SORU: Hünsânın kendi evinde yaptığı itikâfı sahih olur mu? İtikâfın rüknü nedir? İtikâfın şartları nelerdir? İtikâf için hayız, nifas ve cünüplükten temiz olmak şart mıdır? İtikâf kaç kısımdır? Kalben itikâfa girmeyi nezretmekle itikâf vacip olur mu? Ramazandaki itikâf sünnet-i ayn’mıdır yoksa sünnet-i kifâye midir? Rasûlullah (s.a.v.) vacip bir fiile de sünnet-i müekkede olan bir fiile de devam etmiştir, o halde bu ikisini birbirinden ayıran husus nedir? Bir kimse itikâfa girmeyi nezretse, itikâftayken oruç tutması da gerekir mi? Bir kimse “Allah için oruçsuz bir ay itikâf yapmak boynuma borç olsun” derse itikâftayken oruç tutması gerekir mi? Nafile itikâfta oruç tutmak şart mıdır? Ramazanın son on günündeki sünnet olan itikâfta oruç tutulmazsa hükmü ne olur?
CEVAP:
Hünsânın kendi evinde yaptığı itikâfın sahih olup olmadığı (hususunu), ben (Şârih) bunu (bir kitapta) görmedim. Zâhire göre sahih olmaz, çünkü erkek olması ihtimali vardır. Şöyle ki, hünsâyı “kadın” sayarsak, mekruh olmakla beraber mescitte itikâfı sahih olur. “Erkek” sayarsak, evinde hiçbir vecihle sahih olmaz…
Ben (İbn-i Âbidîn) derim ki: Lakin Ulemanın açıkladıklarına göre, “vacip ile bidat arasında tereddüt eden (gidip-gelen) şey ihtiyaten yapılır. Sünnetle bidat arasında tereddüt eden (gidip-gelen) şey ise terk edilir…”
Ancak, “bidatten maksat, tahrîmen mekruhtur. Bu ise öyle değildir. Hassaten itikâf nezredilmiş bir itikâf ise hiç de öyle değildir” denilirse bu müstesnadır…
İtikâfta durmak (beklemek/ikamet etmek) rükündür. Burada şöyle denilebilir: Bu, lügat manasının hakikati itibariyledir. Şer’î manasının hakikatine göre ise (itikâf), mescitte hususi duruş (bekleyiş/ikamet ediştir)…
(İtikâfın şartı; 1- Niyet ve 2- Mescitte yapılmasıdır…)
İtikâfa, akıllı, cünüplükten, hayızdan ve nifastan temiz olan Müslüman’ın niyet etmesi ve Mescitte yapılması (itikâfın) iki şartıdır. Zira İslâm (Müslüman olma) ve akıl olmazsa, niyet sahih olmaz. Bunlar (yani İslam ve akıl) niyetin şartlarıdır. Böyle demekle, el-Bahır sahibinin ifade ettiği gibi bu iki şeyi itikâfın şartı yapmaya hacet kalmaz (yani “niyet şarttır” deyince, aklı ve Müslüman olmayı itikâfın şartlarında ayrıca saymaya gerek kalmaz, çünkü akıl ve Müslüman olmak zaten niyetin şartlarındandır)…
el-Bedâyi sahibi bu üç şeyden (cünüplükten, hayız ve nifastan) temiz olmayı itikâfın şartı saymıştır. en-Nehir’de ise şöyle denilmiştir: “Hayız ve nifastan temizliği itikâfta şart koşmak, nafile (itikâfta) orucu şart kılan rivayete göre olması gerekir, nafile (itikâfta) oruç şartı yok ise, cünüplükten temizlenme gibi yalnız helâl olmanın şartlarından sayılması gerekir. Ben buna değineni görmedim…”
Hâsılı (özet olarak) bu üç şeyden (cünüplükten, hayız ve nifastan) temiz olmak, helâl olmanın şartıdır…
Hayız ve nifastan temiz olmak, menzur da (nezir olarak yapılan itikâfta helal olmanın şart olmasının yanı sıra) keza sahih olmanın da şartıdır (çünkü vacip olan itikâfta oruç tutmak şarttır, hayız ve nifas ise oruca manidir)…
Nafile itikâfta ise, “nafile itikâfta oruç şarttır” rivayetine göre, nafilede de (hayız ve nifastan temiz olmak helal olmanın şart olmasının yanı sıra keza sahih olmanın da) şartıdır (çünkü hayız ve nifas oruca manidir). (Nafile itikâfta oruç şart koşulmaz ise, hayız ve nifastan temiz olmak da şart koşulmayıp bunlardan temiz olmak cünüplükten temiz olmak gibi sadece helal olmanın şartı olurlar, sahih olmanın şartı olmazlar)…
