Ebû Hanife’nin takvası, Rabbini rüyasında yüz defa görmesi ve bu mertebelere nasıl ulaştığı hakkında varid olan rivayetler nelerdir?

SORU: Ebû Hanife’nin takvası, Rabbini rüyasında yüz defa görmesi ve bu mertebelere nasıl ulaştığı hakkında varid olan rivayetler nelerdir?

CEVAP:

Ebû Hanife’ye bu yüksek makam (illiyyûn’un âlâsı/cennetin en yüksek yeri) nasıl verilmesin ki, kendisi kırk sene yatsı namazının abdesti ile sabah namazını kılmış, elli beş defa hacca gitmiş ve Rabbini rüyasında yüz defa görmüştür. Bu rüya meselesinin ise meşhur bir kıssası vardır: Son haccında geceleyin Kâbe’ye girmek için Kâbe’nin bekçilerinden izin almış ve içeri girerek iki direk arasında namaza durmuş. Namazda evvela sağ ayağının üzerine basmış sol ayağını da onun üstüne koymuş[1] ve Kur’ân-ı Kerim’i yarıya kadar okumuş. Sonra rükû ve secdeye vararak ikinci rekâta kalkmış. Bu sefer sol ayağının üzerine basmış, sağ ayağını da onun üstüne koymuş ve Kur’ân-ı Kerim’i hatmedinceye kadar okumuş. Selam verince ağlayarak Rabbine münacatta bulunmuş ve “Ey Allah’ım! Bu zayıf kul sana hakkı ile ibadet edemedi, ama seni hakkı ile bildi (marifet etti). Şu halde (bu kulun) hizmetinin noksanını marifetinin kemâline bağışla!” diye niyaz etmiş. Bunun üzerine Beyt-i Şerif’in yan tarafından sesi işitilip de kendisi görülmeyen bir münadi (hâtif) şöyle der: “Ya Ebâ Hanife! Bizi hakkıyla bildin (marifet ettin)! Bize hizmet ettin, hizmeti de güzel yaptın. Seni ve kıyamete kadar mezhebine girerek sana tâbi olanları affettik!…”

(İbn-i Âbidîn’in anlattığı) rüya kıssası ise şudur: İmam A’zam (rh.a) diyor ki: “Yüce Rabbimi rüyamda 99 defa gördüm. Kendi kendime; eğer yüzüncü defa görürsem ona mutlaka; “kıyamet gününde kulların senin azabından ne ile kurtulacak?” diye soracağım, dedim. Arkasından Rabbimi rüyamda gördüm ve “Ya Rabbi! Kıyamet gününde kulların senin azabından ne ile kurtulacak?” dedim. Subhân Teâlâ Hazretleri şu cevabı verdi; “her kim sabah ve yatsı namazlarından sonra, “Subhâne’l-ebediyyi’l-ebed. Subhâne’l-vâhidi’l-ehad. Subhâne’l-ferdi’s-samed. Subhâne râfi-i’s-semâi bi ğayri amed. Subhâne men beseta’l-arda alâ mâin cemed. Subhâne men haleka’l-halka feahsâhüm aded. Subhâne men kaseme’r-rizka ve lem yense ehad. Subhânellezî lem yettehız sâhibeten ve lâ veled. Subhânellezi lem yelid ve lem yûled ve lem yekün lehû küfüven ehad”[2] derse azabımdan kurtulur.”

Ebû Hanife’ye; bu mertebeye ne ile ulaştın? diye sormuşlar da, “ifadede (anlatımda) cimrilik etmedim. İstifadeden de çekinmedim/geri durmadım” cevabını vermiş…

(İbn-i Âbidîn şöyle demiştir): “et-Ta’lîm” isimli eserde, “ifadede cimrilik etmedim, istifadeden de çekinmedim” sözünü Ebû Hanife’nin değil, İmam Ebû Yusuf’un söylediği bildirilmiş ve sonra şöyle devam edilmiştir: “Ebû Hanife (rh.a)’e bu ilme ne ile ulaştın? diye sorulduğunda; “Ben ilme ancak, çaba sarfetmek/cehd ve gayret etmek ve şükürle nail oldum. Bir fıkıh ve hikmeti anlayıp muvaffak oldukça “elhamdülillah” dedim. Böylelikle ilmim arttı” demiştir…”

