Oruçlu bir meslek sahibi, mesleği ile meşgul olduğu takdirde orucu bozmayı mübah kılacak bir hastalığa yakalanacağını bilir ve geçimini temin etmeye de muhtaç bir halde olursa, bu durumda hastalanmadan önce orucunu yemesi mübah olur mu? Bir kimse oruç tuttuğu takdirde namazda kıyamda/ayakta durmaktan aciz kalacaksa ne yapar? Oruçta, günün sonunda zayıf düşeceğini bilen bir ekmekçinin böyle olacağını bile bile bu işi yapması caiz olur mu? Çalışan bir insanın Ramazanda orucu bırakmasının helal olması için gerekli olan şartlar nelerdir? Oruçlu bir kimse ekininin telef olmasından veya çalınmasından korkar ve kendisi bizzat ekini topladığı takdirde orucu bozması gerebilecek ise nasıl davranır? Bir kimse belirli bir müddet çalışmak üzere bir işyerine veya bir kimseye işçi olur da bu müddette de Ramazan gelirse ve bu işte çalıştığından dolayı orucunu bozması gerekecekse nasıl davranır? Bir kimse ücretle sütanne tutar, sütannenin de sözleşme gereği çocuğu emzirmesi icabeder ve eğer oruç tutmaya devam ederse çocuğun açlıktan öleceğinden korkarsa nasıl davranır? Oruçlu bir kimse bir işte çalışarak kendini yorar, ta ki susuzluk canına yeter de orucunu bozarsa, sadece kaza mı gerekir yoksa keffaret de vermesi lazım gelir mi?

SORU: Oruçlu bir meslek sahibi, mesleği ile meşgul olduğu takdirde orucu bozmayı mübah kılacak bir hastalığa yakalanacağını bilir ve geçimini temin etmeye de muhtaç bir halde olursa, bu durumda hastalanmadan önce orucunu yemesi mübah olur mu? Bir kimse oruç tuttuğu takdirde namazda kıyamda/ayakta durmaktan aciz kalacaksa ne yapar? Oruçta, günün sonunda zayıf düşeceğini bilen bir ekmekçinin böyle olacağını bile bile bu işi yapması caiz olur mu? Çalışan bir insanın Ramazanda orucu bırakmasının helal olması için gerekli olan şartlar nelerdir? Oruçlu bir kimse ekininin telef olmasından veya çalınmasından korkar ve kendisi bizzat ekini topladığı takdirde orucu bozması gerebilecek ise nasıl davranır? Bir kimse belirli bir müddet çalışmak üzere bir işyerine veya bir kimseye işçi olur da bu müddette de Ramazan gelirse ve bu işte çalıştığından dolayı orucunu bozması gerekecekse nasıl davranır? Bir kimse ücretle sütanne tutar, sütannenin de sözleşme gereği çocuğu emzirmesi icabeder ve eğer oruç tutmaya devam ederse çocuğun açlıktan öleceğinden korkarsa nasıl davranır? Oruçlu bir kimse bir işte çalışarak kendini yorar, ta ki susuzluk canına yeter de orucunu bozarsa, sadece kaza mı gerekir yoksa keffaret de vermesi lazım gelir mi?

CEVAP:

(Oruç tutmaktan) zayıflatacak bir işi yapmak caiz değildir. Binaenaleyh ekmekçi günün yarısında (hamurunu yoğurur) ekmeğini yapar, günün geri kalanında ise istirahat eder. Bu (kadar çalışmak geçim için) bana yetmiyor derse, kışın en kısa günleri ile yalanlanır (yani o kısa kış günlerinde geçimi hususunda ne yapıyorsa bu uzun günlerde yarım gün çalıştığında da onu yapar). (Buna rağmen yine de çalışır da ekmeği) işlerken/pişirirken sıcak canına yeter (takatini keser) ve hastalanarak orucunu bozarsa, keffaret lazım gelip gelmeyeceği hususunda iki kavil vardır.

el-Bezzâziye’de bildirildiğine göre, bir kimse oruç tuttuğu (takdirde namazda) kıyamda/ayakta durmaktan âciz kalacaksa, iki ibadeti birden yapmış olmak için orucunu tutar ve namazı oturarak kılar.

