmanın haram olduğunu söylediniz. O halde kişi nafile veya sünnet itikâfta dışarı çıkabilir mi? İtikâf yapan kişinin mescitten çıkmasını caiz kılan şer’î ihtiyaçtan maksat nedir? Bir kimse, oruç tutulması yasak olan beş günde itikâfa girmeyi nezrederse hükmü ne olur?
CEVAP:
Vacip olan itikâfa girene, dışarı çıkmak haramdır. Çünkü (itikâfta dışarı çıkmak) ibadeti bozmaktır. İbadeti bozmak ise Allah Teâlâ’nın “Amellerinizi bozmayın”[1] kavliyle haramdır. (Dışarı çıkmaktan) maksat, kadın hakkında evinin mescidi olsa bile itikâf yerinden çıkmasıdır. Kadın, evine gitmek için olsa bile (mescidinden) çıkarsa, (girdiği) itikâf vacip ise batıl olur, nafile itikâf ise sona ermiş olur…
Ancak (itikâfta olan kişi), insanın tabii veya şer’î olan ihtiyaçları (için çıkabilir)…
1- (Tabii ihtiyaç): (İtikâfta olan kişi), insanın tabii ihtiyacı olan küçük ve büyük abdest bozmak, ihtilâm olur da mescitte yıkanması mümkün değilse yıkanmak gibi şeyler için çıkabilir. Ama (küçük veya büyük) hacetini gördükten sonra, (durmayıp itikâf yerine döner), yakındaki dostunun evine gitmesi de gerekmez…
(İtikâftaki kişinin) iki evi olur da, (küçük veya büyük haceti için) onların uzak olanına giderse, itikâfının bozulup bozulmayacağında ihtilâf edilmiştir, bir görüşe göre itikâfı bozulmuştur, diğer kavle göre ise bozulmamıştır…
Yakındaki mescide (ait) helâyı bırakıp da (helâ için) evine giderse, her iki kavle göre de (itikâf yaptığı yerden) çıkabilir. Bu mesele ile ihtilâflı (yani yukarıda zikredilen “iki evi olur da, onların uzak olanına giderse”) meselesi arasındaki fark uzak görülemez. Çünkü insan bazen evinden başka (bir yere) alışamaz. Yani evinden başka (bir yere) alışamaz ve evinden başka yerde hacetini göremezse, (itikâftan çıkmasının) ihtilafsız caiz olması çok görülemez…
Bu, (küçük veya büyük) hacet için çıkıp da, sonra hasta ziyareti veya cenaze namazına gitmek gibi değildir. Kasten (hasta ziyareti veya cenaze namazına gitmek) için çıkmamışsa bu caizdir (yani küçük veya büyük abdest gibi tabii bir ihtiyaç yahut Cuma namazı gibi şer’î bir ihtiyaç gibi meşru bir sebepten dışarı çıkar ve bu meşru sebepten dolayı dışarı çıkınca da hasta ziyareti ve cenaze namazına giderse itikâfı bozulmaz)…
(İtikâfta olan kişinin itikâf yaptığı yerden çıkmasını caiz kılan) tabii ihtiyacı İbn-i Şelebî, “mutlaka (yapılması) lazım olan ve mescitte görülemeyen ihtiyaç” diye izah etmiştir…
Şârih “yıkanmayı”, el-İhtiyar, en-Nehir ve diğer kitaplara uyarak tabii ihtiyaç saymıştır. Bu, (İbn-i Şelebî’nin tarifinden) öğrendiğin gibi tabii ihtiyacın tefsirine uygundur. İşte bundan dolayı bazı Şârihler el-Kenz sahibinin “tabii ihtiyaç; büyük ve küçük abdest bozmaktır” diye tefsirine itiraz etmiş ve “evlâ olan onu taharet ve mukaddimeleri ile tefsir etmektir ki, istincâ, abdest ve gusül de buna dâhil olsun, zira bunlar ihtiyaç olması ve mescitte caiz olmaması hususunda büyük ve küçük abdest bozmaya ortaktırlar” demişlerdir…
İtikâfta olan kişinin mescitte yıkanması mümkün değilse yıkanmak için çıkabilir. Ama mescidi kirletmeden yıkanması mümkünse, orada yıkanmasında beis yoktur. Yani (meselâ) mescitte su birikintisi varsa orada yıkanabilir veya abdest ve gusül için hazırlanmış bir yer bulunursa orada yıkanabilir yahut kullanılmış su mescide sıçramayacak şekilde büyük bir kapta da yıkanabilir…
