SORU: Bir İslâm memleketi ne zaman dâr-u harb olur?
CEVAP:
Kâfirler İslâm memleketlerinden bir memleketi mücerret ele geçirseler veya bir şehir ahalisi mürted olarak küfür ahkâmını icra etseler yahut zimmîler ahitlerini bozarak memleketlerini ele geçirseler, bu üç surette de İslâm memleketi, dâr-u harb olmaz…
İslâm ülkesinin dâr-u harb olabilmesi için gerekli olan şartlar hakkında Hanefi mezhebinde iki görüş vardır…
a) İmam Âzam’a göre bir İslâm memleketi şu üç şartın bulunması durumunda dâr-u harb olur:
1- İçerisinde şirk ahkâmının (İslâmî olmayan hükümlerin) açıktan icra edilmesi…
2- Dâr-u harb olan ülkeye bitişik olması ve dâr-u harb olan ülkeyle arasında Müslüman bir ülke bulunmaması…
3- Orada yaşayan Müslüman ve zimmîlerin canları hususunda, önceki emniyet ve güvenliklerini kaybetmeleri. (Eğer emniyette olanlar Müslümanlar ise böyle bir yer dâr-u harb olmaz. Lakin emniyette olanlar gayr-i Müslimler ise orası dâr-u harb olur…)
Dürerü’l-Bihâr adlı eserde zikredilmiştir ki, yukarıda yazılı üç şartın gerçekleşmesiyle dâr-u harbe çevrilmiş bir İslâm şehrinin ahalisine eman verilip de, içinde İslâm ahkâmını icra edecek bir kâdı tayin edilince, tekrar İslâm memleketine dönmüş olur. Eski mülk sahipleri mallarını, taksim edilmeden, bir başkasına satılmadan veya hibe edilmeden önce bizzat bulurlarsa meccanen geri alırlar…
b) İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed’e göre, bir İslâm memleketinin -Allah korusun- bir dâr-u harbe çevrilmesi şu bir şartın gerçekleşmesine bağlıdır; o da içerisinde küfür ahkâmının icra edilmesidir…
Gayr-i Müslim olup hükmü yerine getirilen bir hükümdarın istilâsına maruz kalan dâr-u İslâm, dâr-u harb haline gelmiş olur. Çünkü dâr-u İslam’ın dâr-u harb olması; gayr-i Müslimlerin tebaası, kuvveti ve ordusu itibariyledir. Bunları da hükmü yerine getirilen hükümdarları ve hükümetleri temsil eder. Buna göre hükümdarı gayr-i Müslim olan her hangi bir ülke, bir dâr-u harb olmuş olur. Velev ki dâr-u İslam’a bitişik olsun…
Böyle bir ülkede İslâm hükümlerinden herhangi bir hüküm icra edilmemelidir, hem İslâm ahkâmı hem de şirk ahkâmı icra edilirse dâr-u harb olmaz…
(İbn-i Âbidîn, Fetevây-i Hindiyye, Hukûk-u İslâmiye Kâmusu, Lübâb fî Şerhi’l-Kitâb, Hidâye, İhtiyâr, Mültekâ/Mevkûfât, Tebyînü’l-Hakâik Şerhu Kenzü’d-Dekâik, İnâye Şerhu’l-Hidâye, Fethu’l Kadîr, Düreru’l Hukkâm Şerhu Ğuraru’l Ahkâm, Bahru-Râik Şerhu Kenzü’d-Dekâik ve Mecmeu’l-Enhur Şerhu Mültekâ’l-Ebhur)