SEKSEN BEŞİNCİ MENKIBE
(Hz. Pîr’in Ârif Şeyh Ebû Amr Sarafînî’yi Yetiştirmesi)
Ârif Şeyh Ebû Amr Sarafînî’den (r.a) rivayetle, dedi ki:
– Hâlimin ilk zamanında bir gece “Sayrafin” de semanın altında sırtüstü uzanmış idim. Birden havada beş tane güvercin geçti. Onlardan birisinin fasih bir lisanla insanoğlunun konuştuğu gibi (konuşarak şöyle) söylediğini işittim:
– Subhân ki, her şeyin hazinesi O’nun katındadır. (Subhân buyurdu ki): “Biz onu ancak belirli bir ölçüye göre indiririz…”
Bir diğerinin ise (şöyle) dediğini işittim:
– Subhân ki, her şeye yaratılışını veren, sonra da doğru yolu gösterendir…
Üçüncüsünün ise (şöyle) dediğini işittim:
– Subhân ki, Enbiya’yı mahlûkatının üzerine bir huccet olarak gönderdi ve Muhammed’i onların üzerine faziletli kıldı…
Dördüncünün ise (şöyle) dediğini işittim:
– Dünyada olan her şey batıldır, ancak Allah ve Rasûlü için olan müstesna…
Beşincinin ise şöyle dediğini işittim:
– Ey Mevlânızdan gafil olanlar! Rabbinize kalkıp (gidin). (O) Rab (ki) kerimdir, çokça verir ve büyük günahı bağışlar…
(Ebû Amr devamla) dedi ki:
– Bunun üzerine bayıldım. Ayıldığımda kalbimden dünya ve içindekilerinin sevgisi sökülüp atılmıştı. Sabaha erdiğimde, “Allah’a -azze ve celle- (giden yolda) bana kılavuzluk yapacak bir Şeyh’e kendimi teslim edeceğime dair Allah’a ahdettim. (Sonra) onu nerede bulacağımı bilemeden yola çıktım. (Bu haldeyken) karşıma heybet sahibi, (nuru) ve güzelliği (görünüşünden) belli bir Şeyh çıktı. Bana:
– Esselamu aleyke Ey Osman, dedi. Bende (selamına) mukabelede bulundum. Ona yeminle:
– Sen kimsin, seni hiç görmediğim halde ismimi nereden bildin? dedim. (O):
– (Ben) Hızır’ım. (Senin başına gelen olayın olduğu) saatte ben Şeyh Abdulkadir’in yanındaydım. Bana:
– Ey Ebû Abbas, dün Sayrafin’de Osman isimli bir adamın başına bir olay geldi. Muhakkak ona yönelindi ve yedi kat semanın üzerinden: “Merhaba sana Ey kulum” diye (ona) nida olundu. O’da (kendisini) Rabbi’ne -azze ve celle- (giden yolda) kılavuzluk yapacak bir Şeyh’e teslim edeceğini Allah Teâlâ’ya ahdetti. Hemen ona git, onu yolda bulacaksın, onu bana getir, dedi, dedi. Sonra bana:
– Ey Osman, Şeyh Abdulkadir bu zamanda âriflerin seyyidi ve bu zamanda (hakka) gidenlerin kıblesidir. Sana lazım gelen onun hizmetinde ve hürmetinde kusur etmeden devamlı olman, dedi.
Nasıl olup da (geldiğimi) hissetmeden baktım ki kısa bir zamanda Bağdat’tayım. (Sonra) Hızır (a.s) birden kayboldu (gitti). Bundan sonra yedi seneye kadar onu bir daha görmedim. Böylece Şeyh Abdulkadir’in yanına girdim ve bana:
– Mevlâsının kendisini Zatına beş kuşla çektiği ve birçok hayrı da onda topladığı kimseye Merhaba! Ey Osman! Allah sana Abdulğani isminde bir mürid verecek. O, birçok evliyanın fevkine yükselecek. Allah onunla meleklerine karşı iftihar edecek, dedi… Sonra takkesini başıma koydu. Başıma dokunduğumda yukarımdan kalbime ulaşan bir soğukluk hissettim ve kalbim buz kesti. Melekût âlemi bana keşfolundu, muhtelif dillerde Allah Teâlâ’yı tesbih eden, envai çeşit takdiste bulunan âlemleri ve içindekileri işittim. Neredeyse aklım gidecekti ki Şeyh elinde olan bir parçayı bana attı da Allah aklımı bende sabit kıldı ve temkînimi ziyadeleştirdi. Sonra beni halvete soktu ve orada bir ay kaldım. Allah’a yemin olsun ki, zahirde veya batında karşılaştığım hiç bir durum yok ki daha ben ona söylemeden o bana haber verdi. Vasıl olduğum makam veya hâl, müşahede ettiğim bir manzara (veya) gayb âleminden bana keşfolunan hiçbir şey yok ki daha ben onunla konuşmadan o bana haber verdi. Bana onun hükümlerini tafsilatlı zikrediyor, onun sorunlarını çözüyor, onun aslını ve faslını bana açıklıyordu. Allah’ın ilminde dilediği kadar beni bir menzileden diğer menzileye kondurmaya devam etti. Başıma gelen işleri bana haber verdi, tıpkı otuz senenin haberlerini bana söylediği gibi… Allah ondan razı olsun ve bereketlerini üzerimize daim eylesin…
(Hulâsatu’l-Mefâhir fî Menâkıbı’ş-Şeyh Abdulkâdir)