Müsâfir b. Kiram, “Her kim kendisi ile Allah Teâlâ arasına Ebû Hanife’yi koyarsa, korkmayacağını umarım” demiştir. Bu babta kendisi şu beyitleri söylemiştir: “Bana Kıyamet gününde Allah’ın rızası için olan hayırlar namına sayacağım (şey olarak), mahlûkatın en hayırlısı Nebî Muhammed’in dini ve ondan sonra da Numan’ın mezhebine itikadım yeter…”

(İbn-i Âbidîn şöyle demiştir): Mis’ar’ın[3] “korkmayacağını umarım” demesi, mukallid olan kişinin, imam, âlim, sağlam itikadlı ve sahih içtihatlı bir müçtehidi taklid edip ona uyduğu içindir. Her kim de bir âlimi taklid ederse, Allah’a salim/korkusuz/emniyette olarak kavuşur…” (İbn-i Âbidîn, Mukaddime)

 

[1] Tahtâvî’nin beyanına göre, “namazda bir ayağını diğerinin üstüne kaymak sünnete muhaliftir” denilerek, İmam A’zam’ın bu yaptığına itiraz edilmişse de, Şurunbulâlî buna cevap vermiş ve onun fiilini “terâvüh”’a hamletmiştir. Çünkü “terâvüh”, iki ayağın üzerinde durmaktan efdaldir. “Terâvüh”, namaz kılan kimsenin ağırlığını biraz bir ayağının, biraz öteki ayağının üzerine vermesidir. “Terâvüh”’ta iki ayak da yerde durur ve ayaklardan hiç biri havaya kalkmaz. Fakat bu cevap kabule şayan görülmemiştir. Çünkü İmam A’zam bir ayağını diğerinin üstüne koymuştur. Buna şöyle cevap verilebilir: Hazreti İmam’ın bunda güzel bir maksadı vardır ki böylece bu fiilden keraheti gidermiştir. Nitekim Fukahâ baş açık namaz kılmayı mekruh saymış, fakat tezellül ve tevazu kastı ile olursa mekruh sayılmayacağını söylemişlerdir. Sonra ulemadan bazısının bu şekilde cevap verip şöyle dediğini gördüm; “Hazreti İmam bunu nefsi ile mücâhede için yapmıştır. Huşusu bozulmayan bir kimsenin de nefsi ile mücâhede maksadı ile bunu yapmasının kerahete mâni olması yani mekruh olmaması ise ihtimalden uzak değildir…”

[2]

سُبْحَانَ الْأَبَدِيِّ الْأَبَدِ ، سُبْحَانَ الْوَاحِدِ الْأَحَدِ ، سُبْحَانَ الْفَرْدِ الصَّمَدِ ، سُبْحَانَ رَافِعِ السَّمَاءِ بِغَيْرِ عَمَدْ ، سُبْحَانَ مَنْ بَسَطَ الْأَرْضَ عَلَى مَاءٍ جَمَدْ ، سُبْحَانَ مَنْ خَلَقَ الْخَلْقَ فَأَحْصَاهُمْ عَدَدْ ، سُبْحَانَ مَنْ قَسَمَ الرِّزْقَ وَلَمْ يَنْسَ أَحَدْ ، سُبْحَانَ الَّذِي لَمْ يَتَّخِذْ صَاحِبَةً وَلَا وَلَدْ ، سُبْحَانَ الَّذِي لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُوًا أَحَدْ.

[3] İbn-i Âbidîn şöyle demiştir; (yukarıda zikredilen) Müsafir b. Kiram şeklinde tespit edilen bu ismi ben birçok yerlerde Mis’ar b. Kidam şeklinde gördüm…