Tatarhâniyye sahibi şöyle demiştir: “Fetevâ’da bildirildiğine göre Ali b. Ahmed’e; “bir sanat/meslek sahibi sanatı/mesleği ile meşgul olduğu takdirde oruç tutmamayı mübah kılacak bir hastalığa yakalanacağını bilir ve nafakaya (geçimini temin etmeye de) muhtaç bir halde olursa, hastalanmadan önce orucunu yemesi mübah olur mu?” diye sorulmuş da bunu son derece şiddetle men etmiştir/yasaklamıştır.” Bunu üstadı el-Veberî’den böylece aktarmıştır.

Yine Fetevâ’da şöyle denilmiştir: “Ebû Hâmid’e, (oruçta) günün sonunda zayıf düşen ekmekçinin bu işi yapıp yapamayacağını sordum. Şu cevabı verdi: Hayır (o işi yapamaz), fakat günün yarısında (hamurunu yoğurur) ekmeğini yapar, geri kalanında istirahat eder. Şayet “bu (kadar çalışmak geçimimi sağlamak için) bana yetmez” der ise, kış günleri ile yalanlanır. Zira (kış günleri) en kısa (günlerdir). O (kısa kış günlerinde) ne yapıyorsa bu (uzun günlerde de) onu yapar, (yani kış günleri kısa olmasına rağmen o günlerde o kadar çalışmak geçimi için yetiyorsa uzun yaz günlerinde de kısa kış günlerinde çalıştığı kadar çalışması geçimi için ona kifayet eder).”

Remlî (bu mevzuda) şöyle demiştir: “Câmiu’l-Fetevâ’da bildirildiğine göre; bir kimse geçim derdi ile meşgul olurken/meşgul olduğundan dolayı zayıf düşerek oruç tutamazsa, oruç (tutmayı) bırakarak her gün için yarım sâ (fitre miktarı) yiyecek verebilir. Yani orucunu kaza edecek başka günlere yetişemezse (her gün için fitre miktarı mal verebilir), eğer (orucu kaza edebileceği günlere yetişirse) kaza etmesi vacip olur. Bu izaha göre hasat zamanı (çiftçinin) oruçlu olarak (hasat yapmaya) gücü yetmez ve (hasadı) geciktiği takdirde de ekin helâk oluyorsa, oruç (tutmayı) bırakıp sonra kaza edebileceğinin cevazında şüphe yoktur. Ekmekçi de öyle olup, (yukarıdaki) “kış günleri ile yalanlanır” ifadesi söz götürür. Çünkü “yeterlilik/kifayet etme” (yani o kadar çalışmasının geçimi için yetmemesi) meselesinde, günün uzunluğunun ve kısalığının bir tesiri yoktur. (Çalışan bu kişinin, bu kadar çalışma geçimim için) “bana yetmez/kifayet etmez” demesinde doğru söylediği de ortaya çıkabilir. Binaenaleyh halini iyiye yormak için bu söze havale edilir (yani kişinin hali salaha/iyi hale hamlolunmasından dolayı, durum, “bana yetmiyor” sözüne havale edilir/bu sözü doğrulanır). Düşün!” (Remlî’nin sözü burada bitmiştir.) Yani (Remlî); “ihtiyaç, yaza-kışa, ucuzluğa-pahalılığa ve çoluk-çocuğun azlığına-çokluğuna göre değişir” demek istemiştir.

Lâkin (Remlî’nin) Câmiu’l-Fetevâ’dan naklettiği (yukarıdaki) bu sözü Nûru’l-Îzah sahibi ile başkaları, “ebediyen oruç tutmayı adayan” hakkında tasavvur etmişlerdir (olduğunu söylemişlerdir). Bunu, “orucu bırakır, yiyecek fidye verir” sözünü mutlak söylemiş olması da teyit eder. Bizim (buradaki) sözümüz (mevzumuz) ise Ramazan orucu hakkındadır.