el-Bedâyi sahibi şöyle demiştir: “Kullanılmış sudan mescit kirlenecek şekilde olursa, bundan (mescitte yıkanmadan) men edilir. Çünkü mescidi temiz tutmak vaciptir…”
“Mescitte yıkanması mümkün değilse” diye kayıtlaması (şartlandırması) gösteriyor ki, söylediğimiz gibi, (mescitte yıkanma) imkânı bulursa, (mescitten) çıktığı takdirde itikâfı bozulur…
Acaba iki evi olur da, (yıkanmak için) onların uzak olanına giderse, yukarıda geçen ihtilaf burada da cereyan eder mi? İncelenmesi gerekir. Çünkü o, çıktıktan sonra idi. Onunla önceki arasında fark olup, buna delil, yukarıda geçen “çıktıktan sonra hasta dolaşmaya gidebilir” sözüdür. Lâkin el-Bedâyi sahibinin “beis yoktur” demesi, büyük ihtimalle caiz olduğunu ifade etmektedir…
Nafile itikâfta (kişi dışarı) çıkabilir. Nafile, sünnet-i müekkedeyi de kapsamaktadır. Çünkü bu (dışarı çıkması) onu (nafileyi) bozucu değil (bitirip sonlandırma suretiyle) tamamlayıcıdır (yani) nafile itikâfın en azının bir saat (vakit) olduğuna binaen, (kişi, dışarı çıkmakla nafileyi tamamlamış olur)…
Ben (İbn-i Âbidîn) derim ki: (sünnet-i müekkede olan itikâfın Ramazanda) son on günle takdir edildiğine binaen (Ramazanın son on günündeki itikâfta) orucun şart olduğunu ifade eden rivayeti ve bu takdirin aynı şekilde başlamakla lazım gelmeyi ifade ettiğini evvelce arz etmiştik…
Sonra ehl-i tahkikten Kemal b. Hümam’ın şöyle dediğini gördüm: “(Bu mevzuyu) incelemenin muktezası şudur ki, bir kimse sünnet itikâfa yani Ramazanın son on gününe niyet ederek itikâfa başlar, sonra da bozarsa, Ebû Yusuf’un nafile namaza dört rekât niyeti ile başlayan kimse hakkındaki kavline göre kazası vacip olur. Tarafeyn’in kavline göre ise vacip olmaz.” Yani (Ramazanın son on günündeki sünnet itikâfın) bazısını/bir gününü bozmakla, on günün hepsini kaza etmesi lazım olur. Nasıl ki (dört rekât bir) nafile namaza başlar da sonra ilk iki rekâtı bozarsa, Ebû Yusuf’a göre dört rekât (olarak) kaza etmesi lazım gelir. Lâkin Hulâsa sahibinin sahih kabul ettiğine göre, Tarafeyn’in dedikleri gibi, yalnız iki rekât kaza eder. Evet, el-Münye Şârihi, öğleden ve Cumadan önce kılınan dört rekât gibi sabit bir sünnetin ittifakla dört rekât olarak kaza edileceğini tercih etmiştir. Fazlî’nin tercih ettiği de budur. en-Nisâb sahibi de bu kavlin sahih olduğunu söylemiştir. Meselenin tamamı nafile namazlar bahsinde geçmişti. Ama zâhiru’r-rivâyet bunun hilâfınadır…
Her halükarda, Kemal b. Hümam’ın (bu mevzuyu) incelemesinden ortaya çıkan, (Ramazanın son on günündeki) sünnet itikâfın başlamakla lazım geleceğidir. (İtikâf bozulursa bu on günün) hepsinin yahut (itikâftan çıkıldıktan sonraki) kalanının kazası lazım geleceği Ebû Yusuf’un kavline göredir. Başkalarının kavline göre ise, (sadece) bozduğu günü kaza eder. Çünkü her gün kendi kendine müstakildir. Bizim (az önce), “yahut itikâftan çıkıldıktan sonraki kalanını” dememiz, nezri (yerine getirmenin lazım olması) gibi (nafileye) başlamanın da mülzim (tamamlanmasının lazım) olduğuna binaendir. Şöyle ki, belirli/muayyen on gün (oruç tutmayı) nezrederse, hepsini aralıksız tutması lazım gelir. Birazını bozarsa, daha önce muayyen bir ayın nezrinde geçtiği vecihle kalanını kaza eder…
