SORU: Katılım Bankalarından/Finans Kumlarından ev, araba almak caiz midir? Paramızı kâr payı almak için yatırmak caiz midir? Paramızı koyacak başka bir yer yoksa Katılım Bankalarına/Finans Kurumuna koyabilir miyiz?
CEVAP:
a) Bir kişi parasını veya altın, gümüş gibi kıymetli şeyleri evinde, işyerinde veya başka bir yerde bulundurursa hırsızlık vb. şeylerden korkuyor ve Bankadan başka saklayacak güvenilir bir yer bulamıyorsa, bu durumda “ehven-i şer” kabîlinden faizsiz olarak Finans kurumlarına koyabilir, kasa kiralayabilir. Zira paranın çalınması şerdir, faiz kurumu olan bankaya yatırmak da şerdir, binaenaleyh iki şerden birisi tercih edilir ve ehven olan şer yani Bankaya yatırılması tercih edilmiştir… Eğer ilerleyen zamanlarda Katılım Bankaları/Finans Kurumu veya Bankanın haricinde saklayabilecek bir yer bulursa iki şerden birisi olan paranın çalınması şerri defolmuştur ve böylece mesele aslına döner yani parayı Katılım Bankaları/Finans Kurumu veya Bankada saklaması caiz olmamış olur. Parayı Banka ve Katılım Bankalarında/Finans Kurumunda tutmak şerdir zira parayı faizsiz de olsa Bankalarda veya Katılım Bankalarında tutma hususunda faiz kurumlarına destek vermek söz konusudur…
b) Katılım Bankalarından alınan borç kredidir, kredi ise haramdır, zira kredi faizli muameledir, faizli muameleler ise haramdır…
c) Katılım Bankalarından/Finans Kurumundan verilen kâr payı dedikleri oran da faizdir, Finans Kurumları kısmen mudilerin paralarını ticarette çalıştırdıkları mevzubahis olsa da faizli muamelelerde değerlendirilmektedir, faizli muameleler ise haramdır. Keza kâr payı amacıyla parayı Katılım Bankalarına yatırmada, faiz kurumlarına destek vermek söz konusudur… Faizin isminin “nema”, “fevaid”, “kâr payı” vb diyerek değiştirilmesiyle hükmü değişmez…
d) Katılım Bankalarından/Finans kurumundan satın alınan ev de araba da faizledir, sonuçta imzaladığın evrak alım-satım evrakı değil kredi kullanma evrakıdır/kredi sözleşmesidir… Fıkıhta “akitlerde itibar manayadır lafza değildir” kaidesi vardır. Lakin bu kaide ile zamanımızda Katılım Bankalarından ev ve araba satın alma mevzusunda ve birçok akitte amel edilmesi müşkil olmuştur. Zira zamanımızda geçerli olan “beyyine”, “evraklar” olmuştur. “Beyyineler” zamana göre değişebilir, şöyle ki; “el-İhtiyâr” isimli eserde zikredildiğine göre, “beyyine” önceleri sadece “şahitler” idi, ancak daha sonraları buna “evraklar” da dâhil olmuştur. Örneğin; zamanımızda bir kişi şu çocuk benden değil dese ve 10 tane şahit getirse, sonra bu çocuk ile bu kişi için DNA testi yapılsa ve bu çocuğun bu adama ait olduğu ortaya konulsa, mahkeme 10 kişinin şahitliğini değil DNA testini delil olarak kabul eder ve çocuğun bu adama ait olduğuna hükmeder. Keza bir başka örnek verecek olursak, bir kişi falanca adamın kendisinden alacağı olmadığını söylese ve şahitler getirse, ancak alacağı olduğunu iddia eden kişi de ‘senet’ veya ‘çek’ beyan etse, mahkeme bu kişinin bu adamdan alacağı olduğuna hükmeder. Görüldüğü üzere itibar, evrakta yazılı olan şeyedir ve hüküm de ona göre verilmektedir zira İslam Hukukunda kaidedir ki; “hüküm, delillerin çokluğuna göre değil, kuvvetliliğine göre verilir…” İşte Katılım Bankalarından/Finans Kurumundan alınan ev veya arabada da durum aynıdır, şöyle ki; “söz ile yapılan akitte ev alım-satımı” konuşulsa da “evrak üzerinde kredi alım-satım sözleşmesi” imzalanmaktadır. Öyleyse; madem, sizin “itibar ettiğiniz söz ile yapılan akittir, geçerli olan akit söz ile yapılandır” o halde neden “Kredi sözleşmesi kuralları” geçerli olmaktadır? Madem, sizin “itibar ettiğiniz söz ile yapılan akittir, geçerli olan akit söz ile yapılandır”, neden evi alan kişi öldüğünde “Kredi sözleşmesi kuralları” geçerli olmaktadır? Madem, sizin “itibar ettiğiniz söz ile yapılan akittir, geçerli olan akit söz ile yapılandır”, neden taksitler ödenemediği zaman “Kredi sözleşmesi kuralları” geçerli olmaktadır? Madem, sizin “itibar ettiğiniz söz ile yapılan akittir, geçerli olan akit söz ile yapılandır”, saydığımız durumlarda Mahkemede neden kredi sözleşmesi evrakındaki/sözleşmedeki şartlar geçerlidir? Hakikatte “sözle” de olsa bu bir “ev alım-satımı” olup, “kredi sözleşmesi” sadece “sûreten” imzalanıyor ise, neden yukarıdaki durumlarda kredi sözleşmesinin şartları geçerlidir; eğer hakikatte bu bir kredi sözleşmesi ise neden ev alım-satımı denilmektedir? Keza, bugün Katılım Bankalarının iddia ettikleri vekâletin hiçbir hukuki sonucu yoktur. Keza, anlatılana göre “Katılım Bankaları evi kendisi alıyor ve böylece birinci müşteri oluyor, sonra bu evi ikinci müşteriye kârıyla satıyor” denilmektedir ki hakikatte burada alınan vekâlet, “vekâleti veren adına alıyorum, müsait olunca tapuyu ona aktaracağım” vekâletidir, ne Katılım Bankaları birinci müşteridir ne de hakiki alıcı ikinci müşteridir…