Cünüplük bunun hilâfınadır (cünüplükten temiz olmak itikâfın sahih olması için şart değildir), çünkü onunla oruç sahihtir (cünüplükten temiz olmak sadece helal olmanın şartıdır). Rahmetî burada inceleme yapmış (şöyle demiştir): “Ulemanın açıkladıklarına göre, itikâfın meşru olmasından asıl maksat, cemaatle namaz kılmayı beklemektir. Hayızlı ile nifaslı ise namaza ehil değillerdir, yani onların itikâfları sahih değildir. Cünüp öyle değildir. Zira (cünüp kişinin) temizlenip namaz kılması mümkündür.” Fakat Rahmetî’nin bu sözünden, cünüp bir kimse temizlenmez ve namaz kılmazsa itikâfının sahih olmaması ve keza itikâfın sahih olmasının şartlarından biri de “cemaatle namaz kılmanın” olması lazım gelirdi ki, buna hiçbir kimse kail olmamıştır (söylememiştir)…
İtikâf üç kısımdır:
1) Dili ile (itikâfa girmeyi) nezretmek ki, bu, (itikâfı vacip kılar), binaenaleyh itikâfın vacip olması için, yalnız (kalben) niyet yeterli değildir (nezrettiğini diliyle söylemesi lazımdır)…
(Keza, itikâfa) başlamakla da (itikâf vacip olur). Bunu el-Bahır sahibi el-Bedâyi’den nakletmiş ve sonra şunları söylemiştir: “Aşikârdır ki, bu söz zayıf bir kavil üzerine tefrî edilmiştir (furuatlandırılmıştır). O (zayıf kavil ise), nafile (itikâf) için bir zamanı (yani bir günden az olmamasını) şart koşmaktır. Mezhebe göre ise, nafile itikâfın en azı bir andır, zaman şart değildir.” Bu az ileride de cevabı ile birlikte gelecektir…
(İtikâfa girmeyi) tâlik (bir şeye bağlama) ile de (itikâf) vacip olur. Yukarıda (dili ile itikâfa girmeyi nezretme) ile buradaki nezrin arasındaki fark şudur ki, yukarıdaki müneccez yani üzerine hemen vacip olan nezir, buradaki ise muallâk yani ileride bir şeyin olmasına veya olmamasına bağlanmış olan nezirdir…
2) Ramazanın son on gününde sünnet-i müekkede, yani (sünnet-i) kifâyedir. Zira sahabeden itikâfı yapmayana inkâr buyrulmamıştır (reddedilmemiş, muâheze olunmamıştır)…
Bunun (yani Ramazanın son on gününde itikâfın sünnet-i kifâye olmasının) benzeri (dengi), cemaatle teravih namazı kılmaktır ki, bazılarının bunu yapmasıyla diğerlerinden sâkıt olur ve özürsüz olarak devamlı terk etseler bile günahkâr olmazlar. (Cemaatle teravih namazı kılmak) sünnet-i ayn olsaydı, sünneti mükkedeyi terk etmekle vacibin terkinden (hâsıl olan günahtan) daha aşağı bir günaha girerlerdi…
(Sünnet iki kısımdır: Sünnet-i ayn ve Sünnet-i kifaye. Sünnet-i ayn, her bir mükellef için yapması sünnet olandır. Sünnet-i kifaye ise bazılarının yapmasıyla diğerlerinden sâkıt olan sünnettir. Örneğin, teravih namazı kılmak sünnet-i ayn’dır. Bir kimse terk ederse mekruh işlemiş olur. Teravih namazını cemaatle kılmak ise sünnet-i kifayedir. Herkes teravih namazını cemaatle kılmayı terk ederse günahkâr olurlar. Bir kimse teravihi evinde tek başına kılarsa fazileti terk etmiş olur. Teravihi evinde cemaatle kılan ise mescitte cemaatle kılmanın faziletine nail olamaz. İbn-i Âbidîn, Vitir ve Nevâfil bahsi)
(Sahabeden itikâfı yapmayana inkâr buyrulmamıştır) cümlesi, el-Hidâye’deki “sahih kavle göre itikâf sünnet-i müekkededir. Çünkü Nebi (s.a.v) Ramazanın son on günlerinde ona devam buyurmuştur. Devam etme, sünnet olduğuna delildir” ifadesine yapılan itiraza cevaptır. İtiraz şudur: “Hiç bırakmadan devam buyurması, o ibadetin vacip olduğuna delildir.” Buna cevap olarak, “Peygamber (s.a.v) onu (itikâfı) terk edeni inkâr ve muâhaze buyurmamıştır. Eğer (itikâf) vacip olsaydı (onu terk edeni) muâhaze ederdi” denilmiştir…