Hâsılı (sözün özeti), Tarafeyn’e göre, başladığı her günün tamamlanması lazım gelir, bu, o günün orucunun lazım geldiğindendir. Kalan günler bunun hilâfınadır (onları kaza etmek lazım gelmez). Çünkü sünnet olan, on günün tamamını itikâfta geçirmek olsa bile, (on günün içindeki) her bir gün, dört rekâtlı nafilenin iki rekâtı gibidir (ki Tarafeyn’e göre, yalnız iki rekât kaza eder)…
2- (Şer’î ihtiyaç): İtikâfta olan kişi şer’î bir ihtiyaç olan, Bayram, müezzin olup ezan okumak (isteyip) minarenin kapısının da mescidin dışında bulunması ve zeval vaktinde Cuma (namazına gitme) gibi şeyler için dışarı çıkabilir…
(Şârih’in zikrettiği “Bayram”) sözü, yasak edilen beş günde (yani Ramazan Bayramının ilk günü, Kurban Bayramının ilk günü, teşrik günleri yani Kurban Bayramının ikinci, üçüncü ve dördüncü günleri) itikâfa girmeyi adamanın sahih olduğunu ifade eder. O günlerde oruç tutmayı nezretme hakkında olan ihtilâf burada (o günlerde itikâfa girmeyi nezretme hususunda) da vardır. Çünkü oruç, vacip olan itikâfın lazımlarındandır (vacip olan itikâfta oruç tutulması lazımdır). Binaenaleyh İmam Muhammed’in İmam Âzam’dan rivayetine göre (bu beş günde itikâfa girmeyi nezretmek) sahihtir. Lâkin kendisine, “(bu beş günde itikâfa girme), başka bir vakitte kaza et” denir. (Bu beş günde itikâfa girmeyi nezretmekle) yemin (etmeyi) kastetti ise (yemin) keffareti verir. Eğer o (beş) günde itikâfa girerse (kötü bir şey yapmış olmakla birlikte) sahih olur. Ebû Yusuf’un İmam-ı Âzam’dan rivayetine göre ise, (bu beş günde itikâfa girmeyi ) nezretmesi sahih olmaz. Tıpkı o günlerde oruç tutmayı nezretmesinin sahih olmadığı gibi…
(Şöyle denilmiştir: Şârih’in) “müezzin” demesi zayıf bir kavildir. Sahih kavle göre müezzinle başkasının arasında fark yoktur…
(Minarenin kapısı mescidin dışında olur da ezan okumak için mescidin dışına çıkabileceği gibi), eğer minarenin kapısı mescidin içinde olursa evleviyetle çıkar. el-Bahır sahibi şöyle demiştir: “Minarenin kapısı mescidin içinde ise bozmaz. Aksi takdirde (mescidin dışında ise) zâhiru’r-rivayete göre yine bozmaz.” Şârih, “müezzin olmasa bile, ezan için çıkar da, minarenin kapısı da mescidin dışında bulunursa…” dese daha iyi olurdu…
Ben (İbn-i Âbidîn) derim ki: Hatta el-Bedâyi’den anlaşıldığına göre, (minareye çıkmak için) ezan (okuma) dahi şart değildir. el-Bedâyi sahibi şöyle demiştir: Minarenin kapısı mescidin dışında olsa bile minareye çıkarsa ihtilafsız (itikâfı) bozulmaz. Çünkü minare mescitten sayılır, zira mescitte yasak olan bevl etme ve benzeri şeyler (minarede) de yasaktır, binaenaleyh (minare) mescidin zaviyelerinden (köşelerinden) birine benzemiştir. Lakin kapısı mescidin dışında ise, “ezan için çıkarsa” diye kayıtlamak (sınırlandırmak) gerekir. Çünkü minare mescitten sayılsa da, (itikâf yapan kişinin minarenin) kapısına ezandan başka bir maksatla çıkması, özürsüz (dışarı) çıkmaktır. Bu izahla, Şârih’in sözünün zayıf kavil üzerine tefrî edilmediği anlaşılır… (İbn-i Âbidîn, Oruç Bahsi)
[1] Muhammed, 47/33