Sanat/meslek sahibi meselesinde de -zâhire göre yukarıda geçen (Remlî’nin naklettiği) söz, mezhebin nakledilmiş bir kavli olmayıp, Ulemanın anlayışları olduğundan- şöyle demek gerekir: O kimsenin kendine ve çoluk-çocuğuna yetecek kadar yiyeceği varsa (yukarıdaki durumda) orucu bırakması helâl olmaz. (Eğer kendine ve çoluk-çocuğuna yetecek kadar yiyeceği/nafakası yoksa orucu tutmayabilir) zira (rızkını) insanlardan dilenmesi haramdır. Dilenecek (duruma düştüğü) takdirde orucu tutmaması evlâdır. (İnsanlardan rızkını) dilenecek (duruma düşmemişse), geçimini temin edecek kadar çalışması gerekir. Geçimini temin edecek kadar çalışması onu orucu bırakmasına vardırırsa, orucu bıraktırmayacak başka bir işte çalışmak imkânı bulamadığı takdirde orucu bırakması helâl olur. Keza, ekininin helâkinden (telef olmasından) veya çalınmasından korkar da mislî ücret ile çalışacak bir kimse de bulamaz ve (bu işi de) kendisi yapabiliyorsa, hüküm yine budur (yani bu durumda orucu bırakmasının helal olmasıdır). Çünkü o kimse bundan daha ehveni (daha aşağı bir durum) için namazını bozabilir, (dolayısıyla orucu bozması evleviyetle caiz olur). Lâkin muayyen bir müddet çalışmak üzere birine çırak/işçi olur da (bu müddette de) Ramazan gelirse, zâhire göre (işçinin kendisine) yetecek kadar yiyeceği olsa bile, patronu/işvereni icâreyi/iş sözleşmesini bozmaya yanaşmazsa oruç tutmayabilir.

Nitekim ücretle tutulan sütanne de öyledir. Onun da akit/sözleşme gereği çocuğu emzirmesi icabeder ve çocuğun (açlıktan öleceğinden) korkarsa orucu bırakması helal olur. Bu adamın kendi hayatından korkması (durumunda orucu bırakmasının helal olması) evleviyette kalır. Düşün! Benim anladığım (İbn-i Âbidîn’in) budur. Allah’u a’lem.

(Ekmekçi günün yarısında ekmeğini yapar, günün geri kalanında ise istirahat eder. “Bu kadar çalışmak geçim için bana yetmiyor” der ise, kışın en kısa günleri ile yalanlanır. Buna rağmen yine de çalışır da ekmeği pişirirken sıcak takatini keser ve hastalanarak orucunu bozarsa, keffaret lazım gelip gelmeyeceği hususunda iki kavil vardır.) el-Vehbâniyye sahibi bunu nazımla/şiirsel olarak ifade ederek şöyle demiştir: “İnsan iş ile kendini (takatini) bitirir de, orucunu bozarsa keffaret hakkında iki kavil yazdılar.” Şurunbulâlî şöyle demiştir: “Bunun sureti şudur: Oruçlu bir kimse bir işte (çalışarak) kendini yorar, ta ki susuzluk canına yeter de orucunu bozarsa, keffaret vermesi lazım gelir. Bazıları lazım gelmeyeceğini söylemişlerdir ve el-Bakkâlî bununla fetva vermiştir. Bu, cariye meselesinin hilâfınadır, şöyle ki, (sahibi cariyesine bir iş verir, cariye ise bunu yapmaktan imtina etse de mecburiyet ve zor altında bu işi istemeden yapar, sonra da) cariye yorulur da takati kalmazsa, sahibinin zoru altında mazurdur (yani zorunlu olarak sahibinin mecburi hizmetinde bulunduğundan özürlü sayılır ve bu yüzden orucunu bozarsa keffaret lazım gelmez). Ama (bu durumda cariye) o işten imtina edebilir (yapmayabilir). Köle de öyledir (her ikisi de eğer efendilerinin verdiği işi isteyerek yaparlar sonra da takatleri kalmaz ve orucu bozarlarsa o takdirde hem kaza hem keffaret lazım gelir).” Bu sözün zâhirine bakılırsa, keffaret vacip olduğu tercih edilmektedir. Şurunbulâliyye sahibinin el-Müntekâ’dan naklettiği de budur.

Ben (İbn-i Âbidîn) derim ki: (Yukarıdaki cariye ve köle meselesinde) “imtina edebilir” sözünün muktezası, (orucu bozmak zorunda bıraktıran efendisinin verdiği işi) isteyerek yaptı ise ona da keffaret lazım gelmesidir. Bu cümlenin üst tarafı (yani keffaretin lazım gelmediği bölümü, efendisinin verdiği işi) istemeyerek yaptığına yorumlanır/hamlolunur. Ta’IiI/illetlendirme bunu göstermektedir. Allah’u a’lem. (İbn-i Âbidîn, Oruç Bahsi)