Hâsılı (sözün özeti), şayet terk eden kişi inkâr/red ve muâheze (kınama/ayıplama) olunursa devam etme (muvâzabe) o zaman vucubiyeti ifade eder (inkâr ve muâheze bulunmazsa, muvâzabe vucubiyeti ifade etmez)…
3) Sair zamanlarda ise (itikâf) müstehaptır. (Yani) sünnet-i gayr-i müekkede’dir. Bunun muktezası (gerektirdiği), “buna da sünnet denilir” demektir. el-Hidâye’de vitir namazı babında müstehab’a sünnet denilmesi de buna delâlet eder…
Mezhebe göre, yalnız birinci (maddedeki itikâfın) sahih olması için ittifakla oruç şarttır. Hatta bir kimse “Allah için oruçsuz bir ay itikâf (yapmak) boynuma borç olsun” dese, itikâfa girip oruç tutması da icap eder…
Yani nezredilen (adak olarak adanan) itikâfın sahih olması için ittifakla (itikâfta) oruç (tutulması) şarttır. Bu (yani sadece nezir olan itikâfta oruç tutmanın vacip olması) Asl’ın rivayetidir. Bunun mukabili, Hasan’ın rivayetidir ki, ona göre nafile (itikâfta da) oruç şarttır. Bu ihtilafın esası, “nafile itikâf bir günle mukadder midir değil midir” meselesinde rivayetin muhtelif olmasına dayanır. Asl’ın rivayetine göre, (nafile itikâf) bir günle sınırlanmış değildir, binaenaleyh (nafile itikâfta) oruç şart değildir. Bir rivayete göre ise, (nafile itikâf) bir günle sınırlıdır ki, keza bu İmam Hasan’dan da rivayet edilmiştir. Buna göre ise nafile itikâfta oruç şarttır…
Ben (İbn-i Âbidîn) derim ki: Bu (yukarıda anlatılanın) muktezası, sünnet itikâfta da orucun şart olmasıdır. Çünkü (sünnet olan itikâf Ramazanın) son on günüyle sınırlandırılmıştır. Hatta birisi bu itikâfı hastalık veya yolculuk gibi bir özürden dolayı oruçsuz yapsa, (itikâfın sünnet olarak) sahih olmaması, nafile itikâf sayılması gerekir ve binaenaleyh sünnet-i kifâye bununla yerine getirilmemiş olur. Bunu, el-Kenz’in “mescitte oruç ve niyetle durmak sünnettir” sözü de teyit eder. Çünkü “sünnettir” diye açıkça belirttiği için, el-Kenz’in sözünü nezir itikâfa yorumlamak mümkün olmadığı gibi, bu sözün arkasından “itikâfın nafile olarak en az müddeti bir andır” dediği için nafileye yorumlamak da mümkün değildir. Şu halde (bu sözü) sünnet-i müekkede olan itikâfa hamletmek taayyün eder (meydana çıkar) ve buda (sünnet itikâfta da) orucun şart olduğunu gösterir…
el-Bahır’da, “el-Kenz’in sözünü sünnet itikâfa hamletmek mümkün değildir. Çünkü Ulema, orucun yalnız nezredilen itikâfta şart olduğunu başkasında şart olmadığını açıklamışlardır” denilmişse de bu söz götürür. Zira Ulema sadece, orucun nezir itikâfta şart olduğunu, nafile itikâfta şart olmadığını açıklamış, sünnet itikâfın âdeten oruçlu yapıldığının açıkça ortada olmasından dolayı sünnet itikâfta (orucun) hükmünden bahsetmemişlerdir. Onun içindir ki ed-Dürer’in metninde itikâf; menzûr (nezredilmiş), sünnet ve nafile olmak üzere üç kısma ayrılmış, sonra da “birincisinin sahih olması için oruç şart, üçüncüsü için şart değildir” denilmiş, dediğimiz gibi (Ramazanda) âdeten oruçsuz itikâf olmadığından ikincide (yani sünnet itikâfta oruç tutmadan) bahsedilmemiştir. Eğer Ulema nafile (itikâfla) sünnet itikâfı da kapsayan bir manayı kastetselerdi, ed-Dürer sahibinin “yalnız birincinin sahih olması için oruç şarttır” demesi gerekirdi ki Musannıf da öyle demiştir. Binaenaleyh ed-Dürer sahibinin ifadesi, Musannıf’ın ifadesinden daha güzeldir. Benim (İbn-i Âbidîn) anladığım budur… (İbn-i Âbidîn, Oruç Bahsi)